İzel Rozental'den 'Seyir Hali'

İzel Rozental, “Seyir Hali”nde, dünyanın dört bir yerine yolculuk ederken kaleme aldığı, mizahla yoğrulmuş yazılarından bir seçki sunuyor okura. Rozental ile kitabının yanı sıra odağındaki seyahat etme tutkusu ve mizahını konuştuk.

Reyyan Bayar

‘İyileştirici bir serumdur mizah’

-Kitap, adı ve altbaşlığı itibarıyla bir gezi kitabı gibi görünüyor. Ancak okumaya başlayınca gezilerle örülmüş mizahî düzyazılar bütünü olarak okura açılıyor. Bir ters köşe durumu mu var? Ne dersiniz?

*Yok, ters köşe durumu söz konusu değil tabii. Ama bu biraz da hangi köşeden baktığınıza bağlı… Şayet yazarın adını önceden duymamış, kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısını da okumamışsanız, “Seyir Hali’nin bazı gazetelerin seyahat eklerindeki tarzda yazılmış sıradan bir gezi rehberi olduğunu zannedebilirsiniz elbet. Zira kitabın sayfalarını hızlıca çevirince kendinizi Güney Afrika’dan Yeni Zelanda’ya, Laponya’dan Dominik Cumhuriyeti’ne, dünyanın dört bir bucağına yolculuk ederken buluyorsunuz. Ama Evliya Çelebi’nin, Falih Rıfkı Atay’ın, Reşat Nuri Güntekin’in, Refik Halit Karay’ın ve hatta Jules Verne’in mizahla yoğrulmuş, kimi zaman biraz abartılı ama mutlaka yazarın duygularını yansıtan seyahatnamelerine birazcık olsun âşinaysanız, kesinlikle ters köşede değilsiniz. Lütfen yanlış anlamayın, yazdıklarımı bu ustalarınkilerle kıyaslıyor değilim, sadece tür olarak kendimi o kategoriye sokuyorum.

“ASIL ŞANSIM DAMARLARIMDAKİ MİZAHÇI KANI”

-Buradan devam edelim o hâlde. Seyahat etme tutkusunu size karikatür ve mizah mı kazandırdı? Yoksa mizahçı olduğunuz için mi bu gezginlik? Nereden geliyor bu “seyir hali”? Bu düzlemde, çizginize ve kaleminize neler kattı?

*Sondan başlayalım: Yolculuklar çizgime de kalemime çok şey kattı, bu tartışılmaz. Lisan bilmek kadar, değişik iklimleri, farklı kültürleri görmek tanımak kişiyi kesinlikle manen ve ruhen zengin kılıyor. Gelgelelim seyahat tutkusuna; seyahati seviyorum ama kararında olunca. Oysaki benim, çoğu zaman seyahat etme zorunluluğum oluyor… Örneğin, Frankfurt’ta eksi on derecelik bir havada beş gün süren bir fuar çalışması dönüşü İstanbul’da henüz soluklanamadan Mumbai’de artı otuz beş derecede üç gün süren bir düğün davetine katılmak, ardından Korsika’da düzenlenen bir karikatür sempozyumunda konuşmacı olmak… Seyahati seviyorum sevmesine ama her lezzetli şeyin fazlası gibi bazen o da çekilmez olabiliyor. Bu anlarda mizah kurtarıcı oluyor.

-Kitapta yer alan yazılara bakınca, ilginç olayların hep sizi bulduğuna tanık oluyoruz. Bir mizahçı ve karikatürcü için bu durum bir şans mıdır? Bu olayları sıradanlıktan kurtaran sizin algınız olabilir mi?..

*Sonuncusu daha akla yatkın. Aslında yazılarımda anlattıklarım hiç de öyle sıradışı olaylar değil. Hemen her yolcunun yaşayabileceği türden olaylar. Zaten bazı okurlarım beni görür görmez, filanca yerde benzer bir olayın kendi başlarından geçtiğini anlatmaya koyuluyor.. Nitekim sık seyahat eden bir insanın yolculuklarda başına tatsız işlerin gelmesi nerdeyse kaçınılmaz. Ya bavulunuz kaybolur ya gümrükte işgüzar bir görevliye çatarsınız, hiçbiri olmadı trafiğe takılır uçağınızı kaçırırsınız... Talihsizliğinize, sakarlıklarınıza, başınıza gelen aksiliklere gülmesini becerebildiğiniz sürece sinirleriniz bozulmayacaktır. Benim asıl şansım, damarlarımda dolaşan mizahçı kanı olsa gerek. Bunun genetik olduğunu söyleyebilirim. Aile kültürümüzde mizah önemli yer tutar. Yaşam yolculuğunda önümüze çıkan, yolumuzu kesen engeller karşısında başvurduğumuz iyileştirici bir serumdur mizah.

“MEKÂN, KÜLTÜR VE YAŞAM TARZINI YANSITAN AYNADIR”

-Kitapta kendinizle de dalga geçtiğiniz pek çok kısım var...

*Kendi kendisiyle dalga geçmesini beceremeyen kişi bana göre mizahçı olamaz. Bir tür iğne çuvaldız durumu yani, hatta tam tersi de diyebiliriz: İğneyi başkasına batırmadan önce çuvaldızı kendine batırmalısın! Öte yandan herkesten mizaha aynı hoşgörüyle yaklaşmasını bekleyemezsiniz. Bir Yahudi ballandıra ballandıra Müslüman bir arkadaşına Yahudi’nin biri diye fıkra anlatabilir ve birlikte katıla katıla gülerler. Ama Müslüman arkadaşı aynı kişiye bir Yahudi fıkrası anlatmaya kalkarsa Yahudi’nin tepkisi ne olur? Bunun farklı örneğine bir tek Japonya’da tanık oldum. Hirosaki Üniversitesinde bir panele katılmıştık. Türkiye’den üç karikatürcüydük: Tan Oral, Nezih Danyal ve ben. Japonya izlenimlerimizi ve duygularımızı devasa bir ekrana akseden çizgilerimizle yansıtmaya çalışıyorduk. Bunu da kendi kendimizle dalga geçerek yapıyorduk. Yer yataklarında çektiğimiz sıkıntıları, farklı yemek alışkanlıklarımızı, açık hava hamamındaki acemiliklerimizi çizgilerle dile getirerek izleyicileri güldürmeye çalışıyorduk. Ama tıka basa dolu amfiden çıt çıkmıyor, gülmek bir yana salonda buz gibi bir hava esiyordu. Ta ki biraz topluca bir hanım ayağa kalkıp bir soru sorana dek. Hangimiz çizdik hatırlamıyorum ama kadıncağızın karikatürü ekranda belirince başta kendisi olmak üzere bütün salon kahkahaya boğuldu. O anda anladık: Japonlar her zamanki kibarlıklarıyla kendimizle dalga geçtiğimizde sessiz kalmayı yeğlemişler, ancak kendileriyle dalga geçmeye başladığımızda yüksek sesle gülmeye başlamışlardı.

Moda’ya ilişkin çalışmalarınızdan ve gezi yazılarınızdan mekânlarla farklı bir bağ kurduğunuzu çıkarabilir miyiz? Tüm bu yazıları seçerken çizmek istediğiniz çerçeve neydi?

Tabii! Mekânlar farklı kültürleri, yaşam tarzlarını en iyi yansıtan aynalardır. Ben bunu Moda Sevgilim’i yazarken daha iyi kavradım. Yolculuklarda ise mekânlar daha büyük önem kazanıyor. Kişi ile mekân bağlantısı kurulunca öykü zenginleşiyor. St. Tropez’deki plaj ortamını mekânı tasvir etmeden anlatamazdım… Yazıları seçerken oluşturmak istediğim tek çerçeve “seyir hali”ne uygunluklarıydı. Neticede muhtelif yolculuklarım esnasında duyumsadıklarımı kendi üslubumla kâğıda döktüm ve en sevdiklerimi kitapta paylaştım. Sonuçtan oldukça mutlu olduğumu söyleyebilirim.

“GÜNCELİ YAKALAMAK BİR MEYDAN OKUMADIR”

-Son olarak, kitapta sıklıkla çizmeyi ve yazmayı hep son dakikaya bıraktığınızı vurguluyorsunuz. Günü, günceli yakalamak karikatürcünün handikapı mı sizce?

*Handikap değil, tam aksine heyecanlı bir yarış, zamana karşı bir meydan okumadır. Güncel dediğimiz şey o kadar çabuk eskiyor ki. Bir bakıyorsunuz, karikatür gazetede yayınlanana kadar konu unutulmuş bile! Öte yandan, başarılı bir karikatür yıllar sonra bakıldığında bile anlamını pek yitirmeyendir. Ali Ulvi’nin karikatürleri tam da bu lezzettedir. Bana kalırsa son dakikaya bırakmanın bence daha tutarlı bir nedeni var: Sanatçı dediğiniz hep daha iyisini yapmayı arzular. Rahmetli Melih Kibar’ı hatırlarım ki kendisi bacanağım olurdu, en güzel besteleri hep son anlarda notaya döktükleriydi…

Seyir Hali / İzel Rozental / Kırmızıkedi Yayınları / 268 s.