İyilikle kötülüğün çatışması

2. Dünya Savaşı’nda bir Amerikan müfrezesinin öyküsünü sert, özgün, benzersiz bir anlatımla aktaran, dostluk, dayanışma, baba–oğul temalarını işleyen Fury bugün gösterime girdi.

Aslı Selçuk/Cumhuriyet

Nisan 1945, Almanya. 2. Dünya Savaşı neredeyse bitmek üzeredir, Nazi imparatorluğu can çekişmekte, fanatik acımasız rejim çökmektedir. Düşman hattının arkasında Amerikalı çavuş Don Collier(Brad Pitt) beş kişilik ekibine birde Fury adlı bir tanka komuta etmektedir. Sayı ve silah azlığı olan, üstelik birde çaylak askeri olan müfreze kahramanca Nazilere meydan okumaktadır. Topçu Boyd Swan (Shia LaBeouf) inançlı bir Hristiyan olmasına karşın soğukkanlılıkla adam öldürebilen biridir. 2. Dünya Savaşı’nda Amerikan ordusunda dövüşen 350 bin Meksika kökenli Amerikalıyı tank sürücüsü Trini Garcia (Michael Pena) simgeler. Yükleyici Grady Travis(Jon Bernthal) ve ordunun belkemiği olan çavuşları temsil eden Don Collier. Don, pratik, pragmatik biridir, önemsediği tek şey görevini tamamlamaktır. Kendine özgü ahlak kuralları vardır, bu kurallarsa onun zamanını yansıtırlar. Yaşama, eğlenceye, adamlarına karşı sevgi, düşmana karşıysa nefret besler. Daktilo eğitimi almış, genç, masum, savaşa son derece hazırlıksız Norman Ellison(Logan Lerman) ön cepheye şoför yardımcısı olarak yollanır. Yaşamda kalabilmek içinse değişmek zorundadır, nasıl değişeceğini ona Çavuş Don gösterecektir.

Aksiyon ve dram yüklü savaş filmi Fury(2014) 24 saat içerisinde geçer, sabah şafakla başlayıp ertesi günkü şafakla sonlanır. Müfrezenin 300 düşman askeriyle karşılaşmasını yönetmen David Ayer yalın bir gerçeklik, özgün ve yetkin bir anlatımla aktarır. Senarist(Training Day/İlk Gün,2001), yönetmen (End of Watch/Tehlikeli Takip, 2012) Ayer askerliğini nükleer bir denizaltında sonar teknisyeni olarak yapmıştır:”Soğuk Savaş’ın sonuydu. Saldırı için ön cephedeydik. Orada savaşla barışın arasındaki acımasız farkı derinden algıladım, aralarındaysa salt bir plastik düğme vardı. Denizin dibindeyken aşırı uçlardaki insanların onları yaşamda tutacak makineyle ilişki kurma becerilerini nasıl geliştirdiklerini de gördüm. Askeri birliklerde herkesin yeniden doğduğunu gördüm. Logan karakteri benden özellikler taşıyor”.

2. Dünya Savaşı’nı şimdiye dek işlenmemiş, çağdaş bir bakışla aktaran Ayer bu savaşı zırhlı birliklerin kazandığını vurguluyor. Dünya haritası çevresinde küçük heykelcikleri hareket ettiren, tartışan generallerin olduğu bir film yapmak istemediğini, savaş filmlerinin genelde roman tadında, nostaljik izler taşıdığını irdeliyor. Fury’de ise aksiyonda duygularda çok gerçekçi, üniformalarsa yamalı ve pis.Bir tankın içerisinde en amansız noktalarda 5 asker yaşam savaşımı veriyor.

Ayer oyuncularını son sınırlarına dek zorlayan bir yönetmen, onlara yoğun bir hazırlık dönemi yaşatıyor. Hepsine okumaları için John Steinbeck’in Gazap Üzümleri’ni vermiş. “Bazen oyuncular reflekslerine göre davranırlar. Oynamaksa tepki vermek demektir. Onların bu savunma noktasını kırmayı denerim” diyen Ayer rol yapmanın temelinde acıma olduğunu, büyük komedyenlerin insan davranışlarının kaşifleri olduklarını açıklıyor. Fury, Büyük Bunalım döneminde insanların duygularının derinden, içten olmasını, 1930’larda asker olmanın değerini yansıtıyor. Öykü anlatma noktasında Ayer savaşı gerçek dışı, büyüleyici buluyor. Ona göre bu 2. Dünya Savaşı’nı meşrulaştırmıyor, bu savaş iyilikle kötülüğün karşılaşması. Vietnam’daki, Irak’taki, Afganistan’daki savaşlarla aynı yıkımı taşımıyor.1939–45 arasındaki çekilmiş tüm savaş filmleri birbirlerinin benzerleri.

End of Watch’daki polislerle Fury’deki askerler arasında benzerlikler var: Hem polisler hem de askerler Amerikan hükümeti adına öldürmek için görevlendirilmişler, toplumun dışında kalmışlar, tehlikeyle birleşik bir dayanışma içerisindeler. 2. Dünya Savaşı’nda bir Amerikan müfrezesinin öyküsünü sert, özgün, benzersiz bir anlatımla aktaran, dostluk, dayanışma, baba–oğul temalarını işleyen Fury bugün gösterime girdi.