İyi ki doğdun Yılmaz

Selimiye’den yazdığın bir mektupta, “Bugün 1 Nisan, bugün benim doğum günüm. Oğlumla kırlarda dolaşın, uçurtma uçurun ve ona bugün babasını anlat” demişsin. Oğluma anlattığım gibi seni yeni kuşaklara da anlatmak istiyorum.

Fatoş Güney

Askeri Cezaevi’ndeyken mektuplaşırdık. (Henüz 1.5 yıllık evliydik, oğlumuz 6.5 aylıktı.)

Sana hep şöyle seslenmişim: Sevgili, sevgilim, anam, babam, kardeşim, arkadaşım ve her şeyim kocam.

Gerçekten her şeyimdin sen benim, sana o gözle bakıyordum. Ben de, senin deyiminle mavi kuşun, hayatla arandaki en güzel köprü, köprülerin en güzeli.

Şimdi düşünüyorum da, birbirimizi çok güzel etkiledik biz. Ne büyük bir mutluluktur bu, öyle değil mi?

Köprülerin altından çok sular aktı Yılmaz’ım. Sen gittiğinden beri aradan 30 yıl geçti.

Yaşasaydın bugün 78 yaşında olacaktın.

Yine Selimiye’den yazdığın bir mektupta, “Bugün 1 Nisan, bugün benim doğum günüm. Oğlumla kırlarda dolaşın, uçurtma uçurun ve ona bugün babasını anlat” demişsin.

Oğluma anlattığım gibi seni yeni kuşaklara da anlatmak istiyorum. Seni, o kimsenin bilmediği “yufka yürekli çocuğun hikâyesini” anlatmak istiyorum. Ömrüm yetecek mi bilmiyorum. Sinema, TV ortamları korkunç, filmlerin doğru dürüst gösterilmiyor. Seninle ilgili bir sürü proje hasıraltı oldu, elendi gitti. Kimse taşın altına elini koymuyor.

20 sene boyunca maddi manevi sırtımda tek başıma taşıdıktan sonra vakfı da olanaksızlıklar yüzünden kapattım. Sinemanın 100. yılında birçok ödülle anıldın. Birçoğunu almak yine bana düştü. Yokluğunda ödüllerin tesellim oldu. Ödül alırken, “Yaşasın sinema, yaşasın Yılmaz Güney” dedim. Evet, sinema durdukça sen de yaşayacaksın.

“Umut” filmin ise en iyi filmlerden. “Umut bana düğün armağanıdır” ama aslında “Umut” ezilen tüm Türkiye halklarına, Türkiye ve dünya sinemasına bir armağandır. Eğer bir mucize olsaydı ve sen uyansaydın sevgili ülkende pek de fazla bir şey değişmediğini görürdün. Senin uğruna yüz yıl ceza aldığın fikirlerin, 50 yıl önceki söylediklerin, yazdıkların henüz yeni yeni Türkiye gündemini oluşturuyor. Hemen her filminde sergilediğin kadın üzerindeki şiddet ve baskı, çocuk tacizleri, hapishanelerin içyüzü hep aynı. Yine senin filmin olan “Düşman”daki gibi sokak köpekleri zehirlettiriliyor. Canın, doğanın, çevrenin hali tarumar. İnsan hakları ihlalleri, hukuk ihlalleri, basın üzerindeki baskılar ve daha neler neler velhasıl hep aynı.

Geçen gün Newroz kutlamaları için Diyarbakır’a gittim.

Milyonu geçen insan kalabalığı içinde geleneksel bir Kürt kadını, boynuna üzerinde senin fotoğrafın olan bir eşarp takmıştı. Öyle duygulandım ki. Geçenlerde bir gün, oğlumuzun biricik sevgili karısı, bizim de gelinimizden öte evladımız Raşe bana şöyle demişti: “Yılmaz Güney’in vârisleri onun soy ismini taşıyanlardan ibaret değil. O Kürt ve Türk halklarının göğüslerinde taşıdığı bir kahramanları.” Gerçek olduğunu orada gördüm sevgili kahramanım.

Bizi yolculayan taksi şoförü genç delikanlı birçok ünlü isimden söz ederken senin için, “O sahiciydi, her evde, her dükkânda resmi vardır” dedi. Sonra ben kendimi tanıştırınca sevinçten adeta kanatlandı. “Sizi de biz çok severiz ama sadece onun hanımı olduğunuz için değil” dedi.

“Sağ ol, ben de sizleri çok ama çok seviyorum. Ama onun karısı olduğum için değil” dedim.

Uçağın küçük penceresinden son kez Diyarbakır’a el sallarken “Yol” filmin geldi aklıma.

27 yıl önce Cannes Film Festivali Ödülleri dağıtıldığının ertesi günü, bir bomba düştü tüm dünya sinemasının ortasına.

Bir alev topu gibi giderek büyüdü, büyüdü, acı çığlık değişik ülkelerdeki insanları tam da yüreğinden sarstı, kavradı.

Kürt halkının yaktığı ağıtları ulaştırdı onlara. Tüm dünya ülkelerinden insanlar uzun süre etkisinde kaldı bu alev topunun.

Bir daha da öyle bir etki asla yaratılamadı, yaratılamaz.

Sen, bir savaşçıydın. Kameran ve kaleminin gücü hiçbir başka bombada, silahta yoktu.

Dünyada Türk sineması deyince, sen gelirsin akla, “Umut” gelir, “Sürü” gelir, “Duvar” gelir.

Böyle bir deha yaşamı için çok az değil mi 47 yaş.

Kahpe ölüm, tıpkı kahpe insanlar gibi vurdu seni arkandan.

“Ölmemesi gereken adamdı” dedi tüm dünya medyası.

“Son Robin Hood’du” dediler.

“Son Mohikan”dın belki de. İnanır mısın, kocam olduğun için söylemiyorum, bu kadar dünyayı dolaştım, insanlarla tanıştım “senin gibisini tanımadım”. Kocam olmasaydın da seni seven, sana hayran, sana âşık olurdum.

Yaşasın şebboylar, nergizler, papatyalar.

Yaşasın özgürlükler.

Yaşasın sinema.

Yaşasın Yılmaz Güney.

İyi ki doğdun Yılmaz.