İÜ Senatosu ve Hukukçu Yemini

cumhuriyet.com.tr

Bugün “Atatürk ilke ve devrimleri” sözcüklerinin hukuk fakültesi
senatosunca diploma yemini metninden çıkarılması, sırf bir ideolojik saplantının eseri değilse, İstanbul Üniversitesi’nin 1933 reformunun anlamını bilmemek gibi bir akademik cehaletin sonucudur!

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan her öğrenci mezuniyet diplomasını almak için fakülte dekanının huzurunda eski deyimiyle “bir meslek yemini eda” etmek zorundadır. Bu zorunluluk çok eski yıllara kadar uzanmaktadır. Bu yeminin formülünü düzenleyen en son yönerge 19 Haziran 1987 tarihli olup 13. maddesinin (c) fıkrasında şöyle bir ifade yer almaktaydı: “Sağlık bilimleri dışındaki diğer yükseköğretim kurumlarının Türk uyruklu mezunları, ‘Aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı hak ve yetkileri kullanırken doğruluktan ayrılmayacağıma ve Türkiye Cumhuriyeti yasaları ile Atatürk ilke ve devrimlerine candan bağlı kalacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim’… şeklindeki metni okumak suretiyle yemin ettikten ve diploma defteri yaprağının açıklamalar bölümüne dolmakalemle tarih ve imzalarını attıktan sonra, kendilerine mezuniyet diplomaları verilir”. Daha önceki yönergelerde de yaklaşık bu ifadeler kullanılmıştı.

 

Atatürk ilke ve devrimleri

Bundan kısa bir süre önce basında, “Üniversite Senatosu”nun bir toplantısında adı geçen yönergedeki diploma yemini metninden “Atatürk ilke ve devrimleri” ibaresinin çıkarıldığına dair bir haber yayımlandı. Böyle bir değişikliğin gerekçesinin ne olduğu açıklanmadığı için bunu bilmenin olanağı yok. Fakat daha sonra İstanbul Üniversitesi Rektörü’nün bu konuya ilişkin tepkiler karşısında attığı tweet, değişikliğin gerekçesine ışık tutacak bir nitelik taşıyor. Rektör diyor ki “Ölmüş devlet büyüklerini putlaştıranlara hep üzülerek baktım”. Hayattakilerin putlaştırılmasına (ki bu günümüzde sık rastlanan bir olgudur) bir itirazı olmadığı sonucu çıkarılabilecek bu ifade çok yanlış bir hedefe yönelmektedir. Çünkü adı geçen “yönergedeki hüküm, Rektör’ün ifadesiyle, ölmüş devlet büyüğünün kişiliğine değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra Atatürk’ün inisyatifiyle kamu yaşamına geçirilmiş olan ilke ve devrimlere ilişkin bulunmaktaydı.” Bu ilke ve devrimler 1961’den bu yana Türkiye Cumhuriyeti anayasalarına da yansımış bulunmaktadır. Şimdiki iktidar yaptığı birçok anayasa değişikliğinde de bu konuya ilişkin düzenlemelere dokunmamıştır. Bu bakımdan İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun yıllar boyu hukuk fakültesi mezuniyet töreninde tekrarlanan bu yemin formülünde böyle bir önemli değişikliği, Rektör’ün Twitter’da yazdığı pek anlam taşımayan sözler bir yana bırakılırsa, hiçbir icap ve zorunluluk olmadan değiştirmesini anlamak güçtür.

 

‘Darülfünun’

Bakışlarımızı İstanbul Üniversitesi’nin geçmişine çevirdiğimizde, üniversitenin bugünkü varlığını ve sahip olduğu düzeyi Atatürk’ün 1933’teki reform girişiminin sonucuna borçlu olduğunu görebiliriz. Gerçekten bu tarihe kadar “Darülfünun” adı altında faaliyet gösteren bir yükseköğretim kurumu olarak, öğretim yöntemleri bakımından hâlâ Osmanlı geleneğine bağlı, Batı üniversitelerinin çoktan benimsemiş oldukları çağdaş bilim yöntemlerine uzak bulunmaktaydı. Genç Cumhuriyetin ilk ve ortaöğretim sistemlerinde çağdaş reformlar (ki bunlar da şimdiki iktidar eliyle ortadan kaldırılmıştır) yapıldıktan sonra, sıra yükseköğretime gelmişti. Tam bu sırada Almanya için çok mutsuz, ama Türkiye için çok mutlu bir rastlantı ortaya çıkmıştı: 1933’te yapılan seçimlerde hatırı sayılır bir çoğunlukla demokratik olarak seçilmiş (!) Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (NSDAP=Nazi Partisi) ve onun lideri Adolf Hitler’in kurduğu diktatöryal ve faşist rejimin üniversitelerden kovduğu Yahudi kökenli ya da sosyalist eğilimli bilim adamlarına Türkiye Cumhuriyeti kollarını açmıştı. Bu bilim adamları (ki başlangıçta sayıları 30-35 iken sonunda 100’ü aşmıştır) İstanbul Üniversitesi’nin Hukuk, İktisat, Edebiyat ve Tıp Fakültelerinde görev almışlar ve bu fakülteleri Batı’nın çağdaş bilim kurumlarının düzeyine yükseltmek için kolları sıvamışlar ve ilk iş olarak da üniversitenin o güne kadar çok ihtiyaç duyduğu halde yazılmakta ihmal gösterilen ders kitaplarını yazmışlardır.

Bu profesörlerden bazıları kısa sürede Türkçe öğrenip derslerini Türkçe olarak vermeye başlamışlardır. Bunların başında Ticaret Kanunu’nu kaleme alan Prof. Dr. Ernst Hirsch ile Gelir Vergisi Kanunu’nu kaleme alan Prof. Dr. Fritz Neumark gelmekteydi. Dünyanın en ünlü Romanisti olan Prof. Dr. Bertalan Schwarz Roma Hukuku dersleri veriyordu. Bu üç bilim adamı hukuk fakültesinde benim hocam olmuştu. Avrupa Konseyi’nin 1975 yılında A kategorisinde Avrupa Milli Park belgesi verdiği Manyas Kuş Cenneti Milli Parkı’nı kuran ve mükemmel Türkçe bilen Prof. Dr. Kurt Kosswig’in ve eşi Eleonora’nın kabirleri Âşiyan Mezarlığı’ndadır. İktisat fakültesinde dünyanın en ünlü iktisatçısı Prof. Dr. Wilhelm Röpke ders vermiştir. Bu bilim adamları, İstanbul Üniversitesi’nde ders verdikleri dönemde dünya çapında büyük bilim eserleri yazmışlardır. İstanbul Üniversitesi ve özellikle hukuk fakültesi, bugüne kadar süregelen bilim geleneğini ve düzeyini bu Alman bilim adamlarının yarattığı bilimsel ortama ve her şeyden önce bunu büyük bir ileri görüşlülükle sağlayan Mustafa Kemal Atatürk’ün eseri olan 1933 Üniversite Reformu’na borçludur.
Bugün “Atatürk ilke devrimleri” sözcüklerinin hukuk fakültesi senatosunca diploma yemini metninden çıkarılması, sırf bir ideolojik saplantının eseri değilse, İstanbul Üniversitesi’nin 1933 reformunun anlamını bilmemek gibi bir akademik cehaletinin sonucudur!