İstanbul Barosu: IKBY referandumuna sessiz kalmak teslimiyettir

İstanbul Barosu Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ( IKBY) tarafından yapılması planlanan referandum hakkında bir yazılı basın açıklaması yayınladı.

(DHA)

 
Baro tarafından yapılan açıklamada  referandumunun hukuksal ve siyasal boyutları, ülkemizi çok yakından ilgilendiren ve geleceğimiz açısından çok özel sonuçlar doğuracak bir içerik taşıdığı belirtilerek şunlara değinildi;

"İstanbul Barosu olarak, bu referandumun uluslararası hukuk boyutunun kamuoyunda tartışılmadığını teyit ederken, öncelikle bu bağlamındaki değerlendirmemizi kamuoyuna sunmayı gerekli görüyoruz.

Uluslararası hukuk altında, halkların kendi kaderini tayin (self-determination) ilkesi/hakkı Birleşmiş Milletler Şartı’nda kabul edilmiş ve Birleşmiş Milletler (BM) Üyelerince Genel Kurul Kararlarında yorumlanarak bugün kabul gören şeklini almıştır.

Self-determination hakkının uluslararası hukuk düzeninde, uluslararası toplumca kabul gören kullanımı ilk defa BM Genel Kurulunun 1514 (XV) sayılı Kararla kabul edilen Sömürge Altındaki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesi Hakkında Bildirgede (1960) açıklığa kavuşturulmuştur. Bu Bildirge, sömürge altından kurtulan halklar dışında her türlü ayrılıkçı girişime karşı olmuş ve Şartın bağlayıcı bir yorumu olarak kabul görmüştür.

1966’ta BM Genel Kurulu tarafından kabul edilip 1976’da yürürlüğe giren İnsan Hakları İkiz Sözleşmeleri de 1’inci maddelerinde self-determination hakkını açıklıkla ifade ederken, bu hakka BM Şartı hükümleri uyarınca saygı duyulmasını teyit etmiştir.

1970 yılında BM Genel Kurulunda 2625 (XXV) sayılı Kararla kabul edilen Devletler arasında Dostça İlişkiler hakkında Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirgesi de self-determination hakkının bağlayıcı bir yorumunu içermektedir ve hiçbir itiraz veya çekimser görüş bulunmaksızın kabul edilmiştir. Bu Bildirgeye göre Bildirgede yer alan hükümler “self-determination hakkına uygun şekilde bir ülkeyi yöneten ve ülkeye ait bütün halkı ırk, inanç veya renk ayrımı yapmadan temsil eden bir hükümete sahip olan egemen ve bağımsız devletleri parçalayacak veya ülkesel bütünlüğüne veya siyasi birliğine tamamen veya kısmen zarar verecek olan herhangi bir harekete izin verecek veya teşvik edecek şekilde” yorumlanamaz.

1970 Bildirgesinde böylece self-determination hakkının içsel boyutu olarak tarif edilebilecek yönetime katılma hakkı teyit edilmiştir. Bu Bildirgede yer alan ifadenin a contrario bir yorumla baskıcı hükümetler altında demokratik temsil imkânı bulamayan farklı halk kitlelerinin ayrılıkçı hareketlerini destekleyip desteklemediği konusu doktrinde bazı yazarlarca tartışılmış ancak ağırlıklı bir görüş haline gelmemiştir. Uluslararası yargı ve ulusal yüksek yargı kararları ise devletin siyasi ve ülkesel bütünlüğü aleyhine ayrılıkçı girişimleri desteklememektedir.

Bu doğrultuda, Uluslararası Adalet Divanı Namibia (1971) ve Batı Sahara (1975) Danışma Görüşlerinde, sömürge altından çıkan halkların bağımsızlığını kazanma hususunu ve sadece bu bağlamda self-determination hakkını ele almıştır. Quebec’in tek taraflı ayrılma hakkı bulunup bulunmadığını inceleyen Kanada Yüksek Mahkemesi ise, kendi kaderini tayinin böyle bir dışsal kullanımının (ayrılma) ancak en ekstrem durumlarda ve koşulları sıkı sıkıya tanımlanarak gerçekleştirilebileceğinden söz etmiştir.

Özetlenen bu uluslararası hukuk ilke ve esasları doğrultusunda, esasen Irak halkı 1932 yılında İngiltere’den bağımsızlığını kazanırken self-determination hakkını kullanmıştır. Bugün ise, Irak halkının ve bu halk içinde yer alan farklı grupların self-determination hakkı içsel boyutuyla, yani demokratik temsil ve yönetime katılım ile ifade edilebilir. Bu doğrultuda IKBY zaten özerk bir yönetime sahiptir ve en üst düzeyde self-determination hakkının içsel boyutunu gerçekleştirmektedir. Bağımsızlık referandumu ile ileri sürülen ayrılıkçı talep ise BM Şartı’na ve uluslararası hukuka aykırı şekilde Irak’ın siyasi ve ülkesel bütünlüğünü ihlal eder niteliktedir.

Bu açık hukuki gerçeklik, planlanan referandumu uluslararası hukuk bağlamında temelsiz kılmaktadır. Ayrıca referandumun Irak Temsilciler Meclisince kınanması ve kabul edilmez bulunması da özel bir önemi haizdir. Bu iki hukuksal tespit, referandumu sadece “yapılması” ile değil, yapılsa bile “sonuçları” bakımından da dayanaksız kılmaktadır.

Öte yandan, referandum sınırları içine alınan Kerkük’ün statüsü de, özel bir önemi haizdir. Bizzat ABD eliyle yapılan Irak Anayasasında, Kerkük için kararlaştırılan “özel statüye” rağmen, planlanan referandumun Kerkük’ü de kapsamakta olması, sadece Anayasasına aykırılık teşkil etmekle kalmayacak, uluslararası hukukun ayrıca ilgi alanını teşkil edecektir. Zira Kerkük’ün demografik yapısı, uzunca bir süreden bu yana Türkmenler aleyhine değiştirilmek suretiyle, şimdi referandum açısından “uygun” hale getirilmiştir.

İtiraf edilmelidir ki, Ortadoğu’da yaşanan bu gelişme, ABD Emperyalizminin planlı bir uygulamasıdır. BOP Projesinin geldiği bir aşamadır. Bir yandan ABD siyasetleri ile gelinen noktada, bu ayrılıkçı talep körüklenirken, diğer yandan da “resmi görüş” olarak “ertelenme talebinden” sözedilmektedir. ABD’nin bu “bilinçli ikilem” içeren siyasetlerine, Ortadoğu yabancı değildir. Vazgeçme yerine, ertelenme tercihi dahi, tek başına planlayıcılarının nihai amaçlarını açıklamaya yeterlidir.

Ama asıl sorun ülkemiz açısından, bu referandumun doğuracağı sonuçlardır. Bir o kadar önemli olan da, bu sonuçları tahmin eden Hükümetin soruna ilişkin bakış açısıdır.

Bu referandum, Ortadoğu masasına konulan “puzzle”ın daha sonra birleştirilecek ilk parçasıdır. Oyun başladığında, parçaları birleştirmek zor olmayacak, üstelik bunu önlemek için olağanüstü diplomatik çabalar harcansa da, sonuç alınması güç olacaktır. Başlarken sessiz kalanların kusurları, sonraki çabalarla örtülemeyecektir.

Türkiye’nin ulusal çıkarları bağlamında değerlendirerek, gerek çevresindeki ve gerekse Avrupa’daki pek çok ülke ile sorun yaşarken takındığı sert üslup ve söylemin, bu referandumun planlayıcısı olan ABD için geçerli ol(a)maması ve Hükümetin bu referanduma “mahcup” ifadelerle yaklaşmakta olması, “ulusal/bölünmez bütünlüğümüzün” bugünü ve geleceği açısından çok önemli sonuçlar doğuracaktır. Siyasal düzlemde, sonuçları hemen alınmasa da, en kısa dönemde bu referandumun Suriye’de yeni bir aşamayı ifade edeceği, son derece açıktır.  Yukarıda anlatılmaya çalışılan ABD siyasetlerinin, bugün Suriye’de PKK orijinli PYD/YPG’ye ağır silahlar temin eder noktada bulunması, ABD ile bütün diplomatik uğraşlara rağmen, bu siyasetlerden vazgeçirilememiş olması, planlanan hedefi göstermiyorsa, bir siyasi miyopluktan sözedilmesi gerekir.

Bu koşullarda, Türkiye için “kırmızıçizgi” olması gereken gelişmeleri yorumlarken Hükümetin renkten renge girmesi, asla kabul edilemez. Hükümet, en kısa zamanda mahcup ifadelerden ve söylemlerden uzaklaşarak, geleceğimizi biçimlendirmek adına, girişimlerde bulunmalıdır. Aksi takdirde, bu sessizlik tam bir teslimiyet olacaktır.

Türkiye; Cumhuriyet tarihinin çok önemli bir dönemeç noktasındadır ve tarih 25 Eylül 2017 itibariyle bu Hükümeti nasıl yazacağını dikkatle izlemektedir"