İnsan neye inanır neden inanır?

"Hocam, bu insanlar neden birinin peşine takılır da onun dediklerini sorgusuz sualsiz yapar?"

Dr. Erdal Atabek

Bir sohbet sırasında hukuk profesörü dostum sordu: Hocam, bu insanlar neden birinin peşine takılır da onun dediklerini sorgusuz sualsiz yapar? 

Bir cemaat imamının peşine takılanları soruyordu dostum.

Yanıtı zor görünürse de sanıldığı kadar zor değil, biraz karmaşıktır.

İlk insanların nelere neden taptıklarına bakalım.

İlk insanlar, kendilerini korkutan şeylere tapıyorlardı.

Gökten gelen şimşeklere tapıyorlardı.

Kabarıp sel olan ırmaklara tapıyorlardı.

Depremde hareket eden kayalara tapıyorlardı.

Muhteşem ışık saçan güneşe tapıyorlardı.

Korktukları tanrıları yatıştırmak için adaklar adadılar, kurbanlar kestiler.

İnanmanın bireysel nedeni ‘KORKU’dur.

Korkular çoğu kez gizlenmiştir ve "huzursuzluk" görünümü altında yaşarlar.

İnsan "hayatta kalma güdüsü" ile korkularından kaçar ve bir şeye "sığınmak" ister.

İşte bu SIĞINAK da inançtır.

İnançlarımıza sığınırız.

Korku, güvensizlik, belirsizlik.

Bunların hepsi de günümüzün insanı için, günümüzün toplumları için geçerlidir.

Bugün en temel içgüdülerimiz bile tehdit altındadır.

Korunma içgüdümüz, beslenme içgüdümüz, çoğalma içgüdümüz çok daha büyük tehditler altındadır.

Yaşamlarımız, işimiz, geçim olanaklarımız, amaçlarımız, emellerimiz güvenilmez koşulların altına itilmiştir.

Geleceğin belirsizliği, yalnızlıktan kurtulma umudumuzdaki zayıflık bizi tedirgin etmektedir.

Karen Horney, felsefesi olan bir psikiyatrist, "Çağımızın Nevrotik İnsanı" diye bu tedirgin insanı yazmıştır.

Günümüzün insan, bu yalnızlık korkusundan bir yere ait olma çabası ile kurtulmaya çalışmaktadır.

İşte bu korku, bu güvensizlik, bu belirsizlik, günümüz insanını güvenilir bir yere ait olma ile aşmaya yöneltmektedir.

'GÜVENİLİR  BİR  YERE  AİT  OLMA’

İşte, inanç sistemlerinin insana vadettiği şey tam da budur.

Dinler, tarikatlar, cemaatler, din dışı inanç grupları insanlara bu güvenceyi sunmaktadır:

"Gel, bize katıl, inan ve karmaşadan kurtul."

Tektanrılı dinler, Hıristiyanlık, Musevilik, İslamiyet bu güvenceyi bütünleşmiş bir sistem olarak vermektedir.

Tanrı, peygamber, kutsal kitap, tapınak, cemaat, ibadet olarak birbirini tamamlayan sistem insandan sadece "inanmak ve koşulsuz itaat" istemektedir.

Karşılığında verdiği şey ise sonsuz bir güvencedir.

Tanrı’nın emirlerine itaat eden, onları yerine getiren, dünya yaşamını onları gerçekleştirmeye adayan kul, elbette sonraki hayat olan ahireti, cenneti hak edecektir.

Dünyadaki 1.8 milyar insan Hıristiyanlığı, 1.3 milyar insan Müslümanlığı, 17. milyon insan Museviliği koşullarıyla kabul ederek bu çağrıya katılmışlardır.

Ancak inanç sistemi bu kadarla da kalmamış, her üç dinin içinde de çeşitli tarikatlar, çeşitli cemaatler kendi liderlerinin peşinde farklı yollar seçmişlerdir.

Hıristiyanlık, Katolik, protestan, evangelist gibi yolara ayrılmış, İslamiyet içinde Sünnilik, Şiilik gibi ayrımlar, Sünnilik içinde mezhepler, ayrıca nakşibendilik, nurculuk gibi tarikatlar farklı inanç toplulukları oluşturmuştur.

Museviliğin de farklı uygulamaları olan tarikatları vardır.

İan Mc. Ewan’ın "Çocuk Yasası" romanında bu konu işlenmektedir. 

Günümüz insanının trajedisi

Zygmunt Baumann, günümüz insanının nasıl değiştiğini, neden değiştiğini inceleyen bir toplumbilimci.

"Akışkan Yaşam" olarak tanımladığı post-modern kapitalist toplumların artık hiçbir güvenilir ekseninin kalmadığını, herşeyin sıvılaşıp kayıverdiğini anlatıyor.

İnsanların güvencesi olan çıpalar artık yok. İnsanlar arası ilişkilerin güvenilir tutkalı olan vefa artık yok.

Başladığınız işten emekli olma güvencesi artık yok.

Böyle bir toplumun inanç alemine kaymasına şaşmamak gerekiyor.

Sadece dinler değil, günümüzde din dışı inanç sistemleri de toplumda karşılık buluyor.

Akışkan enerjiler, çakralar, mantralar, kendini içinde arayışlar, göklerin çağrıları, taşların sesleri gibi sonsuz inanç yolları artık insanlar için çekici kaçış yolları.

İnsanlar, neyi aradığını bilmeden sürdürdükleri arayış yollarında rastladıkları bu ikonlara sığınarak rahatlamaya çalışıyorlar.

Bu arada, medyumlar, falcılar, modern büyücüler, şifacılar, çağdaş muskacılar olan fetişçiler çeşitli uydurmaların, hurafelerin desteğiyle bugünün insanlarını etkiliyor. 

İnsanlar kendilerini zorlayan korkular, güvensizlikler, belirsizliklerden kurtulmaya çalışıyor.

Aslında, günümüz insanının ilk insanlardan pek de farkı yok. Fark, basit bir totemden bütünlükçü bir sisteme geçişte.

İnsanın dört korkusu 

İrvin Yalom, değerli romanları da olan Prof. Dr. psikiyatrist,

insanın dört korkusunun terapinin konusu olduğunu ileri sürmüştür;

Ölüm korkusu,

Özgürlük korkusu,

Yalnızlaşma korkusu,

Yaşamın anlamını yitirme korkusu.

Bu dört korkunun birincisi, yok olma kaygısının temelidir.

Özgürlük korkusu, taşıdığı sorumlulukla ürkütür.

Yalnızlaşma korkusu, dışlanma, reddedilmeyi içerir.

Yaşamın anlamını yitirme, yaşamayı anlamsızlaştırır.

İşte bu dört korkunun terapi yöntemleriyle başa çıkılır kılınması inançlarla benzeşir.

Bu yüzden de kendisi ateist olan Prof. Dr. Yalom, bir din kurumunun davetini almıştır. Oradaki din adamı İ. Yalom’a kendilerinin de aynı sorunlarla uğraştığını anlatmıştır.

İnanç yolları da bu korkuları kendi vaatleriyle yatıştırmaktadır.

İnançlarda kitle etkisi-güç etkisi

Elbette inançlar, çevrelerinde insanlar toplandıkça kitle etkisiyle daha da güçlenirler.

İnsanlar, başkalarının kabul ettiği şeylerin yanlış olamayacağı varsayımıyla cemaati oluştururlar.

Cemaat, artık dayanışma yoluyla bireyi yalnızlıktan kurtarmakta, onu güçlüklere karşı koruyacak bir kalkan oluşturmaktadır.

Hele de bu cemaat, elinde yetki veren, olanak sağlayan, ekonomik destek veren bir örgütlenme ise burada kitle etkisi ve güç etkisi de devreye girer.

İnanç politik güce dönüşür

İnanç böylece politik güce dönüşür. 

Yoksullara, bu dünyada destek verir, durumuna razı eder, ahirette cennet vadederken üst kademelere yetki, rütbe, koltuk vererek dünyalarını cennete çevirir.

Dikkat ediniz, dinci siyasetçilerin işsizliğe karşı sabır, yoksulluğa karşı rıza ve bu dünyanın imtihanı söylemleri ile karşılaşırsınız.

Ama aynı siyasetçilerin, çevrelerine ihaleler, yüksek maaşlı görevler vererek kendilerine bağlı bir çember oluşturduklarını göreceksiniz.

İnanç politiktir ve toplumların sınıfsal yapısına göre de cezaları ve ödülleri değişkendir.

İnanç-bilinç çatışması

Korkuyu yenmenin doğru yolu bilinçtir.

Güvensizliği yenmenin doğru yolu, her olasılığa karşı hazır olmaktır. 

Belirsizliğe karşı olmanın yolu, gerçekle yüzleşmekten kaçmamak, tersine, gerçeği kabul ederek önlem almaktır.

Bilinç nedir?

Bilinç, bilimsel bilgi temelinde, aklı kullanarak, doğru-yanlış eksenini izleyerek yaşamı anlamak, kendi yaşamını anlamlı kılmak, kendine değer katmayı bilmektir.

Bilinç, kişisel ve toplumsal sorumluluğu üstlenmektir.

Bilinç, yaşamın her dönemecine hazır olmak, soru sormaktan vazgeçmemek, eleştirel düşünce ile dünyayı yorumlamaktır.

Büyük Atatürk’ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözü üniversite kapılarına yazılmıştır.

Bu söz, bize bilincin yolunu göstermiştir.

Bilinç temelli inanç doğru bir iradeyi anlatır.

İnanç temelli bilgi ise saplantılı inat özelliğini taşır.

Yarınımızı inancın rastlantılarına bırakmak istemiyorsak, bilinçli insanların toplumunu yaratmak zorundayız.

Eğer, yaşamımızı kendi ellerimize almak istiyorsak...