İnönü dahice tahrik etti
Gazeteci yazar Haluk Şahin, yeni gelişmeler ışığında ‘Johnson Mektubu’ kitabını yeniledi.
Gamze Akdemir
Gazeteci yazar Prof. Dr. Haluk Şahin, uzun yıllara varan incelemesi “Johnson Mektubu” kitabında Türk-Amerikan ilişkilerinde önemli bir dönüm noktasını, bir kırılmayı inceliyor. Şahin incelemesinde, 5 Haziran 1964’te dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson imzasıyla Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye gönderilen ve tarihe Johnson Mektubu olarak geçen söz konusu bu kırılmanın perde arkasına, Türk-Amerikan ilişkilerinin bir dönemine, Kıbrıs meselesine ve Türk-Yunan ilişkilerine mercek tutuyor.
İncelemeniz yıllar içinde iki kez kitaplaştı ama bitmedi! Neden?
Yeni gelişmeler nedeniyle bitmedi. 1982’de Cumhuriyet’in Washington muhabirliğini de yaparken açtığım Johnson Mektubu dosyamdaki ilk belge, mektubu en iyi bilenlerden George Ball’un anılarıydı. Bunlar o yıl Cumhuriyet’te yayımlandı. 1987’de konu bir kez daha gündeme gelince o zaman çalıştığım Hürriyet gazetesinin Genel Yayın Müdürü Çetin Emeç’in desteği ile Washington’a döndüm ve görüşmeler yaptım. Sonradan “Gece Gelen Mektup” adıyla kitaplaştı. Bu arada yeni kaynaklar ortaya çıkıyor, gizli belgeler aydınlığa kavuşuyordu. Bunları da ekleyince 2002’de ikinci ürün, yani “Johnson Mektubu” yayımlandı.
Gizlilik kalkacak
Fakat dediğim gibi yeni gelişmeler oldu. Örneğin daha birkaç ay önce İnönü’nün elinde Amerikan bayrağı olan bir resmi siyasi bir toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gösterilince konu yeniden canlandı. Çünkü o fotoğrafta dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün yanında dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson vardı. Birileri bu fotoğrafı İnönü’nün ve CHP’nin Amerikan yandaşlığının kanıtı olarak sunmak istedi. O zaman İnönü’nün Amerikalılarla ve özellikle Johnson ile ilişkileri gündeme geldi. Bu ilişkilerin mercek altına alındığı en önemli olay, 1964 Haziranı’nda ABD Başkanı Johnson’dan Başbakan İnönü’ye gönderilmiş ve büyük fırtınalar koparmış Johnson Mektubu olayı idi. Bizim dosya yeniden güncellik kazandı. O yanıltıcı fotoğrafın hikâyesi de kitabın bu basımına girdi. Bu arada dosya hâlâ açık; 2023’te Başkan Johnson’un özel belgelerindeki gizlilik kaydı kalkınca neler öğreniriz acaba? Bakarsınız o zaman da yeni bir basım yaparız hâlâ buralardaysak...
“Johnson Mektubu”nun temel amacı, umduğu..
Bir tarih kitabı değildir, ama tarihçilerin çok işine yarayacaktır. En azından sırf İnönü’yü karalamak için her türlü yalanı söylemeye hazır olanların genç kuşakları yanıltmasını engelleyecektir.
Mektubun içeriği nasıl özetlenebilir?
O dönemde Kıbrıs’ta Türkler büyük sıkıntılar yaşıyorlardı. Yunanistan’la birleşme yanlısı Rum milliyetçilerin etnik temizlik tehdidi ile karşı karşıya idiler. Adadan her gün korkunç haberler geliyordu; Türkiye’de halk adaya askeri müdahalede bulunulmasını istiyor, muhalefet de bu yönde bastırıyordu. Askeri müdahalenin eli kulağında iken Başkan Johnson, Başbakan İnönü’ye çok sert bir mektup yazarak adaya çıkarma yapılmamasını istedi. Dahası, mektupta böyle bir müdahale halinde Türkiye’nin bir Sovyet saldırısına karşı korunmayabileceğini, yapılacak müdahalede Amerikan silahlarını da kullanamayacağı da belirtiliyordu.
‘Teksas ayısı’
n Mektup, Türkiye’de Amerika’ya dair bir güven bunalımı yaratıyor, bir kuşku başlatıyor. Basında da böyle bu, sokakta da. Bunu anlatır mısınız?
Tabii, kimse böyle bir şey beklemiyordu. Büyük bir tepki oluştu. Mektubun tam metni ancak bir buçuk yıl sonra, 13 Ocak 1966’da Hürriyet’te yayınmlandı ama içeriği hemen kamuoyuna sızdırıldı. “Teksas ayısı” Başkan Johnson yerden yere vuruldu. Hatta, çok sevilen Başkan Kennedy’nin Teksas’ta öldürülmesinin arkasında Teksaslı Johnson’un bulunduğu bile ileri sürüldü. Müthiş bir anti-Amerikanizm patlaması yaşandı.
Ve “dost ve müttefik!” Amerika ile ilişkilerin eleştirilmesi de tabu olmaktan çıktı.
Çıkıyor. Oysa Soğuk Savaş koşulları nedeniyle Türkiye tüm güvenliğini ABD’ye emanet etmiş, bir çeşit ileri karakol haline dönüşmüştü ve bu durumun eleştirilmesi bile vatana ihanet sayılıyordu düşünün. 27 Mayıs 1960’tan sonra özellikle Yön dergisi çevresindeki solcu aydınlar Türkiye’nin ABD’ye bu ölçüde bağımlı hale gelmesini zaten eleştirmeye başlamışlardı. Bu eleştiriler gençlik arasında da destek buldu. Yani Amerikan üslerinin sorgulandığı, bağımsız dış politika taleplerinin çoğaldığı ve Türkiye’de solun yükselişe geçtiği bir şafak zaten belirmişti. Johnson mektubu da böyle bir zamanda cuk oturdu ve bomba etkisi yaptı.
Mektup Türkiye’nin dünyaya bakışında tam bir kırılma noktasıdır. Türkiye güvenliğini ABD’ye emanet etmişti ama, ABD dediğimi yapmazsan seni korumam diyordu. Öyleyse Türkiye’nin başka seçenekleri olmalıydı. İnönü’nün ünlü “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyadaki yerini alır” sözleri tam da bu konjonktürde dile getirilmişti. Türkiye, blok değiştirmese de iki ülke arasındaki ilişkiler bir daha eski sıcaklığına dönmedi. Ancak hiçbir zaman da şimdi olduğu kadar inişli çıkışlı ve hasmane hale gelmedi. Sakinliği ve hesaplılığı ile bilinen İnönü, hiçbir zaman ABD ile ağız dalaşı yapmadı. Onun tarzı değildi. Johnson mektubuna verdiği ve kitapta yer alan soğukkanlı yanıt bunun kanıtıdır. Sakin, dengeci, kararlı...
Erteleme taktiği
İsmet İnönü’nün mektup olayına genel yaklaşımına gelince, o konuda yazdıklarınız bilinenin hayli dışında.
Johnson mektubu sağcı muhalefet ve dönemin Başbakanı Demirel tarafından İnönü’ye karşı bir koz olarak kullanılmak istendi. Onlara göre bu mektup adeta Türk hükümetine verilmiş bir Amerikan muhtırası idi: İnönü, Johnson tarafından verilen talimata uymak zorunda kalmıştı. Bu sonuç Türk hükümetinin Kıbrıs politikasının başarısızlığının bir kanıtı gibi gösteriliyordu.
Oysa bu dosyayı araştırırken öğrendiklerim ve sonradan ortaya çıkan sonuçlar, mektup olayının İnönü’nün dış politika dehasının yeni bir örneği olduğu kanısına yöneltti beni. Çünkü, kitabı okuyanlar görecekler ki, Washington’un bu mektubu yazması bizzat İnönü tarafından tahrik edilmişti. İnönü, Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkarma yapacağı haberinin Washington’a bildirilmesini, bazılarının itirazına rağmen, özellikle istemişti. Çünkü Washington’un “Sakın ha!” diyeceğini çok iyi biliyordu. Bunu bahane ederek askeri operasyonu ertelemiş olacaktı.
İyi mevzilenmiş düşmana karşı denizden çıkarma yapmanın en zor askeri harekâtlardan biri olduğunun elbette farkındaydı. Ki Türkiye’nin henüz çıkarma gemileri bile yoktu ve adaya şileplerle gidilmesi planlanıyordu. Bu koşullarda Türk ordusunun ilk adımda en az 10 bin kayıp vermesi ve sonunda başarısızlığa uğraması olasılığı yüksekti.
İhtiyatı ile tanınan İsmet Paşa’nın hayatta en korktuğu şey, içinden çıktığı Türk ordusunun bu türden bir yenilgiye uğraması idi. Böyle bir risk alamazdı. O yüzden mektubu davet etti, bekledi ve zaman kazandı. Mektuba eklenen ve hiç beklemediği sürpriz konular ise, ülkenin gözlerini açmasını sağladı. Bir taşla iki kuş diyebiliriz.
İki bölgeli statü dışında çözüm yok Johnson Mektubu önlemeye çalışsa da harekât 1974’te gerçekleşti. Vazgeçmedi ve boş durmadı Türkiye. |
Johnson için o bir efsaneydi
Bu arada bu metin aslında bir mektup değil ama öyle anılıyor.
Diplomasinin gerektirdiği güvenlik koşullarına göre çekilmiş bir kripto ya da şifreli mesaj. Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği’ne gönderiliyor. Ama şahsen İnönü’ye sesleniyor. Mektup demekte bir sakınca yok.
Johnson da yazmıyor üstelik.
Dünya meselelerinde uzman yardımcıları vardı. O sadece Türk-Yunan savaşının önlenmesini sağlayacak sert bir mektup yazılmasını istemiş, yardımcıları da bu “bomba”yı imal etmişlerdi. Ana mesajı (“Durdurun Türkleri!”) söyledikten sonra mektubun yazılışını onlara bıraktı.
Anımsatırsak, kimlerdi bunlar?
Dışişleri Bakanı Dean Rusk ile yardımcıları Harlan Cleveland ve Joseph Sisco yazıyor. Dışişleri Bakan Yardımcısı George Ball da müsveddeyi görenlerden. Onlar da bakanlığın Türkiye Masası’ndaki uzmanlara danışmışlardır şüphesiz...
Hangileriyle görüşebildiniz?
Dışişleri Bakan yardımcıları George Ball ve Joseph Sisco ile, uzun uzun konuştum. Felç geçirmiş olduğu için Dean Rusk’la yüz yüze görüşmem mümkün olmadı ama büyük bir nezaketle sorularıma mektupla cevap verdi. En önemli görgü tanıklarından Büyükelçi Raymond Hare’i de buldum ve konuşturdum. Ayrıca iki taraftan çok sayıda diplomatla ve gazeteciyle konuyu soruşturup tartıştım. Bu arada Acheson gibi diplomatların anılarından da yararlandım. Tabii konunun Ankara ve Atina cephelerini de inceledim. Nihat Erim, Andreas Papandreu, mektubu yayımlayan gazeteci Cüneyt Arcayürek... Altına bakmadığım taş kalmadı diyebilirim.
Yazarların hiçbiri de net olarak “ben yazdım” dememiş!
Öyle, mektup bombası bir bakıma ellerinde patladığı için tabii. Benim konuştuğum dönemde, sonuçları itibarıyla, bu mektubun böyle yazılmış olmasının bir hata olduğu görüşü dile getirilmeye başlanmıştı. Şunu da söyleyeyim: Bazı Amerikalılar Türk hariciyesinin uzmanlık becerisini de övüyor ve “Siz yapmazdınız, bakın biz ağzımıza yüzümüze bulaştırdık” diyorlardı.
Efsanelerden biri
Müsveddeyi görenlerden George Ball ve kaleme alanlardan Joseph Sisco için birer İnönü hayranı demek yanlış olmaz sanırım; size öylesi cümleler kurmuşlar.
Bunlara Başkan Johnson’u da katabilirsiniz. İnönü’yü büyük bir tarihsel figür olarak görüyor, onunla konuştukları için kendilerini şanslı sayıyorlardı. Düşünebiliyor musunuz, Birinci Dünya Savaşı’nı yaşamış, yeni kurulan Türk devletinin bağımsızlık belgelerine imza atmış, bin bir badireye rağmen ülkesini İkinci Dünya Savaşı’na sokmamış, belki çocukken adını duydukları efsanevi biri ile karşı karşıya oturuyorsunuz.
George Ball, “Keşke İnönü’nün İngilizce iyi bir biyografisi olsa” demişti. İnönü’nün hayatını okuyunca “Bir insan hayatına bu kadar çok şeyi nasıl sığdırabilir” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Johnson mektubu döneminin diplomat kuşağı da “tarih yapmış” bir şahsiyetin hâlâ siyaset dünyasında oluşuna inanmakta zorlanıyorlardı.