İlkel Tip: Primaire
cumhuriyet.com.tr“Primaire”ler, kendi dar dünyalarını yıkan düşünceler ve insanlar karşısında derhal birbirlerini tutarlar, birleşirler. Düşünce kuvvetine karşı his ve heyecanla, o da yetmezse zor ve şiddetle karşı koymaya çalışırlar. Bunların kendi aralarında anlaşmaları, gerçek bir düşünce planında değil, düşünce (fikir) kıyafetine bürünmüş belirsiz duygu ve meyiller planında olur.
Toplumumuzun sosyo-psikolojik anket ve etütlerinin yapılmaması, pek çok sorunlarımızı çözme imkânı yerine, demagojik ve paradoksal işlemlerin oluşumuna yol açıyor. Şimdi sizlere pek yakından tanımanız lazım gelen bizim toplumumuzda adeta öncesiz ve sonsuz mevcut diyebileceğimiz bir insan tipini tanıtmak istiyorum.
Bu tipin “sosyo-psikolojik” nedenlerini maalesef bilmiyoruz. Psikoanalitik bilgilerimize göre: “Kötü identifikasyon: Reaksiyon formation, submision” gibi ruhi mekanizmalarla açıklamak mümkünse de, sosyal zorunlulukları bugün için bilinmezdir. Fransızlar bu tip insanlara “primaire” derler. Lügat anlamına göre: Kafasını ilköğrenimin tel örgüsü içine hapsetmiş adam demektir. Fakat bu tanımlama o deyimin ilk ve en yüzeysel anlamıdır.
Bugün aydın bir Batılı “primaire” denen adamı şöyle anlar: Dünyanın gidişine üstünkörü ve temelsiz bilgilerin penceresinden bakarak, olayları mutlaka yalan yanlış yazan ve kendi yorumlarına körü körüne bağlı kalan kimse. Biz böylesine pekâlâ “aydın taslağı” da diyebiliriz. Uzaktan bakarsanız “aydın taslağı” size şirin görünür.
Çünkü dürüst adamdır. Hali ve tavrı ciddidir. İnandıklarına içtenlikle inanır. Bağlandığı insanlara, fikirlere, cereyanlara ömrü boyunca sadık kalır. Sanki yaşamının başında, kendi kendisiyle sözleşmiş, ant içmiş gibidir. Görüş ve anlayış sınırının dışına çıkmayacağını, tutturduğu yolu bırakmayacağını, olayların yalanlamasına uğrasa bile daima kendisini haklı bulacağını bilir. Bu onun metanetidir. İlk bakışta böyle bir kaya sertliği sizin de hoşunuza gider. İçinizden hayranlık duyarsınız.
Fakat yakından bakarsanız iş değişir, önce o kaya sertliği yerine, her parçası ile yattığı zemine sıkı sıkıya bağlanmış gülünç ve kötü kısmetli cücenin çocukça yetersizliği yerleşir. Hayranlığınız daha o anda merhamete dönüşür. Bu kendi iradesiyle kendisini kısır hayallere bağlamış olan zavallı “Promethe”ye acımaya başlarsınız. İnsan zekâsının nasıl olup da birkaç dar kalıba tıkılabildiğine şaşarsınız.
Bu kalıplar, onun daha ilkokul çağında kafasına nereden girmişse girmiş; fakat zamanla büsbütün taşlaşmış öyle bilgi edinme ve muhakeme biçimleridir ki, onu dolap beygiri gibi hep aynı daire içinde döndürür. Karşısına çıkan her gerçek, o kalıplara uyduğu ve dolayısıyla bostan dolabına eklenebilecek bir kova olduğu oranda geçerlidir. Çünkü aydın taslağında gerçeğin tek kaynağı kendisidir.
O kafaya belki emir girer ama daracık bir sistem yaratır. Korku girer ve mevcut sistemi bir an bastırır gibi olur. Fakat şüphe giremez, gerçek peşinde koşmanın tek gereği olan şüphe, o kafaya sızmaz.
“Primaire”lik bir öğrenim ve diploma problemi değildir. Bir çeşit kafa tembelliğidir ki, nedenini çok zaman çevrede biraz da yaratılışta aramak doğrudur.
Nice öğrenim görmemişler, diplomasızlar vardır ki “ilkel”lerin kafa yapısına has çarpıklıklarından kendilerini kurtarabilmişlerdir. Buna karşı, öyle diplomalılar vardır ki kendilerini seven geniş bir cahil çevresi içinde çalışarak “primaire” olmanın o darlık içindeki rahatlığına kavuşurlar.
“Primaire” yalnız kendi gözlemlerinin doğruluğuna inanır, onları başkalarıyla karşılaştırmaya dahi tenezzül etmez. Etrafında cereyan eden olayların tek nedenli olaylar olduğuna inandığı için de açıklamalarının basit olduğu ölçüde “doğru” olduğunu zanneder. Görüş ve anlayış sınırı daima şüphelerle delinip, arkasından yeni ufuklar ortaya çıkmadığı için de hep aynı nedenlerle birbirinden farklı olaylara açıklık vermeye kalkışır.
Kendi açıklamaları kendisince doğayı, insanı ve toplumu düzenleyen yasalar kadar kesindir, hatta o yasaların kendisidir. Şayet olaylar ve insanlar bir gün bu kurallara yani kendi yasalarına uymazsa bunu istisnaların çoğalmasına hamleder ve bir gün her şeyin tekrar yoluna gireceğini umar.
Zanneder ki, kendi yaşamlarına uymayan her olay bir garabet (şaşılacak şey), her insan bir garibedir (tuhaf), insanları olduğu gibi değil de kendi kafasına göre olması gerektiği gibi gören “Primaire”in kendi kafa akranlarından başkasıyla anlaşmasına olanak yoktur.
Kurdukları klik ve ideoloji
“Primaire”ler, kendi dar dünyalarını yıkan düşünceler ve insanlar karşısında derhal birbirlerini tutarlar, birleşirler. Düşünce kuvvetine karşı his ve heyecanla, o da yetmezse zor ve şiddetle karşı koymaya çalışırlar.
Bunların kendi aralarında anlaşmaları gerçek bir düşünce planında değil, düşünce (fikir) kıyafetine bürünmüş belirsiz duygu ve meyiller planında olur. Bu nedenledir ki kurdukları klik’e daima bir sözde ideoloji arayıp bulurlar. O da klik’in perçin maddesi olan bir belirsiz duygu, meyil ve emellere güya bir insani doktrin manzarası vermeye çalışır. Akıl ve mantık pertavsızı ile bakılırsa dikiş yerleri sırıtan bu yama bohçası, ideolojisi, onlarda hemen bir parola bir temel esas olur. Öyle ki en haklı bir tenkit karşısında bütün klik yekpare bir telin merdanesi halinde, önüne çıkanı derhal yamyassı etmeye çalışır.
Dogmatizm, topyekûncu akideler, nihayet “mistiklik”, terakkiye (ilerlemeye) karşı ayak direme ve hoşgörüye karşı vurdumduymazlık, insanları fabrika ürünleri gibi birbirine kafaca eş görmek özlemi, bireylerin kendi yetenekleriyle değil kitlelerin sırtında yükselmesini hoş karşılama alışkanlığı; hep “primaire”ler arasında çabucak yayılan ve kök salan huylardır.
Sonuç
“Primaire”ler ancak aydınların ağır bastığı ülkelerde sinerler ve gülünç olmak korkusu ile ortaya çıkmaktan çekinirler. Anlamın ağır bastığı ülkelerde ise aydınlar, safsatanın kurbanı olmamak ve zulme uğramamak için susarlar. Aydın “primaire”i soytarıya çevirerek susturur. Fakat “primaire” fırsat bulunca aydını mutlaka çarmıha gerer. Toplumlar “primaire”lerin şerrinden ancak aydınların hür ve hasbi eleştirileri sayesinde kurtulur. Şu veya bu nedenle aydınların sesi duyulmazsa“primaire”lerin eline kalacak dünyada artık ne insanlık haysiyeti ne de yaşamak zevki kalır. Her olay bir garabet (şaşılacak şey) her insan bir garibedir (tuhaf), insanları olduğu gibi değil de kendi kafasına göre olması gerektiği gibi gören “primaire”nin kendi kafa akranlarından başkasıyla anlaşmasına olanak yoktur.
1) Prof. Sabri Esat Siyavuşgil.
2) Prof. Dr. Rasim Adasal.
Dr. Mustafa Kemal Tolga Nöro-Psikiyatr