İlk hedef demokrasi
Eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen, Türkiye’de sol kavramının 1961 Anayasası ile gelişmeye başladığını belirterek “1961 Anayasası özgürlükleri getirdi. Hep vardı aslında ama legal olarak sol, bu dönemde Türkiye’ye giriş yaptı” dedi.
Leyla KılıçSol gücün, iktidara ve onun politikalarına karşı demokrasi için mücadele vermesi gerektiğini söyleyen Öymen, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi diye, dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan, sadece geçmişteki mutlak krallıklar gibi, padişahlıklar gibi rejimleri hatırlatan bir sistem getirdiler. Şimdi yapılması gereken şey, parlamenter sistemin eski eksiklerini de tamamlayıp demokratikleşme yoluna yeniden girilmesidir” diye konuştu. Öymen, sorularımıza şu yanıtları verdi:
- Sol, Türkiye’ye nasıl geldi?
Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, 1917’de Rusya’da ihtilal oldu. Çarlık bitti. Komünistler ülkenin büyük kısmında yönetimi ele aldı. Milli Mücadelenin başlangıcı sırasında durum buydu. Ve bu, Milli Mücadele’nin başlatılıp sürdürülmesi açısından önemli bir sorun oluşturuyordu. Çünkü Rusya’daki ihtilal karşıtları İngiltere tarafından destekleniyordu. Türkiye’nin doğu sınırlarındaki topraklarında da gene İngiltere tarafından desteklenen topluluklar vardı. Bu, Türkiye’nin güneyindeki topraklarına yerleşmiş olan, ayrıca İstanbul’u ve çevresini de kontrol altında tutan İngiltere ile müttefiklerinin, Anadolu’yu çepeçevre kuşatmakta olduklarının yeni bir aşaması sayılırdı. Rusya’nın ihtilalci kesimleriyle birlikte o “ortak düşmana” (İngiltere ve müttefiklerine) karşı işbirliği yapmaya başladık.
‘BİZ YETERİNCE EŞİTİZ’
- Peki, daha sonra Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün gösterdiği devrimlerin ışığında sol kavramına nasıl yaklaşıldı?
Bir yandan aramız giderek iyileşti. Ama bir yandan da komünistlikten çekiniyorduk. O sıralar Türkiye’nin de komünistleri vardı. Onlar da “İşçi sınıfı birleşmeli, sanayideki işçi sınıfı gelişmeli” diyorlardı. “Sınıfsız bir toplum oluşana kadar, işçi sınıfı iktidar olmalı” diyorlardı. Türkiye’deki Cumhuriyetçiler de “Biz zaten imtiyazsız, sınıfsız bir kitleyiz. Cumhuriyeti ilan ederken biz tüm imtiyazları kaldırdık” diyordu. Ayrıca, sınıfların oluşması için sanayileşmenin olması lazım. Daha o da gerçekleşmemişti. Bunlara dayanarak Ankara hükümeti sözcüleri diyorlardı ki, “Biz komünistleşme aşamasına gelmişiz zaten. Biz yeterince eşitiz, proletarya diktatörlüğü sürecine ihtiyacımız yok...” Kısacası: İhtilalci Rus devletiyle uluslararası ilişkilerimiz çok iyi gelişiyordu. Ama iç politikada, bunun etkisi altında kalmak istemiyorduk.
- 1939 tarihinden sonra komünizme ve sola tavır alındı diyebilir miyiz?
1939’a kadar komünist Rusya ile uluslararası ilişkilerimiz hep iyi oldu. 1939’un ağustos ayında Ruslar iki bloka ayrılmış Avrupa coğrafyasında, İngiliz ve Fransızlarla daha yakın bir tutum içindeyken, birdenbire saf değiştirdi. Almanların yanına geçti. Dolayısıyla bizim de karşımızda yer aldılar. Bizden de Boğazların ortak savunulması başta olmak üzere, bazı taleplerde bulundular. O taleplerini Almanlara da ilettiler ve destek istediler. İkinci Dünya Savaşı sürecinde Rusya’nın yayılmacı politikası ve Türkiye’den talepleri nedeniyle komünizme ve sola bakışa karşı, Türkiye’de zaten var olan önyargılar daha da arttı. 1945’ten itibaren Türkiye’nin politikası antikomünist bir çizgiye yerleşti.
‘MOSKOF TEHLİKESİ VAR’
Türkiye’de gizli komünist partiler zaten geçmişte de vardı. O dönem kanunlar fazla müsait değildi, ama o partilere dahil olanlar belirlenirse ceza veriliyordu. Türk Ceza Kanunu’nun ünlü 141. ve 142. maddeleri vardı. Ama bazen o maddeler de yeterli sayılmıyordu. Mesela, Nâzım Hikmet de şiirleri, yazdıkları ve düşünceleri için suçlanan bir komünistti. Fakat şiirlerinin büyük bir kısmı, o maddelere göre suç sayılamazdı. Onun için başka kanunlar kullanılıyordu. O arada, “Komünistlik eşittir Moskova” denilerek sadece komünistliğe karşı değil, her türlü sola karşı, “Moskof tehlikesi var” diye bir algı da yaygınlaşıyordu. 1945 sonrası dünya savaşı bitince demokratikleşme yolunda adımlar atmaya başladık. Ama ülkede Rus tehlikesinden ötürü sıkıyönetim de sürüyordu. Rus tehlikesi ve komünizm söylemlerine karşı iktidar ve muhalefet, genelikle birlik içerisinde hareket ediyordu.
- İktidar ve muhalefet beraber hareket ederken ülkenin özgürleşme sürecinde basının bu konuya tavrı nasıldı?
Bu duruma rağmen, o konuda düşüncelerini yazmaya çalışanlar vardı. Tan gazetesinde Zekeriya Sertel, Aziz Nesin gibi isimler sol tandanslı yazılar yazmaya çalışıyordu. Nâzım Hikmet, Bursa Hapishanesi’nde tutukluyken şiirleri oradan dışarıya çıkıyordu. Elden ele herkes yazıp çoğaltıyordu. Tabii, en etkili olanlar onlardı. Mesela, ben de Ulus gazetesinde Cüneyt Arcayürek ile beraber çalışırken Nâzım’ın şiirlerini daktilo ile yazıp çoğaltarak yayanlar arasındaydık.
1961 ANAYASASI İLE SOL GELİŞTİ
- 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlükler, sol için bir çıkış yolu oldu mu?
1961 Anayasası özgürlükleri getirdi. Bu dönemde artık Nâzım Hikmet’in şiirleri, kitapları basılmaya, okunmaya başladı. Türkiye’de solun gelişmesi, 1961 Anayasası ile birlikte başladı diyebiliriz. Hep vardı aslında ama legal olarak sol, bu dönemde Türkiye’ye giriş yaptı.
- Peki, o sırada siyasi partilerin sola yaklaşımı nasıldı?
1965 seçimlerine geldiğimizde sosyalist çizgide bir yol izleyen Türkiye İşçi Partisi, Meclis’e girdi. 1965 seçimlerine çok az bir süre kala CHP kendini resmen “ortanın solu”nda bir parti olarak tanımladı. Ancak oyları az da düştü. 1969 seçiminde de 1 puan kadar oyu azalan CHP içinde, bunun “sol” söyleminin kullanılmasının sonucu olduğunu öne sürenler vardı. Bülent Ecevit’in tezi ise bunun tam tersiydi. “Biz devam edelim, bunu halka anlatabiliriz” diyordu Ecevit. 1973 seçiminin sonucu Ecevit’in tezini doğruladı. CHP, birinci parti çıktı. 1977’de ise oy oranını yüzde 40’ın üstüne çıkardı...
- Günümüzdeki sol anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sol, geçmişten bugüne bütün ülkelerde çeşitli aşamalar geçirmiş, çeşitli anlayışların adı haline gelmiştir. Türkiye’de ve dünyada bütün siyasi partiler “sol nedir” derken evriliyor. Sol katı bir kavram değil, toplumun ihtiyaçlarına göre evrilen bir kavramdır. CHP’nin çağdaşlaşma ilkesi de devamlı olarak “daha iyisini aramak” ilkesini hatırlatır. Siyaset bir “imkânlar sanatı”dır. Şimdiki deyimle “olanaklar sanatı”. Siyasetin gerektirdiği bazı gelişmeler karşısında “Sol bozuluyor” endişesiyle karalar bağlamamak gerekir. Solun temeli sağlamdır. Yüzyıllarca süren çizgisi kolay kolay değişmez.
- Şimdiki siyasi sahneye baktığınızda solun iktidara tavrı nasıl olmalı?
Bugün Türkiye’nin en önemli meselesi, demokrasinin temel ilkelerinden tamamen uzaklaşmış olmasıdır. Önce demokrasiyi yeniden yerine oturtmak lazım ki, demokrasi içinde öteki sorunları çözelim. Bunun önemi giderek daha da artıyor. Çünkü Türkiye demokrasiden o kadar uzaklaştı ki, şimdiki kuşaklar demokrasinin nasıl olduğunu unuttular. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi diye, dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan, sadece geçmişteki mutlak krallıklar gibi, padişahlıklar gibi rejimleri hatırlatan bir sistem getirdiler. Şimdi yapılması gereken şey, parlamenter sistemin eski eksiklerini de tamamlayıp demokratikleşme yoluna yeniden girilmesidir. Bu, demokrasiye inanmış olan herkesin ilk hedefi olmalıdır.
- 31 Mart seçimlerinden sonra CHP’nin yerel yönetimlerde sol ve sosyal demokrat belediyecilik anlayışı ile kendini göstermesi, toplumun solu benimsemesi için bir adım mı?
Ülkemizin demokrasi tarihinde benzeri örnekler çok görülmüştür, merkezi iktidarın değişmesi süreci, çoğu defa yerel yönetimlerde başlar. Birçok ilimizde, ilçemizde, son yerel seçimlerde ortaya çıkan sonuçlar, o sürecin başladığını gösteriyor. Merkezi iktidar da bunun farkında olduğu için, muhalefetin kazandığı belediyeleri düşman gibi görmektedir. Onların başarılı olmasını önlemek için demokrasi dışı metotlara başvurmayı sistematik bir şekilde sürdürmektedir. İstanbul seçimlerini talimatlarla iptal ettirdiler. Toplum haklı olan taraftan yana, öyle bir tavır aldı ki... 23 Haziran seçimlerinde ortaya muazzam bir fark çıktı. Türkiye, yakın geçmişinde, demokrasinin güç dönemlerini de gördü. Ama demokrasinin varlığının gereği gibi olduğu, demokratik mekanizmaların işlediği zamanlar da yaşadı. Neticede çok önemli bir tecrübe birikimi var. Şimdiki belediyelerin göstereceği performans, mutlaka genel seçimlere yansır ve demokrasimizi yeniden kazanmamızı da sağlar.