İlk bilim Nobeli alan Türk ve öğretim
Sevgili okuyucular, Bu günden sonra ne olacak bu ülkenin hâli demeyin! Gerçi AKP 100 üniversite daha açsa da Türkiye’de bilim ortamı oluşmuyor. Ama bir Türk tıp fakültesinden 1969’de mezun olan Mardin’li Türk doktoru Aziz, bir Amerikan üniversitesinde DNA onarım mekanizmaları üzerindeki çalışmalarıyla Nobel Ödülü kazandı.
Doğan KubanBu başarı önce kişiseldir sonra ulusaldır. Çünkü Cumhuriyet’in yetiştirdiği bir doktordur. Üniversite sayılarıyla, partilerle, gökdelenle, AVM ile, çift yolla Nobel Ödülü alınmıyor. Bu olanak özgür ve araştırma ruhu kazanmış üniversiteler gerektiriyor. Bizim hükümet bilim istemiyor, sanat istemiyor, teknoloji ve çeşitlilik istemiyor, saray istiyor, gökdelen istiyor. Alternatif enerji istemiyor. Ruslardan atom santrali istiyor.
Doktor Sancar, neden Türkiye’yi o kadar sevdiği halde, Amerika’ya beni yetiştiren ikinci vatan diyor? Nedeni şimdiki Türk eğitimi.
Sevgili okuyucular,
Aziz Sancar bir Cumhuriyet kahramanıdır, ama bilimsel savaşını Amerika’da verdi. Nobel’i Avrupa’dan aldı. Fakat bir şey kanıtladı: Cumhuriyet’in öğretim ivmesinin Nobel alma olanağının alt yapısını hazırlayabildiğini. Kendisi de bunun bilincinde büyük bir adamdır.
Bilim Nobel ödülü, barış ödülü ya da edebiyat ödülü gibi Avrupa’nın Avrupa dışı ülkelere karşı yaptığı bir kültürel jest değildir. Arapça, Hintçe, Türkçe, edebiyat ödülü veren Norveç akademisi üyeleri bu dilleri bilmezler. İngiliz, Alman, İspanyol, Fransız, İtalyan yazarları ödül alırken bu ödül sistemi de bir ölçüde çalışır. Fakat çeviri üzerine ödül, devlet adamlarına verilen şeref doktorasından fazla bir anlam taşımaz.
Aziz Sancar ilk Nobel ödülü alan bir Türk bilim adamı unvanını kazandı. Fakat bu Cumhuriyet öğretimi için bir yüz akı ve onun çağdaş amaçları için bir kanıt. Bugün övünülecek bir şey yok. Neden Ankara, İstanbul ya da başka bir Türk üniversitesinde değil Amerika’da! Çünkü bu yaratıcı doktora Türk öğretimi aynı olanakları sağlayamadı. Nedenleri aşağıda yazılı.
NEDEN AMERİKA’DA?
İlkokuldan üniversiteye kadar, partizan oldukları için deneyim ve bilgisi kuşkulu idareciler elinde, AKP’nin ortaçağa yönelik ve çağdaş dünya karşıtı ideolojik amaçları doğrultusunda, çağdaş dünya standartlarının çok altında bir öğretim ve eğitim sisteminin acılarını yaşıyoruz. Çocuk ve gençlerin öğrenme çağı sayıya feda edilmiş, yetersiz programlar ve kuşkulu geçiş sınavlarıyla gençlerin en pırıltılı çağları fiziksel, düşünsel ve duygusal bağlamda gelişmemiş, ilkel amaçlı parti mottolarına kurban edilmiştir.
Ülkenin geleceği için en büyük hatta öldürücü tehlike, öğretim programının yetersizliği, hatta ilkelliğidir. Burada sanat, felsefe, matematik ve bilim kuşa çevrilmiştir. Parasal olanakları yeterli aileler çocuklarını özel okullara ve yurtdışına göndermektedir. Normal bir Türk ailesinin böyle bir olanağı yoktur. Öğrenci sayısı giderek arttığı ve okul programları giderek tırpanlanıp, öğretmen ve üniversite öğretim üyesi öğrenci sayısına göre oransal olarak azaldığı için, öğretim seviyesinin düşüklüğü, ülkenin geleceği için bir zaman bombasına dönüşmüştür. Aslında bu birkaç yıldır bütün yaşamda olumsuz etkilerini yaşadığımız bir süreçtir.
Ortaokul öğrencileri arasında çemberin çapını, Çeşme’de oturup Yunanistan’ın nerede olduğunu, 29 Ekim 1923’ün ne olduğunu bilmeyen öğrenciler çok. Birkaç eski üniversitede kalan yeterli öğretim üyesi, öğrenci oranı, üniversitelerin pek çoğunda çok küçülmüş ve bunun sonucu öğretmenlik ve öğretim üyeliği, akademisyen olarak yetişmemiş, sıradan üniversite mezunlarına ya da devlet memurlarına verilmeye başlanmıştır.
UNVANLARIN GÜVENİRLİLİKLERİ
Üniversitelerin verdiği doktora, doçentlik, profesörlük unvanları güvenilirliklerini tümüyle yitirmiştir. Üniversite öğretim üyelerinin yayın sayısı, taşıma suyla çalışan değirmenlere benzeyen üniversitelerde yok mertebesindedir. Ders kitapları niteliksizdir.
YÖK sistemi, hükümetin kendi ideolojik kriterlerine göre seçilen birkaç üye ile rektör, dekan, profesör, doçent kadrolarını her bilim dalında kontrol eden bir fetva dairesidir. 1983’den bu yana, asker ve sivil, bütün idareler döneminde yaşayan bu sistem, bağımsızlığı evrensel bir ilke olan üniversite sistemini yok etmiştir. Hükümetin sözcülüğünü kabul eden eğitim mollaları, Cumhurbaşkanından başlayan bir parti ideolojisi, öğretim üzerinde baskının araçları olarak çalışmaktadırlar. Sayısı 200’ü geçmiş bir üniversite dünyasında, derleme akademisyenlerle yüzlerce uzmanlık alanını kapsayan bir kontrol sistemi, ancak çok geri kalmış bir ülkede ya da bir dikta rejiminde var olabilir.
Üniversite eğitim düzeyi, kendi alanımdan edindiğim bilgilere bakarsak, tümüyle çökmemiş olsa da, dostlar alışverişte görsün mantığı ile yürütülmektedir. İdeolojik bir ortaçağ kafasıyla orta öğretimin sanat, musiki, felsefe hatta bilim programları dünyanın çok gerisine düşmüş, Türkiye’nin sömürgeleşme programına dönüşmüştür.
Bu öğretim uygulamasını bütün görevlilerin beğendiğini ya da uygun gördüğünü söylemek istemiyorum. Kuşkusuz elinden geldiği kadar karşı koyan, çocukları seven, vatansever ve iyi niyetli sayısız öğretmen var. Fakat okulların idaresi politik amaçlıdır. Sonuçta, bir gizli çekişme ortamında, umut vermiyor. Sonuçları da kamuoyunun önündedir.
Toplumun bütün alanlardaki işleyişinde, hastanelerde, devlet dairelerinde, kültürde, sanatta, çevre korumada öğretim programlarının yetersizliği sırıtmaktadır. Çocuğu okulda olan herkesin bildiği bu gerçekleri idarenin sözcülerinin reddetmesi sonuçları değiştirmiyor.
İMAM HATİPTEN BİLİM ADAMI MI ÇIKACAK
Yüksek eğitimde düşünce özgürlüğünün ortadan kalkması bir yana, orta öğretimin içeriği de neredeyse Tanzimat öncesine doğru birkaç geri adım atmıştır. İmam hatiplerden bilim adamı mı yetişecek? Bunların tümünün korkulu bir rüyadan ibaret olduğunu söyleyen olsa çok sevinirdim.
Fakat tüm öğretim sisteminde öğretmen-öğrenci sayılarının oranları, ders programları içeriği, öğretmen ve öğretim üyelerin nitelikleri, ders kitaplarının kalitesi, araştırma olanakları, sanat ve spor etkinlikleri üzerinde yapılan gözlemler bu kötü değerlendirmeden uzaklaşma olanağı vermiyor. Bu durumdan kurtulmak zor olacaktır.
Türkiye öğretimi politik amaçlarla parçalanmıştır. Bunun bedelini ülke ve toplum çoktan beri ödemektedir. Sonucu sömürgeleşmekten başka bir şey olamaz. Sömürgeleşmenin yalancı tacını şimdiden çocukların başına oturttular: İngilizce öğretim. Gerçek öğretime ‘bye bye’ dedik. Bu Müslüman idare, ‘Allaha ısmarladık’ kadar güzel, eski ve yerleşmiş bir ayrılık deyimini, bilinçli eğitimi ile ‘Bye Bye’a çevirdi (!).
Türkiye Cumhuriyeti eğitimi parasız yapan çağdaş bir devletti. AKP eğitimin yarısını paralı yapan bir ucube idare yaratmıştır. Halkın fakir olduğunu unutmuştur. Yurtdışında okuyan 100.000 dolayında öğrenci toplumun fakirleri arasında mı?
İktidar ömrünü tamamladığı zaman yapılması gereken çalışmalar çok zor ve ayrıntılıdır. O gelecekte eğitim üzerinde sayısal ve nesnel araştırmalar hükümet memurlarınca değil, ilgili kurumların seçeceği gerçek uzmanlarca yapılmak zorundadır. Bu çalışmaların, politik iradenin etkisi dışında kalabilen uzmanlarca yapılması gerekecektir. Bu, depremde yıkılan bir yapının baştan restore edilmesine benzer bir süreçtir.
Sevgili Cumhuriyetçi Türk yazarları Seçimden önce birkaç kez öğretim üzerine yazın, halk çocuğunu okutmak istiyor! Onlara öğretimin iç yüzünü ve evrensel amacını anlayabilecekleri kadar basit sözcüklerle anlatın.
Bu görev, sarayın adını taşıyan kolonya satmak, doktora tezini aile ile birlikte İtalya’da yazmak, hatta oy kullanmak için sahte seçim kimliklerini izlemekten daha önemlidir.