İlk başkaldırı şike davası
Milli Görüş hareketini en yakından izleyen gazetecilerden Fehmi Çalmuk: İlk başkaldırı şike davası.
Fırat Kozok/CumhuriyetAhmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasından kısa süre sonra, 3 Temmuz 2011’de Türkiye yeni bir “son dakika” haberi gördü televizyonlarda... Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne bağlı ekiplerin yaptığı 8 aylık teknik ve fiziki takip inceleme sonucunda Türkiye’nin 15 kentinde eşzamanlı olarak yapılan operasyonlarla birçok aktif yönetici ile futbolcu gözaltına alınmıştı. Bu büyük dava da yine Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz tarafından başlatılmıştı. 1 yıl sonra 16. Ağır Ceza Mahkemesi 93 sanıktan 48’ine çeşitli cezalar verdi. Mahkemenin kararını önce savcı, arkasından da sanıklar temyiz etti. 17 Ocak 2014 tarihinde Yargıtay 5. Ceza Dairesi kararını açıkladı. Yargıtay 5. Ceza Dairesi kararların belli bir kısmını onarken bir kısmını düşürdü.
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım,davadan aylar sonra The Wall Street Journal gazetesine verdiği söyleşide, ilk kez isim
vererek ağır suçlamalarda bulunuyor ve “kumpas var” diyordu.Yıldırım, Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi Şike davasının da aynı kumpasın bir sonucu olduğunu ifade ederken, “Bunların hepsini Gülen cemaati mi yaptı?” sorusu üzerine şunları söylüyordu: “(...) Sayın Başbakan17 Aralık’taki beyanında ‘Paralel devlet var ve cemaat bu paralel devleti yürütüyor’ dedi. Bu savcıları, hâkimleri, polisleri, hepsini görevden aldılar,‘Bunlar cemaatçi’ diye... O zaman bütün bu operasyonları, bizim operasyon dahil olmak üzere cemaat yapmıştır. Önemli olan benim vicdanlarda aklanmamdır. Şike davası iktidarı ele geçirme amaçlı bir yargının eseridir. Beni Ergenekon’dan içeri alamadılar, Şike davasını uydurdular.”
Fenerbahçe taraftarında ve Yıldırım’da neden böyle bir algı oluştuğu konusunda 4 Temmuz günü gazetelerde yer alan haberler ipucu veriyordu. 4 Temmuz’da “Futbolda şike depremi” manşetiyle çıkan Zaman gazetesi, ilk gün Başbakan Erdoğan’ın “Yargı kararıyla yapılmış bir operasyon” ve Gençlik ve Spor Genel Müdürü Yunus Akgül’ün “Türk sporu açısından vahim durum” şeklindeki sözlerini de manşetten duyuruyordu.
Operasyondan aylar geçtikten sonra AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, 22 Ocak 2014’te Meclis’te görüşülen Şike Yasası’na ilişkin çok konuşulacak açıklamalarda bulunuyordu. Şike Yasası ile ilgili düzenlemelerin Meclis’te görüşüldüğü sırada bir grubun kendilerine “Şike Yasası ile uğraşmayın” dediğini söyleyen Elitaş, ekliyordu:
“Dedik ki; ‘Bizim manevi dünyamızı şekillendirmekle ilgili biz, size itimat etmişiz. Ama maddi dünyadaki, futbol oyunundaki ortaya çıkan karmaşalarda, manevi dünyamızı şekillendiren kişileri niye ilgilendirir...’”
MİT ile PKK arasındaki müzakereler 2005- 2006’da MİT tarafından başlatılmıştı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Oslo’daki 5. toplantıya Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı sıfatıyla katılmıştı. Toplantının ardından 2 MİT mensubu Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmiş, Öcalan kendi el yazısıyla kaleme aldığı 6 Temmuz 2011 tarihli mektubunu Kandil’e göndermişti. Oslo süreci devam ederken 8 Şubat 2012 günü Türkiye’nin gündemine bir haber bomba gibi
düşüyordu:
KCK soruşturmasını yürüten özel yetkili savcılar, Oslo’da yapılan MİT-PKK görüşmelerinden hareketle operasyon başlatıyordu. İddiaya göre, KCK operasyonları kapsamında tutuklanan ve Öcalan’ın avukatlığını yapan bazı kişiler, MİT yetkilileriyle ilgili iddialarda bulunmuştu. Elde edilen bilgiler sonrasında MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner ve eski Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş de soruşturmaya dahil edilmişti. Savcılık, Fidan, Taner ve Güneş’in ifadelerinin alınması için MİT Müsteşarlığı’na tebligat gönderdi. MİT yöneticilerine, internette de yayınlanan 47 dakikalık Oslo’daki görüşmelere ilişkin ses kayıtları, PKK ile yapılan görüşmelerin içerikleri, Öcalan’la İmralı’da yapılan görüşmelerin örgüt yöneticilerine aktarılıp aktarılmadığı sorulacaktı. Deprem etkisi yaratan bu gelişmede asıl hedefin Başbakan Tayyip Erdoğan olduğu yorumları yapılıyordu. Krizle birlikte, o güne kadar üstü örtülü bir şekilde dile getirilen, Gülen cemaatinin devlet içinde güçlü bir şekilde örgütlenmiş olduğu iddialarıyeniden tartışılmaya başlanıyordu. “Yürütülen şekliyle bir çözüm sürecini cemaat kesinlikle istemiyordu” diyen gazeteci Fehmi Çalmuk, MİT krizinin köşe taşlarını şöyle özetliyor: “Cemaat, Oslo görüşmesine soğuk bakıyordu. Bunun üzerinden hükümete bir darbe planı da vardı. Öcalan’ın İmralı tutanaklarında
dediği ‘Tayyip Erdoğan’ı ben kurtardım’ sözü budur.”
Çözüm sürecinin şekline karşıydı
Yeni Şafak gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu, 9 Şubat’ta yayımlanan “Büyük kavga: Fidan’a davet... Bardağı taşıran son damla” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “(...) O zaman adınıkoyalım: Bu deprem bir iktidar kavgasının izdüşümüdür. Bir süredir devam eden ‘saray içi’ iktidar mücadelesinin su yüzüne çıktığı en keskin noktadır.” O dönem rahatsızlığı nedeniyle evinde dinlenen Erdoğan, AKP Grubu’na hasta yatağından talimat veriyor ve jet hızıyla hazırlanan yasa teklifiyle MİT görevlilerinin ifadesinin alınması doğrudan Başbakan’ın iznine bağlanıyordu.Yapılan bu düzenlemeyle MİT’çiler ifade vermeye gitmekten kurtulmuştu. Gazeteci Nedim Şener ise AKP’nin asıl hedefin Erdoğan olduğunu MİT kriziyle anladığı görüşünde: “Beraber güçlerini büyüttükleri sürece, dayanışma içine girdiler. Ama yetki alanına girmeye başladıklarında artık orada kavga başladı. Yani mesela, MİT Müsteşarıbir terör örgütü üyesi olduğu için değil,ona o görev verildiği için KCK’lilerle ogörüşmeleri yapıp bir çözüm bulmaya çalışıyor. Yoksa bu adam, gece gündüz Kürtlerin nasıl bir devlet kuracağını tasarlayan bir adam değil. Şimdi böyle güçlü bir figürü Başbakan’ın yanından ayıklamaya çalışmak ne demek? Başbakan’ı yalnız bırakmak demek. MİT’in başındaki o adamı aldığınız zaman Başbakan’ın istihbaratta güveneceği adam kalmayacak, kimlerin kucağına düşecek tekrar? Cemaatin... Güç savaşları başka nerede sürdü? İstedikleri milletvekili sayısını alamadılar, bürokraside etkili yerlerden tasfiye oldular. Polis ve savcı tasfiyelerinden önce valilerde tasfiyeler başladı. Çünkü Tayyip Erdoğan kişiliği gereği iktidarını kimseyle paylaşmaz.”
‘Gitmeyin tutuklanırsınız’
Fidan’ın, savcıdan davet telefonu almasıyla birlikte alarma geçen Ankara’da o gün neler yaşandığı ilerleyen tarihlerde yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Ankara kulislerine yansıyan bilgilere göre, savcının davetinin ardından Fidan, Erdoğan’ı arıyor, ona ulaşamayınca Cumhurbaşkanı Gül’e ulaşıyor. Gül’den ne yapması gerektiği konusunda görüş alıyordu. Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanı Ahmet Sever, Gül’ün MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a ifade vermeye “gitmemesini” kesin bir dille aktardığını bildiriyordu.
Erdoğan: İlk kez o gün fark ettik
Tüm bu kavga ve gürültünün ortasında Fethullah Gülen, Erdoğan’a gazete ilanı ile “Geçmiş olsun” dileğinde bulunmuştu. 30 Mart 2014 yerel seçimleri öncesinde milletvekilleriyle gruplar halinde kahvaltılı toplantı yapan Başbakan Erdoğan, toplantıların ilkinde, MİT kriziyle ilgili çarpıcı ifadeler kullanıyordu. Erdoğan, MİT Müsteşarı’na soruşturma sürecinde ilk kez “paralel yapıdan şüphelendiklerini” açıklarken şöyle konuşuyordu: “7 Şubat’taki MİT krizinde içimde şüphelerbaşladı. Hatta o dönem paralel yapının ileri gelenlerini çağırıp sorduk. Onlar da ‘Bizden nasıl şüphe edersiniz’ dediler. Ama sonrasında gördük ki, bu olayı onlar tezgâhlamışlar. Bir yalan atılır da, bu kadar mı atılır? Meğer büyük bir takıyye içindelermiş. Mümin mümine bunu yapar mı? Resmen hançerlenmişiz. Dershaneler konusu ile birlikte bunların oyun içinde oldukları iyice ortaya çıktı. Bize bilgi ve belge gelmiyordu. Bu olaylardan sonra yağmur gibi bilgi ve belge yağıyor.” Erdoğan’ın, kendisine yönelik tehdidin ne kadar büyük olduğunu o gün anlamış olabileceğini
ifade eden Şık, “MİT krizi dediğimiz şey çok açık bir şekilde Erdoğan’ı tutuklamaya yönelik bir girişimdi. Kanunların birtakım legal görünümlü illegal yapıların eline geçtiği bir ülkede Erdoğan tutuklanabilirdi. Erdoğan bence o olayda tehlikenin ne kadar büyük olduğunu görmüştür. Kendi eliyle yarattığı canavarın, kendini kurban alabileceğini gördü. MİT’çiler ise ifade vermeye gitselerdi yüzde yüz olasılıkla tutuklanacaklardı. Kimlerin ne gerekçeyle
tutuklandığını gayet iyi biliyorum, kendim de tutuklandım” diyor.