İletişim Çökmesi ve Pop Siyaset

cumhuriyet.com.tr

Seçim bitti, ama kavga bitmedi. Siyaset arenasında gerginliğin çıtası giderek yükseliyor üstelik. Sinirler gerildikçe üsluplar yamuluyor. Öyle sanıyorum ki yeni bir üslup egemen kılınmaya çalışılıyor siyasete. Herhangi bir başarı ortaya konulmasa bile son yıllardaki şöhretini, siyasetin gündemine art arda taşıdığı açılım projelerine borçlu olan iktidar partisi şimdi de üslupta açılım yapmaya merak sardı anlaşılan. Diğer partiler de geri durmayıp sürece dahil oluyorlar elbet. Haksız da sayılmazlar. İleri demokrasinin konuşulmakta olduğu bir ülkede her tür açılımın ilgiyle karşılanması beklenir ne de olsa.

Bizim ileri demokrasiden anladığımız da bu olsa gerek. Herkesin, ağzına geleni söylemesi.

Düşünmenin ve düşünceyi dışavurumun sakıncalı bulunduğu, kitapların yasaklandığı, telefonların dinlenildiği, aydınların cezaevi kontenjanının sınırsız kılındığı, yoksulluk ve açlığın kadercilikle açıklandığı, insanların gelecek hayallerinin falcıların ellerine teslim edildiği, gelecek okuyucularının, rüya yorumcularının televizyon ekranlarının gözde konukları durumuna geldiği bir ülkede ancak ileri demokrasi sürecine girilmiştir herhalde. En basit bir konu üzerinde bile tartışmayı beceremeyip kavgaya tutuşmak da özgürlük olsa gerek.

Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisinde ve çevresinde yaşananlar da ileri demokrasinin yansıması olmalı.

Öyle ya, bir yanda yüzde elli oy oranıyla iktidar sarhoşluğu yaşayan AKP kurmayları verip veriştiriyor: “gelmese gelmesinler, hükümet bal gibi de çalışır”, “tükürdüklerini yalayacaklar” diye. Diğer yandan “biz senin gibi arkadaşlarımızı satmayız”, “sen önce dön de bir kendine bak”, “sana mı soracaktım…” , “sen de kim oluyorsun” tarzı söylemlerle muhalefet partileri.

Diğer yandan seçim öncesi milletvekili adaylığı sürecinde başlayan kaos seçim sonrasında tam bir tıkanma noktasına geldi. Yüksek Seçim Kurulu’nun adaylık sürecinde netleştirmekten özenle kaçındığı tavrı, halkın seçtiği adayların Meclis’e gönderilmeyip cezaevlerinde ısrarla tutuklu bırakılmaları, iktidar partisinin ara seçim tehditleri vb. yönelimler ister istemez niyet ikilemini gündeme getirmekte. Her ne kadar hukuksal süreçlere sığınılmakta ve olup bitenler hukukun işleyiş sınırları içerisine hapsedilmeye çalışılmaktaysa da asıl sorunun niyet olduğu kanaati de giderek ağır basmaktadır.

Ne ilginçtir ki ülke yönetiminde söz sahibi olmak vaadiyle iktidara talip olan siyasi partiler bir araya gelip de çözüm oluşturmaya çalışmak yerine her biri söz konusu kaosu kendi cephesinden haklılaştırmakta ısrar etmekteler. Herkes durumu kendi durduğu yerden değerlendirmekte, kendi bakış açısından diğerlerine saldırmakta.

Diğer yandan TBMM genelinde yaşanmakta olan bu iletişim çökmesi seçim öncesinde zaten bozulmuş olan parti içi dengelerin daha da bozulmasına yol açmakta. Özellikle de CHP ve MHP’de bildik nedenlerle yaşanmakta olan parti içi çekişmelerin artarak devam ettiği gözlenmekte. Her ne kadar Başbakan Erdoğan’ın sert ve kışkırtıcı çıkışları muhalefette, özellikle de CHP’de ters tepki yaratarak parti içi çekişmelerin görece azalmasına yol açıyor gibi görünse de bunların geçici oydaşımlar olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Gerçek şudur ki gerek TBMM gerekse de siyasi partilerin örgüt içi ilişkilerinde tam anlamıyla bir iletişim çökmesi yaşanıyor. Bunun temel nedeni ise özellikle de 1980’li yılların başından bu yana Türkiye’de siyasetin asıl kulvarından sapmasıdır. Özünde bir kamu hizmeti olan siyaset, bugün gelinen noktada Türkiye’de daha çok birtakım bireysel hırs ve çıkarlara alet edilmekte. Siyasetin aktörleri siyasi arenada kendi bireysel başarı projelerini uygulamaya koyma hırsına öylesine kendilerini kaptırmışlardır ki, kamu çıkarları, ülke geleceği gibi kavramlar onların öncelik listesinin hayli gerisinde kalmış bulunuyor.

Bugün Türkiye’de siyasetin, geleceğe projeksiyon tutan uzun vadeli, kapsamlı ve kendi içinde tutarlı bir proje olarak algılanmasında ve uygulanmasında da sorun olduğu gözlenmektedir. Kısa vadeli çözümlerle ya da temelsiz vaatlerle gündelik yaşanan bir siyaset söz konusu. Tıpkı kültürün ticari versiyonu olan pop kültür gibi siyasette de bir ticarileşme, dolayısıyla da bir poplaşma yaşanmaktadır.

İşte bugün TBMM’de yaşanmakta olan iletişim çöküntüsünün asıl nedeni de Türkiye’de 80’li yıllardan itibaren başlayan bu pop siyasettir.