'İktidarlar, doğurma potansiyelinden dolayı kadın bedeniyle ilgileniyor'
Kadın ve toplumsal cinsiyet tarihçiliği üzerine çalışan Gülhan Erkaya Balsoy, “Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı-Geç Osmanlı Doğum Politikaları” adlı inceleme kitabıyla Yunus Nadi Sosyal Bilimler ve Araştırma Ödülü'nü kazandı.
Ezgi Atabilen- Kendinize çalışma alanı olarak niçin kadın ve toplumsal cinsiyet tarihini seçtiniz?
- Bu, hem hayata hem de tarihçiliğe bakışımla ilgili. Kadın ve toplumsal cinsiyet tarihçiliği, Osmanlı tarihçiliğinin en az çalışılan alanlarından. Tarihi değiştiren, geçmişe iz bırakan özneler olarak kadın tarihi yazma konusunda bence zaten yapılacak heyecan verici çok araştırma var. Dahası, kadınları tarihi değiştiren aktif özneler olarak görünür kılmak hiç şüphesiz kadınları günümüzde ve gelecekte de güçlendirecek politik bir duruşla ilgili. Bunun yanında var olan standart tarihçiliği toplumsal cinsiyet perspektifinden yeniden ele aldığımızda da önümüze yepyeni sorular ve yeni bir ufuk açılıyor. Dahası toplumsal cinsiyet perspektifi, kadınlar ve erkekler arasındaki güç ilişkilerini, diğer bütün iktidar ilişkilerini sorgulamamız için bir aracı kılmaya çalışan bir yaklaşımı da içeriyor. Tarihçilik alanında da bu perspektif, geçmişi muktedirlerin gözünden değil ezilenlerin ve ezilmişliklerini değiştirmek için mücadele eden sıradan kadın ve erkeklerin gözünden yazan bir çabaya da işaret ediyor. Böylesi bir tarihçiliğin çok daha heyecan verici ve anlamlı olduğunu düşünüyorum.
'KADINLARLA İLGİLİ BİR ARAŞTIRMA YAPMAK KONUSUNDA KARARLIYDIM'
- Kitabı, kürtaj yasağı tartışmalarından önce hazırlamaya başlamışsınız. Bu kitabı yazma ihtiyacı duymanızın sebebi neydi?
- Doktora tezi araştırmama başladığımda birkaç önceliğim vardı. Biri, içinde insan olan konularda çalışmaktı. Muktedir erkeklerin tarihinden çok sıradan insanları, geçmişin isimsiz öznelerini ve en çok da kadınları kastediyorum. Tam olarak doğum politikaları çalışmaya başlamamda biraz karşıma çıkan belgelerin, biraz kendimin de o dönemde çocuk sahibi olmamın etkisi oldu. Aslında arşive çok farklı bir konu çalışmak için girmiştim ama algıda seçiciliğin de etkisiyle taradığım kataloglarda ısrarla ıskat-ı cenin (çocuk düşürme) ve ebeliğe ilişkin belgeleri not etmeye başladığımı fark ettim. Osmanlı devlet adamlarının niye bu konuyla uğraştığı ve bu konuda belge ürettiğini sorgulamaya başladım. Zaten ne yaparsam yapayım kadınlarla ilgili bir araştırma yapmak konusunda kararlıydım.
- Kadın bedeni niçin biyolojik değil de politik bir alan?
- Aslında kadın bedeni tabii ki biyolojik bir alan. Doğum, hamilelik, kürtaj gibi konular fiziksel, biyolojik bedenimiz için de elbette önemli birer deneyim. Bedenin biyolojik varlığı yokmuş gibi yapmanın da sorunlu olduğunu düşünüyorum. Ama beden biyolojik olduğu kadar iktidarların üzerine izini bırakmak, biçimlendirmek, nüfuz etmek istediği bir alan.
- İktidarın kadın bedeniyle alıp veremediği ne?
- Kadın bedeni de özellikle doğurma potansiyeli nedeniyle iktidarların üzerinde daha çok tasarrufta bulunmak istediği bir alan. Kabaca belki şöyle söyleyebilirim, modern öncesi iktidarlar daha fazla öldürme yetkisi ile meşgulken modern iktidarların en önemli ayırt edici özelliklerinden biri yaşatma hakkı ya da yaşam üzerindeki tasarrufları. Osmanlı özelinde devletin doğasının değişmesiyle birlikte iktidar gözünü daha önce dinin alanında kalmış olan doğum, kürtaj gibi konulara dikiyor. Burada devletin modernleşmesini değişen işlevleriyle ilişkilendiriyorum. Modern devletin üstlendiği işlevler ve karşılığında toplumdan beklediği sorumluluklar derin bir nüfus bilgisini gerektiriyor. Eğitim, sağlık, altyapı hizmetleri; yollar, köprüler, karakollar, akıl hastaneleri nüfusun büyüklüğü, kompozisyonu ve değişimine dair bilgiyi hayati kılıyordu. Nüfusu bilmek, nüfusu yönetmenin önemli bir şartı.
'DÖNÜM NOKTASI: TANZİMAT'
- Geç Osmanlı’da doğum politikalarına ilgi ne zaman, nasıl ve neden başlamış?
- Modern anlamdaki doğum politikalarının başlangıcını iki önemli değişime dayandırıyorum. Bunlardan birincisi, ıskat-ı ceninin yasaklanmasına yönelik sistematik politikaların başladığı 1838, ikincisi de Ebelik Mektebi'nin açıldığı 1842. Bu iki dönüm noktasının da Osmanlı devletinin doğasının değişiminin simgesi olarak gördüğümüz 1839 Tanzimat Fermanı bağlamına denk gelmesi tesadüf değil. Tanzimat en genel anlamıyla devlet ve toplum arasındaki ilişkinin doğasının değişimi olarak kavranırsa nüfusa yönelik ilginin de bu değişimin ifadesini bulduğu alanlardan biri olduğunu söyleyebiliriz.
- Geç Osmanlı'dan bugüne doğum politikaları nasıl değişti? Kadın bedeni ve doğurganlığına tanınan özgürlük alanını, geç Osmanlı’dan bugüne uzanan süreçte, bugünü daha iyi anlamamıza yarayacağını düşünerek değerlendirmenizi rica edeceğim.
- Doğurganlığı teşvik eden, nüfusun azalmasının önemli bir nedeni olduğu iddia edilen kürtajın yasaklanmasını içeren doğum politikaları bazı nüanslarla neredeyse 1980'lere kadar sürdü. Burada belki kentleşme oranının ve bununla birlikte hastaneleşmenin ve hastane doğumlarının arttığı 1960-1980 arası dönemin daha ayrıntılı incelenmesi gerekir. Ancak 1980 darbesi sonrası büyük bir kırılma gerçekleşti ve nüfusun büyüklüğü, Türkiye’nin geri kalmışlığının en önemli nedeni olarak gösterilmeye başlandı. Bu politikaları eleştiri hakkımı saklı tutarak kürtajın serbest bırakılmasının bu dönemde kadınların sağlığı açısından belki de en olumlu gelişme olduğunun altını çizmek istiyorum. Günümüzde doğurganlığı teşvik etmeye dönük yeni bir evreye girdik. Ama iktidarın kadınlara “doğur” demesiyle “doğurma” demesi arasında bir fark göremiyorum. İkisi de eş değerde müdahale bence.
- Kitapta, kadın bedeninin makro ölçekteki nüfus politikalarının gündelik hayat pratiklerine aktarıldığı zemin olduğu gerçeğini sıklıkla hatırlatıyorsunuz. Bu gerçek toplum tarafından idrak edilecek olursa beraberinde ne gibi toplumsal değişimleri getirir?
- Bence bu her zaman toplum ve özellikle kadınlar tarafından fark ediliyor. Elbette Osmanlı'nın, nüfus artışını teşvik etmek için uyguladığı politikalar ya da günümüzde izlenen benzer politikalar kısmen başarılı oluyor ve doğurganlık hızı artıyor. Ama bu bütün kadınların da devletin “yap” dediğini harfiyen uyguladığı, yasakladığını da yapmadığı anlamına tabii ki gelmiyor. Her baskı ve müdahale, baskıya uğrayıp ezilenlerin mücadele etmesi için gerekli potansiyelleri de içinde barındırır. Doğuma ve kadın bedenine yönelik müdahaleler de istisna değil bu açıdan.
Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı-Geç Osmanlı Doğum Politikaları/ Gülhan Erkaya Balsoy/ Can Yayınları/ 256 s.