İkinci dalga derin operasyonlarda, özel kişilere özel derin işkenceler...
12 Mart’ın, 27 Mayıs’ın önünü açtığı anayasal, yasal özgürlüklerle gerçekleşen örgütlü toplumsal birikimi, kazanımlar patlamasını geri çekme odaklı amaçlarına, idamlar, birbirinden kanlı, provokasyon odaklı operasyonlar, ağır işkencelerle, örgüt kapatmalarıyla elde edilen ülkeyi sağa çekme sonuçları yetmedi. 12 Mart projesi operasyona hedef olan Cumhuriyet gazetesinin, dünyada bir örneği yaşanmamış okur, toplumsal direnişin baskı gücüyle bir yıl içinde yeniden Nadir Nadi yönetimine teslim edilmesinden sonra, daha hesaplı, sert ikinci dalga operasyonları gündeme sokuldu..
Şükran SonerAjan provokatör olarak görevler de üstlenmiş MİT’in üst kademe ajanı deşifre edilerek kurgulanmış Madanoğlu davası operasyonundan sonuç alınamayacağı gerçeği ile yüzleşilince, ağırlıklı demokratik devrimci olarak öne çıkmış örgütlenmeler, liderleri hedef alan, çok yaygın ulaşılabilen tüm sol örgütlenmeleri de kırmaya yönelik yeni dalga işkenceler, yargılamalar, kapatmalar gündeme getirildi.
Cumhuriyet gazetesinin yeniden Nadir Nadi yönetimi sorumluluğunda yayın yaşamına girmesinin tarihi 6 Ağustos 1972’yi bir hafta önceki tanıklıklar sayfamızda elimizden geldiğince geniş kapsamlı paylaşmaya çalışmıştık..
9 Ağustos 1972 tarihli Cumhuriyet’in birinci sayfasında Prof. Mümtaz Soysal’ın güncel yargılanmasına ilişkin haberin gelişmeleri var. Daha önce açılmış, Anayasaya Giriş kitabının bilimsel öğretime göre hazırlanmadığı, ideolojik saptırma hedefi güdüldüğü suçlaması ile verilmiş altı yıl sekiz aylık mahkûmiyet cezası davasının Askeri Yargıtay Genel Kurulu’nda bozulması üzerine 3 numaralı askeri mahkemede bir gün önce yapılan duruşmada Prof. Soysal’ın kitabının, bozma kararının gerekçesine uygun olarak incelenmek üzere bilirkişiye gönderilmesi kararı verilmiş. Yargıtay’ın bozma kararının uygulanması yolunda Soysal ve avukatları Tahtakılıç ile Alacakaptan’ın Yargıtay’ın bozma kararına uyulması talepleri ise reddedilmiş..
Gazetenin yeni yayın yaşamına girişinin hemen dört gün sonrasında ise yeni dalga işkenceler, yargılamalar, sol demokratik örgütlenmelerin ulaşılabilenlerini hemen kapatma operasyonlarının ilk önemli haberi ile yüzleşiyoruz..
Birinci sayfadan Sıkıyönetim Komutanlığı’nın açıklamalarına dayalı olarak yapılmış haberin başlığı “Sabotajlar yapan gizli örgüt ele geçirildi” olarak duyurulmuş. Sanık adlarının daha sonra açıklanacağı bildirilmiş. Yakalanan sanıklar ise Marmara ve Eminönü gemilerini batırılması ile Kültür Sarayı’nın yakılması failleri olarak açıklanmış.
Oysa uzun yıllar sonrası gelişmelerle tanıklık edeceğimiz üzere bu suçlamalarla tutuklanan isimlerin bir kişisi bile cezaevinden sağlıklı olarak çıkamadılar. Çok ağır işkencelerin mağdurları olarak trajik sonlar yaşadılar.
Elbette ne Kültür Sarayı’nın yakılması, ne de iki adı verilmiş gemilerin batırılması anlamında sabotaj, suç örgütü eylemleri gerçeğinin kanıtlanabildiği yargılamalar süreci söz konusu olamadı. Yıllarca korkunç işkencelerle alınmış imzalarla sürdürülen yargılamalarda estirilen terör havası ile kamuoyu oluşturulması, önyargıların beslenmesi ile yaratılan havada dönemin hedeflenmiş pek çok amacı adına istenen ortamın yaratılabildiği sonuçları ile ortada..
İçlerinden pek çoğunu 68 kuşağı içinde, katıldıkları toplumsal eylemler içinde tanımıştım. Söz konusu yargılamalar listesinde öne çıkarılmış öğrenci gençliğin ağırlıklı Mihri Belli kanadından gençlik önderleri olduklarını söyleyebilirim.
Ne yazık ki yaşamlarının sonrası süreçlerde yaşadıklarının izlerinden kurtulabildikleri, olağan yaşam akışı içinde yer alabildiklerini çoğunluğu için söyleyemiyorum. İntihar edenleri de oldu, alkolik olarak sokaklara düşenleri de. Yaşadıklarının bedeline karşın ayakta dik kalabilenleri azınlık sayılırlar..
NADİR NADİ’NİN KÖŞESİNDEN
Aynı günün aynı sayfasında Nadir Nadi, köşesinden Demirel’in rejim bunalımı yaşandığı söylemini eleştirmiş. “Hangi rejim?” sorgulamasını yaparken de rejimin kaidelerinin sorgulamasının ancak geçerli anayasal, yasal düzen üzerinden yapılabileceğini, ülkemizde 1961 Anayasası ve özgürlükler yasaları kapsamındaki düzenin geçerli olması gerektiğinin gerçeğini anımsatmış.
13 Ağustos günlü haberimizde TİP’in yargılanan sanıkları için 15 yıla kadar hapis istendiğinin bilgisi var. Nadir Nadi ise 15 Ağustos günlü köşesinden “Gidiş” başlığı ile gelişmelere ilişkin sorgulamasını yapmış. Birinci Meşurtiyet’ten 1972’ye kadar, gerçeklerle bir an aydınlanıp sonra karanlığa boyun eğmeye alışmış bir halimizin olmasından yakınmış.
Victor Hugo’nun özgürlüklere ilişkin sözlerini Osmanlıcaya uyarlayıp kendi şiiri gibi yayımlamış bir ünlü dönem şairinin yaptığından, adını vermeden esinlenmiş olarak anlamlı bir durum saptaması yapmış: “Her şeyi dışardan alıp kendimize mal etmek huyu bizde birtakım kötü alışkanlıklar yaratmış olacak. Özel çıkarlarımızı gözeterek ‘Şu iyi, tam bize göre, şu kaka bizden ırak olsun!’ diyoruz. Bunu derken yeryüzünün yuvarlak olduğunu, uluslar topluluğu bugünkü uygarlık aşamasına varana dek, vaktiyle bizim de birçok uluslar gibi emek harcadığımız, insanlığa yararlı katkılarda bulunduğumuzu ya bilmiyor, ya da anlamak istemiyoruz..” diyor..
Atatürk’e gelinceye kadar, yirminci yüzyılda kurultayın ne anlama geldiğini, anlamını bilenleri sorguluyor, Osmanlı İmparatorluğu’nda bu sözcüğü bilenin olmadığının vurgulamasını da yaptıktan sonra, “Çağımızın gidişi özgürlüğe, eşitliğe ve sosyal adalete doğrudur..” saptaması ile nokta koyuyor.
SOLMAZER’İN KAÇIP KAÇMADIĞI POLEMİĞİ
Tarih sıralaması ile birkaç anlamlı haber daha. 16 Ağustos’ta MBK üyelerinden, 14’ler grubundan eski milletvekili Solmazer’in 1. Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından arandığı, yurtdışına çıktığı bilgilendirmesi ekiyle verilmiş haberi var.
17 Ağustos tarihli Cumhuriyet’teki haberde ise Münih’ten verdiği “Kaçmadım, gelecek ve hesabımı vereceğim” demeci yer alıyor. 17 Ağustos günlü Cumhuriyet’te ise avukat Halit Çelenk’in kızı Serpil Çelenk’in faili gizleme suçundan tutuklandığı haberi yer alıyor. Arka arkaya pek çok yeni yargılama, tutuklama haberleri geliyor.
17 Haziran günlü Cumhuriyet’ten askeri mahkemede 15 Haziran olayları nedeniyle yargılanan yöneticileri için görevsizlik kararı verildiğini öğreniyoruz. Daha önce de eylemler sürecinde sıkıyönetimin ilanı nedeniyle askeri mahkemede yargılanan, tutuklu kalan sanıkların, sıkıyönetim sonrası davalarının ağır cezaya nakledilmesine karşın, yeniden sıkıyönetim ilanı ile yeniden sıkıyönetim mahkemesinde yargılanmaları istemi reddedilmiş oluyor.
20 Ağustos günlü habere göre Tağmaç emekliliğini istiyor. Bakanlar Kurulu Gürler’in Genelkurmay başkanlığını Sunay’ın onayına sunuyor. Askeri cepheden siyasal eğilimlere göre güç savaşları yeniden gündemde ön plana çıkıyor.
TEKNİK GÜÇ’TEN YENİDEN CUMHURİYET’E DÖNÜŞ
4 Eylül tarihli yazı dizimin fotoğraflı anonsunu, sadece bizimle dayanışma adına İnşaat Mühendisleri Odası, dönemin İstanbul Başkanı İzzettin Silier’e teşekkür ve Cumhuriyet ailesine yeniden katıldığımın ilk yazılı belgesi olarak paylaşmak adına veriyorum..
Demokratik tüm meslek örgütlenmelerinin Cumhuriyet’le dayanışmaları muhteşem olmuştu. Elbette inşaat mühendisliği özelinden Cumhuriyet’in depremlere dönük duyarlılıkta katkılarının çok özel yeri olacak. Tıpkı Türk Tabipleri Birliği, Erdal Atabek üzerinden sağlık sorunlarına paydaşlığın yansımaları gibi. Barolarla Cumhuriyet’e dönük yargılamalar da içinde, tüm hak-hukuk arayışlarında kurulmuş sıcak, kopmaz bağlarımız gibi..
FİKİR SUÇU TARTIŞMALARI, ULUSLARARASI DAYANIŞMA...
17 Eylül tarihli Nadir Nadi’nin “Fikir Suçu” başlıklı yazısını atlamak haksızlık olacaktı. Yeri gelmişken 12 Mart süreci içinde uluslararası gazetecilik örgütlerinin, tıpkı 12 Eylül askeri darbe süreci; birinci, ikinci Silivri sivil darbe süreçlerinde olduğu üzere Türkiye’ye, ülkemiz gazetecileri, sendikal, meslek örgütlerinin hak savunmalarında güçlü destek vermelerinin altını çizerek başlamak gerek. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu kongrelerini bile bu kritik dönemlerde Türkiye’ye taşımaktan vazgeçmediler.
TGS, Cemiyetimiz bağlantılı çok fazla anıyı paylaşmak zaman alır. Nadir Nadi, başlığını verdiğim yazısında işte Gazeteciler Federasyonu’nun İstanbul’da yapılan kongresine katılmış uluslararası Basın Enstitüsü IPI Direktörü Ernest Meyer ile Cemiyet çatısı altında, ülkenin tepedeki ünlü gazetecilerinin, yöneticilerinin katıldıkları ortak toplantıdan gözlemlerini okuruyla paylaşıyor.
Mayer’in fikir suçunun olduğu bir ülkede demokrasiden söz edilemeyeceği saptamasının altını çiziyor. Devamla kendi yaşam anıları içindeki düşünce özgürlüğü kurbanı olmuş gazetecilerimize ilişkin anılarını gözlerinin önünden geçiriyor. Çeyrek yüzyıldır kurbanlarının canı yanarken, ülkenin her yanında demokrasiden yana, diktatörlüğe karşı söylemle siyaset yapanların varlığının acı çelişkisinin örneklerini sıralıyor.
1930’ların Serbest Fırka örneğinden, 1950’ler sonrası yaşananlara, özellikle de siyasal İslam adına laiklik, fikir özgürlüğünün katledilmesi siyasetlerinin çelişkilerini örnekliyor. Bu klasik taktiğin artık sökmemesi gerektiğinin vurgusu ile yazısına nokta koyuyor.
İLHAN SELÇUK BERAAT ETTİ
23 Eylül tarihli “İlhan Selçuk” beraat etti haberi. Elbette yeniden Cumhuriyet’e, yuvaya döneceğinin muştusu gibi. 11 Ekim’de 17 Ekim’de ilk yazısının yayımlanacağının duyurusu yer almış.
17 Ekim tarihli “İpliğin Ucu” başlıklı köşesinde, çok sevgili annesi ile bir çocukluk anısından söze girmiş. Yün çilesini eline alıp ucunu bulması üzerinden uğraşıyı anlatıyor. Ucunu yakalamanın öneminden, bulunması sonrası kolayca çözülmesinden, ilk yazının yazılması güçlüğünden felsefe yapıyor. Gazete okur ilişkisine, elbette Cumhuriyet’teki bu ilişkinin özelinin değerine geçiş yapıyor.
Gerisini sizlerle eksiksiz paylaşmak gerek: “Nadir Nadi’nin yönetimi bıraktığı günden önceki altı aylık dönemin ortalama günlük satışı 115 bindi. / Nadir Nadi tekrar yönetimi aldığı gün satış yuvarlak 45 bini gösteriyordu./ Ve ne denli kıvanç vericidir ki Cumhuriyet’in baskı sayısını işaretleyen gösterge şimdi günden güne yükselmektedir. Sözleşmiş gibi gazeteyi bırakan on binlerce okur, sözleşmiş gibi gazeteye yönelmektedir./ Dünya tarihinde böyle bir olay var mı bilmiyorum./ Ama yoktur sanıyorum. Türkiye gibi yarı alfabesiz bir toplumda Cumhuriyet olayı, onur ve umut vericidir./ Aydın okur kitlesi, objektif haberi, Atatürk ilkeleri ışığında, devrimci yorumu ve namuslu tutumu benimsemiş, bu yönde fikren örgütlenmiştir./ Bir gazeteyi gazete yapan: rotatifler, kâğıtlar, mürekkepler değil, işte budur./ Bu düzeydeki okurdur../ -Nasılsın?/- İyiyim/ -Ne var, ne yok?/ Çok şey var, çok şey yok./ Gün gün konuşacağız, anlatacağız./ Bugün ipliğin ucunu bulduk; İpliğini pazara çıkaracağımız konular da elbet bulunacak.”
YILMAZ GÜNEY YARGILANDI
28 Eylül 1972 tarihli Cumhuriyet’te Yılmaz Güney’in yargılanmasının fotograflı haberi var. Umut filminin izinsiz yurtdışına çıkması, anarşistlere yardım ettiği gerekçeleri ile 1. Ağır Ceza’da yargılanıyor.
ALTIN KOZA’DA BİRİNCİLİK ÖDÜLÜNÜ ALDI. BİR GÜN SONRA İSE JÜRİ YENİDEN TOPLANDI, VERİLEN ÖDÜLÜ GERİ ALINDI
Bir gün sonraki 29 Eylül tarihli Cumhuriyet’teki 1. sayfa haberimize göre ise Yılmaz Güney “Baba” filmi ile Altın Koza’da birincilik alıyor. Bir gün sonra 30 Eylül tarihli birinci sayfa haberimize göre ise Altın Koza’nın ödül sonuçları değiştiriliyor. Yeniden toplanan büyük jüriye ödül sonuçları değiştirtiliyor. Birincilik ödülünü alan Yılmaz Güney’in Baba filmi ile birlikte aldığı ödüller bu kez Karadoğan filmi ile Cüneyt Arkın’a veriliyor.
İLHAN SELÇUK GÖZALTINDA
Aradan bir ay geçmemiş. 20 Ekim tarihli Cumhuriyet’in birinci sayfasında “İlhan Selçuk gözaltında” haberi yer alıyor. Haberin içinden okuduğumuzda akşam 18.00’de sıkıyönetimin bilgisi altında evinden alındığını öğreniyoruz. Komutanlarla bir tatbikatta bulunan Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün, Emniyet’te sürdürülen bir soruşturma için Komutanlığı’nın bilgisi altında gözaltına alındığını açıklıyor. 21 Ekim günlü Cumhuriyet’te İlhan Selçuk’un Cumhuriyet’e ilk geldiğinde yayımlanmış ilk yazısı yeniden basılıyor. Daha önce hiç yaşanmamış bir gelenek ile dayanışma başlatılıyor. 8 Nisan 1962 tarihli yazısının tıpkıbasımı ile içeriye alınan gazeteciler için gelenekselleştirilecek bir direniş, dayanışma kalıbı oluşturuluyor. Yetinilmiyor 22 Ekim tarihi ile Yüzbaşı Selahattin’in Romanı’nın yayını başlatılıyor.