İki yeniyetme yollarda...
Fatih Akın’ın başlayan yeni filmi ‘Tschik-Elveda Berlin’ matrak bir yol hikâyesi çeşitlemesi
Sungu Çapanİki yıl önceki türden türe atlayan o iddialı, upuzun epik denemesi “The Cut”la doğrusu 20 yıllık başarılı kariyerine şöyle okkalı bir “kesik” attırdıktan sonra gönlümüzden- aklımızdan değilse de, dilimizden-gündemimizden biraz uzak düşen, Almanya’daki medarı iftiharımız, heybesine çoktan Altın Ayı gibi önemli uluslararası ödülleri de sığdırmış, saygın senarist-yönetmen- yapımcı Fatih Akın’ın, moda deyişle yeniden o saf, coşkulu ve pırıl pırıl ilk dönemindeki ‘fabrika ayarlarına’ döndüğü, onuncu filmi “Tschick” (Çik), “Elveda Berlin” adıyla gösterimde.
İstanbul’a geldiğinde hep Tepebaşı’ndaki Büyük Londra Oteli’nde kalmayı seven Fatih Akın’ın, erken yaşta ölen yazar Wolfgang Herrndorf’un 2011’de Almanya Gençlik Edebiyatı ödülünü alan, bütün dünyada çok satmış ve Türkçeye de “Yokuş Aşağı” adıyla çevrilerek ON8 yayınlarından çıkmış romanından, senarist Hark Bohm-Lars Hubrich ikilisiyle birlikte beyazperdeye uyarladığı “Tschick-Goodbye Berlin”, 19 yüzyıl ABD’sinde Missisipi dolaylarında geçen ve o ilkgençliğin tüm saflığını, içtenliğini, heyecanını, delifişekliğini yansıtan, ünlü Mark Twain klasiği Tom Sawyer- Huckleberry Finn’in Maceraları’nın günümüze aktarılmış, çağdaş bir versiyonu niteliğinde.
Manken gibi bir dilberi metres tutmuş kocası (Uwe Bohm) yüzünden kendini tenis oynamaya ve içmeye vermiş, alkol sorunundan kurtulmak için de bir rehabilitasyon merkezine yatacak annesiyle (Claudia Geisler) iletişimi çoktan koparmış, varlıklı ve adi babasınca tatile çıkmayıp yaz boyunca dayalı döşeli, (hatta havuzlu) aile evini beklemeye mecbur bırakılmış, bıyıkları yeni yeni terleyen, sınıfın en güzel kızına (Aniya Wendel) da yanık, 15 yaşındaki ezik, muhallebi çocuğu kahramanımız Maik Klingenberg (Tristan Göbel), Tom Sawyer’in çağdaş ve halim-selim bir Alman şubesi adeta. Günün birinde okula yeni gelen irikıyım, çekik gözlü, kaba saba Rus göçmeni Tschichatschow’la (Çikatçov yani Çik’le) yakınlaşıp dost oluyor Maik.
Çevrelerince dışlanan bu 2 aykırı oğlanın, ehliyetsiz Çik’in (Anand Batbileg) dökülen, Lada marka, çalıntı arabasına atlayıp Berlin’i geride bırakarak plansız programsız bir şekilde kendilerini yollara vurmalarını, polis enselerinde maceradan maceraya atılmalarını 1.5 sat süresince hikâye ediyor “Elveda Berlin” neşe ve gırgırla karışık. Derken ormanda rastgeldikleri, Prag’a gitmek isteyen, erkek Fatma kılıklı ama 2 oğlanı da idare eden, özgür ruhlu, saldırgan bir kızda (Nicole Mercedes Müller) katılıyor aralarına bir süreliğine. Ama Truffaut’nun unutulmaz “Jules ve Jim”i usulü, ergenvari bir romantik ‘üçlü’ sevda ilişkisine pek geçit vermiyor tabii ki, 1960-70’lerin sinemasına vakıf yönetmen Akın.
Kimisince sığ sayılabilecek konusuna karşın, yönetmenin absürd mizahla gerçekçi bir yaklaşım arasında salınarak kendine özgü, alaycı ve yer yer duygusal bir tempo tutturan, dinamik ve matrak anlatımıyla, sempatik oyuncu kadrosuyla, kameraman Rainer Klausman’ın görüntüleri ve besteci Vince Pope’un müzikleriyle sonuçta yağ gibi kayan “Elveda Berlin”, Akın’ın filmografisindeki “Temmuzda”(2000), “Solino”( 2002) ve “Soul Kitchen-Aşka Ruhunu Kat”(2009) gibi orta karar, neşe dolu, civelek filmleri düzeyinde seyreden, sade, sakin bir eğlencelik. Kendini kaçınılmaz bir ‘iyi hisset’ hissiyatına kaptıran benim gibi kaşarlanmış sinefil takımının bir çırpıda tükettiği bu neşe dolu Fatih Akın seyirliği meraklısına salık verilir.