"İçinde utanmak kelimesi olmayan yeni bir lisan yarattılar"

İlhan İrem, içinde utanmak kelimesi olmayan yeni bir lisan yaratanların “Yeni Türkiye”sini anlatıyor.

Ali Deniz Uslu / Cumhuriyet

İçinde utanmak kelimesi olmayan yeni bir lisan yarattılar” diyor İlhan İrem yeni kitabı “Güneş Ülkesinin Karanlık İnsanları” kitabında. Karanlık bir düşüncenin çağdaşlığın ve aydınlığın üzerine devrildiğini söylüyor. Ana fikri ‘duvar gibi bir merhametsizlik’ olan döneme ‘rönesans’ diyebilecek kadar koordinatlarını yitirenler olduğuna da dikkat çekiyor!

İlhan İrem bu coğrafyanın en özel ozan müzisyenlerinden biri. Pek çok kuşağın sözcüsü, hem müziği hem felsefesi ile çok görünür olmasa da herkesin bir kuytusunda yaşıyor. İrem son yıllarda yazıyor çünkü son çeyrekte Türkiye merhametsizlerin elinde cehenneme döndükçe daha çok yazmak istediğini söylüyor.

Güneş Ülkesinin Karanlık İnsanları” kitabında “Yeni Türkiye”nin neresi olduğunu anlatıyor.

 -Bunca kaosun, kalabalığın ve bulanıklığın içinde hala inzivada ve “uzakta” kalmayı nasıl başarıyorsunuz?

Hep uzakta değilim. ‘Hem yakındayım hem uzaktayım’ diyebiliriz. Geçiş zamanlarını benim belirlediğim boyutlar arası bir kapının iki tarafında yaşıyorum. 17 yaşında başlayan müzik yolculuğumda, ilk gençlik heyecanlarımı yansıtan lirik ve duygusal çalışmalar sonrasında, seksenlerle başlayan toplumsal kapanışa ve arabik liberal çöküşe tepki olarak içimde uyanan isyanı ilk hissetmeye başladığımda, sanat üretimlerimin evrensel ve soyut anlatımlarını hayatın giderek yoğunlaşan haksızlıklarına somut olarak verdiğim tepkilerden ayrı tuttum. Daha açık bir anlatımla, müziğimin sanat boyutunu yüksek tutmaya, söyleyeceklerimi satır aralarında söylemeye ve yüzeysel, slogancı, kaba bir anlatım içine girmemeye özen gösterdim. Böylelikle “Pencere”, “Köprü”, “Ve Ötesi”, “Koridor” albümleri gibi, içinde tepkilerimi barındıran aşk kutsamalarıyla müzikalitesi ve sanatsal özü farklı bir İlhan İrem Anlatımı oluşturdum.Öte yandan hayatın çekiştirmelerine karşı büyüttüğüm tepkilerimi, direnişimi ve kendi önermelerimi “Kuklacı Amca” (1975), “Blues For Molla” (1990) gibi birkaç istisna dışında yine somut olarak şarkılarıma almaksızın, yazarak anlatmaya başladım. 1985 yılından bu yana kitaplar yazmaya ve doksanlı yıllardan itibaren de müzik çalışmaları nedeniyle periyodik olmamakla beraber, “Cumhuriyet Gazetesi” “Kuvayi Medya”, “Papirüs”, “Gökyüzü” gibi dergilerde yazılarımı yayınlamaya başladım. Böylece duygu ve kavga medcezirinin iki ayrı ucundaki ruh halimi müzik ve yazı olarak iki ayrı üretim biçemi ile sürdürüyorum. Son çeyrekte Türkiye merhametsizlerin elinde cehenneme döndükçe daha çok yazmaya başladım. Aydınlık Gazetesi ve Odatv’de yazıyorum.

-Türkiye'deki kültürel evrimi, değişimi uzun yıllardır yaşıyoruz. Pencerinizden baktığımızda “Yeni Türkiye” neresi, ya da ne?

Güneş Ülkesinin Karanlık İnsanları” kitabımda “Yeni Türkiye”nin neresi olduğunu anlatıyorum. Yeni Türkiye neredeyse bir kara bilimkurgu öyküsüdür. Ruhlarını gönüllü olarak ruhsuzlara teslim etmiş insanların yaşadığı bir ülke. Evrensel değerlerden, gerçeklikten tamamen kopuşun histerisindeki insanların, bir büyük yalanın peşinde olmayan değerleri yücelttikleri yerdir. Yeni Türkiye’nin kelime karşılığı, aklınıza ne geliyorsa, hayat, bilim, sevgi, sanat, adalet, siyaset, doğa… Bütün kavramların içinin boşaltıldığı, yerlerine hurafe bile olmayan sayıklamaların konmaya çalışıldığı “Hiçbir Şey Ülkesi.”

-Başka bir dünyadan şarkılar söylüyorsunuz, yazıyorsunuz. O dünyaya biz gidip gelebiliyoruz, kalmayı bilmiyoruz sanırım orada. Peki, oradan burası nasıl görünüyor?

Bunalınca tatile gitmek gibi, uzaklara… Çok uzaklara gidebildiğim için, bütün boyutlarıyla hissederek içinde olduğum dünyaya kuşbakışı da bakabiliyorum. Bu gidişlerden dünya halleriyle kirlenmemiş şarkılar ve hayatlarla geri dönüyorum.

Daha geniş bir açıyla baktığımızda, Dünya da büyük bir kültürel çıkmazda. Ama batı dünyası henüz tümden aklını, fikrini yitirmedi. Çağdaş değerler, gerçek sanat ve sanatçılar, devlet adamı karatında olanlar halâ ayrıksı ve baştacı olarak saygı, sevgi görüyor. Türkiye’de ise son onbeş yıldır yaşanan akıl tutulması katastrofik boyutlarda. Kendini geliştirmesi için çağdaş imkanlar sağlamak yerine olduğu gibi görünmesi cüretlendirilen yaygın cehalet yüzünden, ülke herhangi bir kahvehane sohbetinde bile rastlanmayacak denli sığ kültürel boyutlarla ve bilimle, akılla, çağ ile çatışan deli saçması önermelerle yönetiliyor.

-Güneş Ülkesinin Karanlık İnsanları” kitabınızın girişinde “İçinde utanmak kelimesi olmayan yeni bir lisan yarattılar” diyorsunuz...

Kitabın mottosu bu cümle. Bir sonraki sayfada ikinci bir giriş cümlesi daha var; Oysa biz denizlerin deniz, yağmurlarin yağmur, aşkların aşk,
insanlarin insan olduğu masumiyet çağlarından geliyoruz.”

Karanlık bir düşünce çağdaşlığın ve aydınlığın üzerine devrildi.

Geniş kapsamlı bir yayılım harekatı içinde, en belirgin özellikleri, satır aralarından çıkartıp ortaya döktükleri kötücül hamlelerine dair suçlamaları daima karşı tarafa yüklemeleri ve sürekli bir mağduriyet edebiyatı ile soslanmış güç gösterisinin paradoksu içinde olmaları. Bitmeyen bir rövanş hırsı ile bunu yaparken, kendi saflarını sıklaştırmak adına, hoyratça bir bölme ve ötekileştirme eylemi içinde, gerçekdışılık, tutarsızlık, demagoji ve kendi kalıpları dışında hiçbir değer tanımamazlık konusunda sınır tanımıyorlar.

Kitapta yayımlanmış yazılar, şiirler, denemeler, tanıtımı çok yapılmayacak metinler birarada. Peki sizin asıl derdiniz neydi ?

Ben sanatçıyım. İnsanların mutlu yaşadığı, güzelliklerini ve doğasını yitirmemiş bir dünyada, yalnızca müzik yapmak isterim. Aslında tek derdim müziğimi daha evrensel boyutlarda, daha da yüksek müzikalite ile sunmak olmalı. Ama bazen bazı şeyleri yapmak kaçınılmazdır. Eğer kainat beni sanatçılıkla taçlandırmışsa, bana bu yetkinliği ve yaratma gücünün ayrıcalığını vermişse, görebildiğim ve hissedebildiğim gerçekleri anlatarak bir kişiyi bile uyandırabilmek, bir damladan beklenmedik okyanuslar yaratabilir. Kendi tarihime, kendi yolculuğumun seyir defterine de not düşüyorum ayrıca. Evrensel boyutlara kanatlanmış olsam bile dünyaya geldiğim bu topraklara karşı sorumluluklarım ve vefa borcum var. Bütün bu anlattıklarıma karşın, kitabın bütününde de hissedileceği gibi, ben umutlarımı asla yitirmiyorum. Yaşananların yumurta-tavuk gibi birbirini yaratarak, sevgisizlikten doğan sığlığı kutsama hastalığının geçici bir süreç olduğunu biliyorum. Bütün bir ülkenin ortak soluğunu parçalayıp, güzelliklerimizi, ve ruhlarımızı da çalmak isteyen karanlık, boş hayaller peşinde kendi duvarına doğru ilerliyor. Ardında çok büyük acılar, yaralar ve izler bıraksa bile sonunda karasularımızdan çıkacak. Çünkü insanın ergeç hatırlayacağı özgür ruhu ve çağın doğal akışı karşısında hiçbir zorba ve hiçbir sanal güç duramaz.

Sistemin çarklarını kırdınız, hep muhalif kalıp, devrimci ozanlığınızı sürdürmek için belki de pek çok şeyden vazgeçtiniz. Ama artık “yandaş sanat” var. Omurgasızlık çağın hastalığı. Sanatçıların ve bir kısım “solcu” bu yanar döner tavrına ne diyorsunuz?

Bu bir Güneş Tutulması. Ülkenin büyük bir bölümü görüşünü, aydınlığını yitirdi. Böyle zamanlarda ışık olması gereken sanatçılar ve bilim insanlarından bazıları bile, bu görülmemiş algı operasyonunun anaforu içinde yapay ışıkların pervanesi oldular. Ana fikri ‘duvar gibi bir merhametsizlik’ olan döneme ‘rönesans’ diyebilecek kadar koordinatlarını yitirdiler. Oysa her şeyin acımasızca tersyüz edilmesini düşünce devrimi sanmak ne kadar büyük bir aymazlık. Sanat haksızlıklara, çirkinliklere karşı durmak, güzellikleri kutsamaktır. Sanatçı sonuna kadar muhaliftir. Hele ki böyle olağanüstü dönemlerde en başta sanatçıların ve görebilen herkesin korkusuzca ses vermesi gerekir. Güce tapmak sanatla bağdaşmayan bir kişilik bozukluğudur.

-Peki, gelecekte neler bekliyor bizi?

Her şeye karşın yeni umutlarla, sevgilerle yaşanmasını arzuladığımız yeni bir yıl geliyor. Cumhuriyet Pazar Dergi okurlarına ve sizlere aydınlık günler dilerim.

Işık ve sevgiyle…