İçeriye mektuplar... Şanghay Beşlisi’nden önce biz vardık
Şanghay Beşlisi’nden önce biz vardık
cumhuriyet.com.trHepimiz Cumhuriyet gazetesine 80’li yıllarda girmiştik. Yaklaşık 35 yıldır süren dostluğumuz gazetede başlamıştı. Ailece yaz tatilleri, Bandırma, Ankara, Adana ve İzmir buluşmaları… Cemal böyle başladı mektuba ve devam etti.
Önce Ozan’ın üniversite heyecanını yaşadık birlikte. Sonra Oya, Sinan, Pınar, Arif, Oğuz, Zişan Ezgi, Cem ve Zişan’ın pabucunu dama atan Ali’in büyümelerini, bazılarının evlenmesini, çocukluktan ‘babalığa’ geçişlerini, mesleklerinde başarılı olmalarını keyif ve mutlulukla izledik.
Yani diyeceğimiz o ki sevgili arkadaşım, ‘Şanghay Beşlisi’nden önce biz vardık! Yazıişleri’nin gıptayla (bazen de kuşkuyla) izlediği yazlık buluşmalarımızda elbet ‘Cumhuriyet’i de kaynatırdık.
Olmayanların kulaklarını çınlatırdık bol kahkahalar eşliğinde. Ama asıl kaynattığımız dostluklardı. Büyük ailemiz, hepimizin buluştuğu yer, yürekten bağlı olduğu Cumhuriyet sevgimizdi, bizi biz yapan, ailelerimizden sonra en fazla aidiyet duyduğumuz, güvenli çatımızdı.
O çatı kimilerimizin başına çökse de kendimizi bir gün o ailenin dışında buluversek de aslında şimdi düşünüyorum da biz hep saçak altında, o kocaman çatının içinde olmasak da, hep yanı başındaydık. “Ülkede neler oluyor” kadar hep “Cumhuriyet’te neler oluyor”la da meşguldük. Orada kalan arkadaşlarımızla gönül bağlarımızı hiç koparmadık; dostluklarımızı, anılarımızı, gençliğimizin geçtiği, içinde olmaktan her zaman gurur duyduğumuz o büyük aileyi hiç ama hiç unutmadık. Sevinçlerimiz de oraya aitti, kırgınlıklarımız da... Cumhuriyet bir sevdaydı ve bizler o sevdanın kahramanları. Tıpkı bugün olduğu gibi. Zaman zaman eleştirsek de, kızsak da o bizim Cumhuriyetimiz, o çatı altındaki her bir çalışan bizim arkadaşımız, meslektaşımızdı. Bazıları da senin gibi, Fikret gibi, Mehmet’ler gibi can dostumuz…
En son sevgili eşin Semra buluşturdu can dostları İstanbul’da. Doğum günü sürpriziydik. Ben İzmir’den, Karakaya Adana’dan, Fikret İstanbul’dan geldi, bir Açıktan yetişemedi, bulunamadı aramızda. Neyse ki sağlam bir mazeret kâğıdı (!) gönderdi de dilimizden kurtuldu. Ama o gün okulu kırmış çocuklar gibi çağlayan neşemizden mahrum kaldı, o da onun cezasıydı!
Bütün sıkı dostluklar gibi, kaldığımız yerden başlayıverdiğimiz sohbetin, kahkahanın, Semra’nın özene bezene hazırladığı yemeklerin, mezelerin tadı hâlâ damağımda. Ne zaman seni o duvarlar arasında düşünsem, yüreğim sıkışsa; aklıma hemen, evindeki o doğum günü buluşmasını getiriyorum. Bizi gördüğünde şaşkınlıktan kahkahalara geçişini, nasıl mutlu olduğunu/ olduğumuzu, daldan dala atlayarak sohbetin belini nasıl kırdığımızı düşünüyorum. Ve bir gün, en kısa zamanda seni aynı yerde nasıl karşılayacağımızı, kadehlerimizin bu kez yeni yaşına değil de yeni yaşamına, ‘özgürlüğe’ kalkacağını hayal ediyorum. Bu kez yanımızda eşlerimiz, çocuklarımız da olacak ama. Tıpkı o yaz tatillerindeki gibi, sohbetimizi, kahkahalarımızı maviliklere süreğiz güzel dostum. Buna inanıyorum, o günü sabırsızlıkla bekliyorum. Dostlukla sımsıkı kucaklıyoruz seni.
Karakaya araya girdi ve saf saf sordu! Mektup yaz diyorlar… Niye yazılır ki? Gidip görmek, konuşmak varken. Fikret dedi ki, göremezsin. Yahu neden? Cevap; soyadın tutmadığı için. Yahu gardaş olmak için, illaki soy isim mi tutması lazım dedi Mehmet… Evet kanun hükmünde kararname ve devlet büyükleri öyle diyor dedi Fikret… Peki, yazayım o zaman diyen Karakaya, bu mektup şöyle yazılmalıydı dedi ve yazdı: “Gardaşım Önder, mektubuma başlamadan evvel herkese selam eder, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. Gardaşım, nasılsın? İyi misin? İyi olmanı cenabı Allah’tan dilerim. Sen de bizi soracak olursan hamd olsun iyiyiz diye başlardı bizim zamanımızda gurbetteki dostlarla hasbıhal. Cemal ne güzel anlatmış 35 yılı, Ankara Gölbaşı’nı, Adana buluşmalarını… Seferihisar otel mutfağından patates çaldığımızı atlamış yalnız. Adana’ya gelen Cumhuriyet çalışanları içerisinde sabah uçağını kaçırmayan tek adam olduğunu da bilmiyordu demek ki… Mektubuma son verirken tekrar selam eder büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. O güzel insanlar, o güzel atlara binerek geri gelecekler. Sevgiyle, dostlukla, özlemle kucaklıyorum. Neyse şimdilik bu kadar çık dışarı konuşuruz…” Nerede kalmıştık diye başlayarak.
‘Şanghay Beşlisi’ şöyle bitirdi mektubu… Koğuş arkadaşların Sevgili Hakan’a, Güray Öz’e ve Cumhuriyet tutuklusu tüm arkadaşlara mahsus selamlar…