İçeriye mektuplar... Hukuk herkesin ihtiyacı
İştar Gözaydın, gazetemize yapılan operasyon kapsamında tutuklanan yazar ve yöneticilerimizden Kadri Gürsel için yazdı.
İştar GözaydınSevgili Kadri,
Seninle bunları güzel bir yemekte paylaşabilmek, tartışabilmek yerine sana mektup yazmak zorunda olmak acı; hem de haksızca konulduğun, tutulduğun bir hapishaneye yazmak çok acı.
Benzer bir deneyimi 102 gün yaşamış biri olarak, düşüncelerini ifade etmekten ve hayatta kendinin olduğu kadar başkalarının haklarına da saygı göstermeyi, onları savunmayı ilke edinmiş biri olmaktan ötürü tutuklanmanın, özgürlüğünden yoksun kılınmanın nasıl bir şiddete, tecavüze maruz kalmak olduğunu biliyorum. Ne yazık ki demokrasi, haklar, adalet, en çok da hukuk mekanizması uzun zamandır içi boşaltılmakta olan kavramlar, son zamanlarda da ağır yaralar almış olan kurumlar. Ne yazık ki dünya siyaset arenasında (siyaset derken bilirsin salt devlet ve toplum idaresi için yapılan faaliyetleri kastetmem; yeryüzündeki tüm ilişkiler siyasettir) bu kavramlar, bu kurumlar zaman zaman mağdur olmuştur; benim canımı çok acıtan artık mağlup olma aşamasında olmaları. Heyhat, oysa “bizden sonra tufan” dememek için herkesin ama herkesin nasıl da ihtiyacı var demokrasiye, adalete ve bilhassa hukuka... Evet, Churchill’in 1947’de Avam Kamarası’nda alıntılamış olduğu gibi, demokrasi en kötü yönetim şekli, ancak tarih boyunca denenmiş diğerlerine bakılınca, hadi gelecek için iyimser olmaya çalışayım -belki daha iyisi başarılır- şimdilik hâlâ elde daha iyisi yok. Adalet, ne kadar klişeleşmiş olsa da yine de mülkün temeli. Bunlardaki yıpranma üzücü, yine de benim şahsen asıl derdim hukukla; her ne kadar bir ömür boyu formel eğitimini almış olduğum bu alandan kaçmak için çaba göstermiş olsam da bahsettiğim kavramlar arasında, bu denli yaralanmasına en çok kan ağladığım yine de hukuk. Mesleki deformasyon, herhalde... Tamam, hukukun da tek bir tanımı olmadığını tabii ki biliyorum.
Ama benim hukuk anlayışım, hukuku önderin sınırsız kararı sayan Carl Schmitt ya da hâkim olanın amaçsız gücü sayan Friedrich Nietzsche uygulamalarıyla mücadele etmek. Benim uğraşım, hukuku temel hakların korunmasına adayan John Locke ya da ahlak, adalet gibi değerlerle belirleyen Ronald Dworkin doğrultusunda bir anlayışı hayata geçirebilmeye çalışmak. Kantiyen ahlaktan hemen hiç nasibini almamış toplumlarda yetişen (tabii bunda onları yetiştiren eğitim sisteminin, özellikle de hukuk fakültelerinin sorumluluğu büyük) pek ama pek çok hukukçunun, onun hukukçuların kuramla ilgilenmemeleri gerektiği düsturunu harfiyen takip ediyor olmaları ilginç; bu tutumları tamamiyle rastlantısal ve pragmatik olsa da!
Hukuku yalnız o zamanda ve o mekânda konulmuş kurallardan ibaret saymanın, herhalde etik/ahlak anlayışı geliştirebilme hususundaki derin zafiyetiyle yakından alakası var; yozlaşmaya, çürümeye doludizgin ilerlenildiğine göre... Her toplumu kendi hukuku toplum yapıyor; Cemal Bali Akal’ın yakında çıkan “Hukuk Nedir?” başlıklı ve bu işi dert etmiş herkesin okuması gerektiği kanaatinde olduğum kitabında yazdığı gibi, “toplumlar yapılanmaları, yapılanmalara uygun zihniyetleri ve hukuklarıyla birbirinden ayrılır.” Tabii ki kabul ediyorum, yasayla uygulayıcı meşru güç arasındaki bağı ve hukukiliği güç ilişkisinden, güç ilişkilerinden, güç kullanımından, baskıdan, şiddetten muaf sanmanın safdilliğini; ama hukuku salt güç ya da salt yasa sayan anlayışla mücadele etmeyeceksek neye varız ki? Off Kadri, sana anlatmak istediğim, dertleşmek istediğim, fikrini sormak istediğim daha nice nice konular var; ama bu şekilde yazmak bende, squash denen sporda olduğu gibi aracı olarak karşına bir duvar aldığın algısını uyandırıyor, bu da bir zaman sonra bir tür çaresizlik hissi yaratıyor. İyisi mi, biz bunları yüz yüze konuşabilelim. O günlerin yakın olduğu ümidiyle, sana ve şahsen tanıştığım, tanışmadığım oradaki tüm Cumhuriyet taifesine ve düşüncesini ifade etmesinden ötürü Silivri’de ve Türkiye’nin tüm hapishanelerinde yatmakta olan herkese selamlar, sevgiler...