İçe işleyen, ağı gibi bir belge
Julius Fuçik'in 'Darağacından Notlar'ı Kavis Kitap tarafından Şemsa Yeğin çevirisiyle yeniden yayımlandı.
cumhuriyet.com.tr12Mart 1971 askerî darbesi geldikten sonra, 1972 Nisan'ında yakalanıncaya kadar, zamanımın büyük bölümü koşullar gereği evde geçmişti. Göztepe'de, Sarıgül Sokağı'daki iki katlı evin bahçe katında. Üst katta ev sahibinin yaşlı annesi oturuyordu, alt katta biz. O süre içinde çok sayıda siyasal metin çevirdim. Ama Marxçılığın belli başlı kuramcılarının metinlerinin yanı sıra, 1937'de İspanya İç Savaşı'nda can veren Christopher Caudwell gibi yazarların yazdıkları da vardı çevirdiklerim arasında. Caudwell'in, sonradan Studies in a Dying Culture adlı kitapta bir araya getirilmiş olan denemelerinden yaptığım çevirilerin bir bölümü Memet Fuat'ın Yeni Dergi'sinde yayımlandı; bazıları ise daktiloda yazılmış saman yapraklarda kaldı. Kapitalist toplumu, kahramanlık, ütopyacılık, şiddet, sevgi, din, estetik, vb. gibi kavramlardan yola çıkarak, kimi yazarlar ve yapıtları üstünden kılı kırk yararcasına eleştiren bu denemeler, 1982'de Metis Yayınları'nın ilk kitabı olarak (Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler) yeni bir çeviriyle yayımlanacaktı.
İçeriden gizlice çıkarıldı
12 Mart günlerinde elime geçen bir başka kitap da, Çek komünist Julius Fuçik'in, Nazilerce yakalandıktan sonra Prag'daki Pankrats Hapishanesi'nde yazdığı notlardan oluşan Darağacından Notlar'dı. Kendisini ölümden başka bir şeyin beklemediğini bilen bir direnişçinin, başında bekleyen gardiyanlar eliyle teker teker dışarıya gönderdiği notlar, sonradan karısı tarafından bir araya getirilerek kitaplaştırılmıştı.
Daktilo kutusunda
Hiç duraksamadan çevirmeye başlamıştım Fuçik'in notlarını. O karanlık günlerde yayımlanabilip yayımlanamayacağını düşünmeden. Şimdi, tamamını çevirip çevirmediğimi bile anımsamıyorum. 1972 Nisan'ında çevremizdeki çember iyice daraldığında, evdeki çevirilerin önemli bir bölümünü, büyük boy Facit daktilomun koca bir bavulu andıran kutusuna doldurup bir dostuma bırakmıştım. Nitekim, ertesi gün sabaha karşı bizim ev basıldı ve götürüldük. İçeriden çıktıktan sonra, o dostumun, bıraktığım kutuyu arkadaşlarına götürdüğünü, onların da kutunun içindeki çevirileri naylonlara sarıp toprağa gömdüklerini öğrenecektim.
Af yaklaşırken
Henüz Temmuz 1974 affı çıkmamıştı. Ama 12 Mart'ın gözü dönük ortamı epeyce durulmuş, Ecevit hükümetinin af çalışmaları hız kazanmıştı. O kadar ki, Mamak Askerî Cezaevi'ne, daha önce aklımızın ucundan geçiremeyeceğimiz kitaplar bile girmeye başlamıştı. İşte o kitaplardan biri, yüreğimi umutla dolduracaktı: Darağacından Notlar, Julius Fuçik, Çeviren: Şemsa İlkin, Oda Yayınları...
Birden, yalnız olmadığımı, olmadığımızı duyumsamıştım. Benim çevirim belki toprağın altında kalmıştı ama, bir başka çevirmen, Şemsa İlkin (şimdi Yeğin), Fuçik'i çevirip yayımlatmıştı işte'
Yaşanmış bir film
Şemsa Yeğin'in Darağacından Notlar çevirisi geçenlerde Kavis Kitap tarafından yeniden yayımlandı. Bu tür kitaplar, günümüzün çok değişmiş gibi görünen ortamında artık pek 'moda' değil belki. Naziler'in 1930'lar, 1940'lardaki yabanıl uygulamalarını uzunca bir süredir yalnızca filmlerde izliyoruz. Fuçik ise, hücresinde ölümü beklerken kaleme aldığı notlarda, bire bir yaşanmış bir 'film'i, Naziler'in 'Sinema' adı verilen sorgu odasında çekilmiş bir 'film'i anlatıyor bize.
Kitabın kapağında nedense 'Roman' yazıyor, ama aldırmayın. Darağacından Notlar, bir roman değil. Bir hapishanede yaşanabilecek en ağır koşullar altında tutulmuş bir tür günce. Derin bir gözlem gücüyle yazılmış, binbir güçlükle gizlice dışarıya çıkartılarak bizlere bırakılmış, içe işleyen, ağı gibi bir belge'
'Sinema'da sorgu
Julius Fuçik'in, 1943 ilkbaharında Prag'daki Pankrats Hapishanesi'nde yazdığı bir giriş notu, Darağacından Notlar'ın başında Önsöz olarak yer alıyor. Bir tahta sıranın üstünde, elleri dizleri üzerinde kenetli, gözleri duvara dikili, hazırolda otururken, 'İnsanın düşüncelerini hazırolda durmaya kim zorlayabilir?' diye soruyor Fuçik:
'Vücut dimdik, eller dizler üzerinde kenetli, gözler, eski Petçek Bankası olan binanın bir odasının sararmakta olan duvarına mıhlanmış, hazırol durumda oturmak, elbet, düşünmeye elverişli bir durum olmasa gerek. Ama insanın düşüncelerini hazırolda durmaya, kim zorlayabilir?
Kimliğini ve burada ne zaman yaşadığını bilmediğimiz birisi, bir zamanlar, Petçek binasındaki bu salona Sinema adını takmış. Almanlar buraya Islahhane diyorlardı, ama Sinema dâhice bir buluştu.
Bu geniş salonda sorguya çekilenlerin, üzerinde dimdik oturdukları altı tane uzun sıra vardı. Bir sonraki sorguyu, işkenceyi ya da ölümü bekleyenlerin dimdik, ileri bakan gözlerinin tam karşısındaki çıplak duvar, şimdiye dek filme alınıp da filme alınan sahnelerin sayısını kat kat aşan sahneleri oynattıkları bir perde haline geliyordu.
İnsanın bütün yaşamının ya da yaşamının önemsiz bir anının filmi. Yiğit yoldaşlar -ya da ihanet- üzerine filmler. Nazi-aleyhtarı bir broşür verdiğim adamın, yeniden akmaya başlayan kanın, elimi sımsıkı kavrayarak bağlılığını sürdürmeme yardım eden elin filmi. Dehşetle ya da gözü pek kararlarla, nefretle ya da sevgiyle, korkuyla ya da umutla dolu filmler.
Yaşama sırtımız dönük; burada her birimiz kendi gözlerimizin önünde her gün yeniden ölüyorduk; ama hepimiz yeniden doğmuyorduk.
Yaşamımın filmini yüz kez, binlerce ayrıntılarıyla gördüm. Şimdi onu yazmaya çalışacağım. Celladın ipi, ben bitirmeden boğazımı sıkarsa, geride filmin mutlu son'unu yazacak milyonlarca insan var''
Gizlenen sayfalar
Julius Fuçik'in hücresinde kaleme alıp gizlice dışarıya gönderdiği 'notlar', sonradan karısı Augustina Fuçik tarafından bir araya getirilerek yayımlanmıştı. Kendisi de bir süre bir toplama kampında kalan Augustina, bu serüveni kitabın başına koyduğu 'Bir Not'ta dile getirmişti:
'Ravensbrück'teki toplama kampında, bir hapishane arkadaşımdan, kocam Julius Fuçik'in 23 Ağustos 1943'te Berlin'deki bir Nazi mahkemesince ölüme mahkûm edildiğini öğrendim.
Başına daha neler geleceği ya da geldiğiyle ilgili sorularsa, kampı çevreleyen yüksek duvarlarda yankılanıp kalıyordu.
Hitler Almanya'sının 1945 Mayıs'ındaki yenilgisinden sonra, faşistlerin öldürecek kadar işkence etmeye zaman buladıkları tutuklular salıverildiler. Ben de onların arasındaydım.
Kurtarılmış anayurduma döndüğümde, tıpkı, Alman kuşatmacıları tarafından sürüklenip sayısız işkence cehennemine atılan, kocalarını, karılarını, çocuklarını, baba ve analarını arayan binlerce insan gibi ben de durmadan kocamı aradım.
Hüküm giydikten on dört gün sonra, 8 Eylül 1943 günü Berlin'de idam edildiğini öğrendim.
Ayrıca Julius Fuçik'in, Prag'da Pankrats Hapishanesi'ndeyken notlar yazdığını öğrendim. Hücresine kâğıt ve kalem getiren, sonra kâğıtları tek tek dışarı kaçıran da A. Kolinski adlı bir Çek gardiyandı. Bu gardiyanla tanıştım ve sonunda kocamın Pankrats Hapishanesi'nde yazdığı notları bir araya getirdim. Numaralanmış olan sayfalar, birçok sadık insanın gizlediği yerlerden çıkarıldı ve burada, Julius Fuçik'in yaşamı boyunca sürdürdüğü çalışmanın son bölümü olarak okura sunuldu''