Hurilerin mekânı
Yürümeyi, tırmanmayı, doğada olmayı seviyorum, doğayı özlediğim için olsa gerek. Bir de maceraya gözü kapalı atlamayı! Çoruh Nehri’nde rafting yapmaya kalkıp boğuluyordum az kalsın; İran – Irak savaşında çölde kaybolmuşluğum da var. Kediyi merak öldürür derler, gazetecinin başına da ne gelirse meraktan gelir. Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, “Tunceli’ye Baba Dağları’na gidiyoruz, Buyer Ana Gölü’ne 3-4 saatlik bir patika yürüyüşü var, gelir misin?” dediğinde, aklımda ne korona kaldı, ne uçak yolculuğunun riski, ne kalabalık grupta sosyal mesafe zorluğu, ne 3 -4 saatlik patika yürüyüşünün hangi koşullarda gerçekleşeceği.
Yazgülü AldoğanSonra bir kısa bilgi notu daha: “Bir gece dağda, göl kenarında konaklayacağız. Gece soğuk oluyor, yanınıza uyku tulumu alın, çadırlar olacak.” Uyku tulumum yok, trekking yapıyoruz dedikse dağcıyım demedim. Uyku tulumu almaya gidiliyor, çeşit çeşit var. Gece soğuktan dişlerimiz takırdarken yanımda yatan arkadaş, “ben ne bileyim, en ucuzunu aldım” diye sızlanıyor. Ben orta karar bir şey aldım. İçime de kalın giyerim, idare eder dedim. Etmiyormuş! O meşum gece, sabaha kadar, fermuarı bile olmayan, kapı kanatları rüzgarda sallanan ince bir Kızılay çadırının içinde, toprağın üzerinde ince bir hasır, tam da ısıtmayan bir uyku tulumunda uyuyamadan yatarken dışarda sırtında battaniye ile titreyenlerden, hatta olası bir depremde açıkta kalacaklardan daha şanslı olduğumuzu düşünüyorduk! Sabah beşte gün ağardığında şamanlar gibi güneşe tapınabilirdim! Koşarak wc’ye gidip rahatlamak, gece nasıl gidersin o karanlıkta, hele uyuyan atı ayı sanıp, ayı geldi diye bağırışıyorlarsa dışarda, sonra yola koyulmak. Yol dediğin, bilmediğin dağlarda, bilmediğin rotada, “Aha şu tepeyi dönünce orada, hadi biz gidiyoruz, patikayı takip et, gel” dediklerinde önünde uzanan sıra dağlar!
HAVAALANI KORKUSU
Pandemi başladığından beri aylardır seyahat etmedim. Bir günlüğüne yine bir iş gezisi, İstanbul Havalimanı’ndan. Bir de şimdi Erzincan’a Sabiha Gökçen’den. Uyarılar, işaretler, ne yaparsan yap, bir yer geliyor, iç içe yaşamaya alışkın Akdeniz toplumu, tepene çıkıyor, yapışık duruyor. Kuyrukta mesafe bırakmaya alışamıyor. Pegasus’un önceden chec-in yapıp valizleri de özel makinelerle size tarttırıp hazırlatması çok yararlı olmuş. Ama yolcuları uçağa götürecek otobüs şehirde dolaşsa, polis durdurup ceza yazar, tıklım tıkış.
Uçakta da bütün koltuklar dolu. Neyse ki iniş daha disiplinli, herkes sırası gelince kalkıp iniyor, ama bagaj alırken yine üst üste.
ERZİNCAN’DA ŞELALE
Memleketimde gitmediğim ender şehirlerden birisi Erzincan, çok planlı gözüküyor, geniş bulvarlar, kaldırımlar. Depremlerde sık sık yıkıldığı için yeniden yapılırken planlı yapıldı diye anlatıyorlar, yarı şaka yarı ciddi. Akşamüstü yakındaki Kırklar Türbesi ve Şelale’yi görmeye gidiyoruz, gerçekten görkemli. Grupta Mazlum Çimen, Erdem Gül, Mustafa Sarıgül ve pek çok gazeteci var. Araştırmacı, bilim insanları, yazarlar da. Akşam şelalenin eteğinde keyifli bir yemekle bitiyor. Ertesi gün, yolumuz zor ve uzun.
GEZİNİN AMACI, KADINA ŞİDDETE FARKINDALIK
Dağda, gölde ne işimiz var değil mi? Ali Kılıç’a sorduğum tek soru bu oldu. Alevi kültürünün sembollere, ritüellere bağlılığı asırlar içinde hiç değişmemiş. Büyük acılar çektiklerini, baskılar gördüklerini ve bunları hiç unutmadıklarını anıyor, hatırlatıyorlar hep. Dedeleri, pirleri, yatırları da kaçmaktan, saklanmaktan, hep dağ başlarında, ulaşılması zor yerlerde. Onları ziyaret ediyor, mutlaka kurban kesiyor, mum yakıyor, adak adıyor, cem yapıyorlar. Munzur Baba Dağları’nın içindeki krater gölü adını bir Anadolu kadınından alan “Gola Ana Buyere”
Buyer Ana da, Tunceli’nin kalbi, 40 hurinin mekanı. “Sen dağların göz yaşısın” dedikleri kutsal bir ziyaret mekanı. Babanın içindeki Ana gibi, kadınlar için sembolik değeri daha büyük. Kadına şiddetin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde buraya gelip kadınlara bir selam vermek, yanınızdayız demek, farkındalık yaratmak, gezinin amacı.
ÜÇ BİN METREYE TIRMANMA
Sabah Pülümür yakınlarındaki kahvaltıdan sonra minibüs ve sonra dört çekerle tırmanmaya devam ediyoruz. Göle iki taraftan da gitmek mümkün. Dağın bir yanı daha sarp. Diğer yanı daha kolay diyor ve araçlarla gidilebileceği kadar götürüyorlar, gerisi yaya, patikalardan. Yol boyunca hayvanlarıyla yaylaya çıkmış göçerlere rastlıyor, bu zorlu yaşam koşullarının bize sunduğu pastoral güzelliklere hayran kalarak yolun zorluğunu pek fark etmiyoruz. Tırmandıkça oksijen azalıyor. Bazen iniyor, bazen çıkıyoruz. Katırlar eşyaları taşıyor. Hava önce sıcak, sırt çantalarının değdiği yerler su gibi ter. Zirve üç bin metrenin biraz üstünde. Giderek soluklanarak yürüyoruz. Yükseldikçe oksijen de, nefes de azalıyor. Benim normal bir trekking günümde performansım 14 km, arazide 6 saat yürüyebilirim. Burada üç saatte çok yoruluyorum. Yükseklik zorluyor.
GÖLÜN GÜZELLİĞİ
Zirveye vardığımız zaman manzara büyüleyici. Dağların arasında hayli küçük ama bulutların yansıdığı masal gibi bir göl. Birkaç beyaz çadır kurulmuş. Kadınlar hamur açıp saç ekmeği yapıyor, tulum peyniri de var. Bir de közde çay! Sıcak yufkanın içinde eriyen tulum peyniri ve sıcak çay, aç karnına baklava börek tadında. Koyun sürüleri göle su içmeye geliyor, sürülerin içinde bir iki de kahküllü keçi oluyor. Hikayesi ilginç: malum koyun sürülerinde biri ne yaparsa ötekiler onu taklit eder. Keçi öyle değil, nitekim deli koyun dedikleri biri göle girip yüzmeye kalkıyor. Su birkaç saniyede dondurabilir, öyle soğuk. Keçiler sayesinde bütün sürü suya girmiyor! Deli koyunu değil, keçiyi takip ediyorlar.
Akşamın etkinliği, Alevi inançları üzerine Metin Kahraman, Kemal Kahraman’dan sunum ve Cem töreni. Konuşmaların içinde o kadar çok kurban sözcüğü geçiyor ki. Aleviler, dini bütün ritüellerinde mutlaka kurban kesiyorlar! Açıkçası, hangi din, hangi mezhep, hangi yan kol, kim olursa olsun, benim gibi bir deist için dini ritüellerin sembolik önlemleri birbirine çok benziyor.
Benim için en büyük din ve ibadet: hak, hukuk, vicdan ve ahlak. Kimsenin hakkını yememek, insana, hayvana, doğaya, bütün canlılara saygılı, vicdanlı olmak. Kime, nasıl inanırsan inan. Hak yiyor, yalan söylüyor, can yakıyor, şiddet uyguluyor, çalıyor, kayırıyor, israf ediyorsan ne olursan ol, saygım yok!
SOĞUK UYUTMUYOR
Uzun süren Cem töreni sırasında tek kaygım, giderek soğuyan havada, cem yapan dervişlerin çıplak ayakları ve ince beyaz gömlekleri. Ovacık’tan gelmiş bu arkadaşlar, törenin Pülümür’de olacağı bilgisini aldıkları için kalın giyinmemişler. Gece ateş yakıldı. Ne ki üç bin metre yükseklikte, ayaz ve çiğ, o kadar sert ki bir an önce bir çadır bulup sığınmakta yarar var. Kendi çadırlarını getirenler şanslı. Belediyenin çadırında yer buluyorum, kimse uyuyamıyor, o geceyi nasıl bir kabusla geçirdiğimi bir daha hatırlamak bile istemiyorum.
YÜRÜYÜŞ KOLU YOK
İlk dağ yürüyüşümü Aladağlar’da rahmetli Erdal İnönü ve zamanın Spor Bakanı Fikret Ünlü ile trekking yaptık, Anadolu Dağcılık Grubu’yla da zaman zaman arazide yürüyoruz. Yürüyüş kollarının başında ve sonunda rehber olur.
Yürüyüş tek sıra halinde yapılır, en arkadaki ve öndeki mutlaka haberleşir. Kimse tek başına bırakılmaz. Rehberler zorlananlara yardım eder. Bu programdaki en büyük sıkıntı yürüyüşçülerin yalnız bırakılmasıydı. Dönüş yolunda bir saat kadar tek başıma yürüdüm. Patika yol, hayvanların geçtiği yol, kimi zaman enli, rahat, kimi zaman yarlarda, kaygan taşların üzerinde çok tehlikeli. Aşağı düşsen, kafanı çarpsan, ölsen kalsan, kimsenin haberi olmaz. Güvenlik zafiyeti yüksekti maalesef.
TEPENİN ARKASI
Birbiri arkasına sıralanmış dağlar çok güzel, önünüzde uzanıyor, ama yolun ucu yok. Önü yok, arkası yok. Yürüdüğünüz yer taşlık. Önünüze bakmaktan doğaya bakamıyor, korkmaktan tadına varamıyorsunuz! Arada bir kafile geliyor ve sizi geçiyor, onlar kadar hızlı yürüyemiyorsanız yine yalnızlığınızla kalıyorsunuz. Arada bir göçerlerin katırları nispet yaparcasına koşarak geçiyor yanınızdan, hayvanlar yolu biliyor, şehre malzeme almaya gidiyorlar, biraz tuz, biraz yağ belki, biraz çay. Süvarileri akrobat gibi. Ben de iyi araba kullanırım şehirde diye teselli ediyorum kendimi, yolun sonu nerede diye soruyorum, şu tepenin ardında deniyor. O tepe, sonra başka tepe, hep öyle denir. Üç saatlik zorlu bir inişten sonra kara göründü çığlıkları. Aşağıda minibüsler bekliyor! Saatin göstergesine göre 10 bin adım bile atılmamış! Ama hangi koşullarda? Yol boyu yüzümü güldüren tek şey Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün bitmek bilmeyen standup konuşmaları! CHP’li ama nasıl da vuruyor partisine. Eleştirilerinin çoğuna katılmamak mümkün değil. Kimseyi umursadığı yok. Dilinin de kemiği yok!
PÜLÜMÜR VE BELLEK EVİ
Pülümür’de hava sıcak ama kimse soyunmuyor. İliklerimizin, kemiklerimizin de ısınmasına kadar bekleyeceğiz. Pülümür Belediye Başkanı Müslüm Tosun ilçesini gezdiriyor. Pülümürlü şair Cemal Süreyya’nın güzel bir heykeli, şiirinin anıta yazılı olduğu, adının verildiği caddede biracı bile var, sırf var diye bira içiyoruz! Yakında buraya bir de termal tesisi yapacak. Bir müzik dinletisi ve bilgi almak için Bellek Evi’ne gidiyoruz. Ne yazık ki Mazlum Çimen’i saz olmadığı için dinleyemiyoruz. Pir Sultan Abdal’ın mekanı Hacılı köyüne ve arada bir cem yapılan evine de uğruyor, aşure çorbası içiyor, lokma yiyoruz. Kentlerde soğuk olarak tatlı niyetine yediğimiz aşure, Alevi kültüründe Cem sonrası sıcak ve çorba niyetine içiliyor. Bellek Evi’nde ise yine yöresel bir ikram bekliyor grubu. Kızartılmış ekmek kabukları üzerine yoğurt dökülüp tereyağı ile tatlandırılmış Babuko (Şir).
Yine bir başka hamur yemeği, şekilli sarılmış. Anadolu’nun bozkırında patlıcan kebabı olamıyor tabii. Mutfak da yoksulluğu yansıtıyor, biraz hamur, biraz yoğurt… Bol olan, lezzeti.
ATEŞ ÇIKINCA
Akşam otele döndüğümüzde ateşim çıkıyor, önce telaşlanıyorum, sonra farklı ısılara kısa sürede maruz kalmaktan dolayı olduğunu öğrenip ilaç içip yatıyorum. 30 küsur derece, 0 derece, tekrar 30 derece, olacak tabii. Uçak saatine kadar tulum peyniri alınacak. Kuyumcular çarşısında bir tanıdığa uğruyor ve sabah saatlerindeki alışveriş telaşına hayretler içinde kalıyorum. Çeyrek, bilezik, kılıç, yüzük. Düğün dernek zamanı, altından vazgeçilemiyor! Maceralı bir yurt gezisi daha böylece kazasız belasız bitti mi, dağda bir yerimizi kırmadık ama korona kaptık mı, sekiz gün sonra belli olacak! Gezide tanışan gençler birbirlerine sarılarak veda ediyor? Maskeler yine burun altı. Uçak yine tıka basa dolu. Valiz alımında insanlar yine üst üste. Birinci krizin zirvesinde olduğumuz söyleniyor. İçim en çok da tedavi sürecinde hastalığı kapıp ölen sağlık personeline acıyor! Bizim vazgeçemediğimiz ritüellerimiz, alışkanlıklarımız, yaşam biçimimiz ve boş vermişliğimiz yüzünden…
…..
“Taş toprak arasında türküler arasında
Karanlıkta bir yanları örtük bir yanları üryan
Kocaman gözleriyle oy anam bu kadar dokunaklı
Kimler ürkütmüş acaba bu kadar kadını"
Cemal Süreya