Hüner Tuncer: ‘Atatürk’ü yeterince tanımıyoruz!’
Doç. Dr. Hüner Tuncer incelemesinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Trablusgarp Savaşı’yla başlayan ve Ulusal Kurtuluş Savaşı ile sona eren 11 yıllık dönemde yer alan savaşlarda oynadığı yaşamsal rolü ayrıntılarıyla anlatıyor.
Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiDoç. Dr. Hüner Tuncer incelemesinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Trablusgarp
Savaşı’yla başlayan ve Ulusal Kurtuluş Savaşı ile sona eren 11 yıllık dönemde
yer alan savaşlarda oynadığı yaşamsal rolü ayrıntılarıyla anlatıyor.
“Ülkemizde bazı aymazların, Atatürk’ün ismini zikretmeden aktardıkları
Çanakkale Savaşlarının kaderini değiştiren ve “Anafartalar Kahramanı” olarak
nitelendirilen kişi, Mustafa Kemal’dir!” diyen Hüner Tuncer, incelemesinde
Atatürk adının tarihi gerçeklere dayandırılarak anımsanmasına da hatırı sayılır
bir katkı sağlıyor.
- Mustafa Kemal’in dehasını savaştığı tüm cephelerde tarihi gerçekler
ışığında ortaya koyuyorsunuz. İncelemenizin kronolojisiyle başlamak isterim
söyleşimize.
Kitabıma, Mustafa Kemal’in 1911-1912 yıllarında yer alan Trablusgarp
Savaşı’nda oynadığı önemli rolle başlıyorum. Bunu Mustafa Kemal’in; Balkan
Savaşı’ndaki (1913), Çanakkale Deniz ve Kara Savaşlarındaki (1915) ve Birinci
Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi (1916) ile Irak-Filistin-Suriye Cephesi’ndeki
(1917-1918) katkılarıyla sürdürüp, mimarlığını yaptığı Ulusal Kurtuluş
Savaşı’nda (1919-1922) oynadığı yaşamsal rolle sonlandırıyorum.
“‘ATATÜRKÇÜ VE ‘ATATÜRKÇÜ OLMAYAN’ SINIFLANDIRMASI AYIPTIR!”’
- İncelemenin farkını açarak devam edelim; kitabınızla amaçladığınız nedir?
Ne yazık ki, Atatürk’ü yeterince tanımıyoruz! Atatürk’ü tarihsel gerçeklere
dayandırmadan tanıtmada, özellikle 1950’den itibaren iktidara gelen hükümetlerin
çok önemli payı var.
Daha çok kendi kişisel çıkarları doğrultusunda Cumhuriyet’imizi yönetmeye
kalkışan 1950-sonrası hükümetler, Atatürk’ümüzü gerçek kimliğiyle halkımıza
tanıtmaktan bilinçli olarak kaçınmışlar ve bunun sonucunda, insanlarımız arasında
“Atatürkçü” ve “Atatürkçü olmayan” diye yapay bir ayrışmaya yol açmışlardır.
Atatürkçü olmamanın anlamını ben bir türlü kavrayamıyorum. Çünkü bugün
bizler ülkemizde özgür ve bağımsız bireyler olarak yaşayabiliyorsak, bunu tek
bir kişinin varlığına borçluyuz!
Toplumumuzda “Atatürkçü” ve “Atatürkçü olmayan” diye bir sınıflandırmanın
yapılması bence çok büyük bir ayıptır! İşte ben, bu büyük ayıptan bir an önce
dönülmesini sağlayabilmek amacıyla, bu kitabı kaleme aldım.
İNGİLİZ RESMİ TARİHİNDE MUSTAFA KEMAL: ÜSTÜN KOMUTAN!
- Çanakkale Savaşlarını Mustafa Kemal’in ismini anmaksızın anlatan ve yazan
sözde tarihçilere ne sözünüz var?
Bu soruya, Çanakkale Savaşlarında yenilgiye uğratılan İngilizlerin resmi
tarihinde yer alan şu değerlendirmeyle yanıt vermek isterim:
“Çanakkale’de geleceği elinde tutan komutan, üstün şahıs Mustafa Kemal’di.
Mustafa Kemal’in Çanakkale muharebelerinde göstermiş olduğu çok yüksek sevk ve
idare, fedakârlık ve feragat, her türlü övgünün üzerindedir ve bu hususta ne
söylense azdır. Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşlarının kaderinde tek belirleyici
rolü oynamış, Çanakkale’nin kaderini tayin etmiştir. Kısacası Gelibolu
Muharebeleri, bütünüyle Mustafa Kemal’in üstün deha ve zekâsıyla etkili olduğu
bir tarihi anlatır.”
MUSTAFA KEMAL: ‘İKİ DÜŞMANLA SAVAŞTIM: DIŞ DÜŞMAN VE TÜRK YÜKSEK KOMUTASI’
- Gerek Seddülbahir’de gerek Arıburnu’nda İngilizlerin planlarına ilişkin
komutanlarını uyaran ama bu uyarıları göz ardı edilen Mustafa Kemal, bu duruma
nasıl isyan etmiştir?
Mustafa Kemal, Çanakkale kara savaşlarında düşmanın çıkartma yapabileceği
bölgelere ve bu muharebelerde uygulanması gereken taktiklere ilişkin
görüşlerini dikkate almayan komutanları konusunda daha sonra şunları
söylemişti:
“Tüm savaş günlerinde iki düşmanla savaşmak zorunda kaldım: Dış düşman ve
Türk yüksek komutası.”
‘CUMHURİYET’İ KURAN TEK BAŞINA ATATÜRK’TÜR!’
- Kitabınızda, “Büyük devlet adamı Atatürk, ta 1913 yılında Cumhuriyet
ilkesinden söz etmektedir. Ülkemizde Cumhuriyet rejimini kuran, tek başına
Atatürk’tür. Bazı aydınlarımızın ileri sürdüğü gibi, Cumhuriyet yönetiminin
kurulmasında ‘Atatürk’ün silah arkadaşları’nın hiçbir payı olmamıştır” diye
yazıyorsunuz. Bu sözlerinizi açar mısınız?
27 Ekim 1913’te Mustafa Kemal Sofya Büyükelçiliği Ataşemiliteri (askeri
ataşe), Fethi (Okyar) Bey de Sofya Büyükelçisi olarak atanmıştı.
Mustafa Kemal, Sofya’ya giderken İstanbul’da Kâzım (Özalp) Bey’e şöyle
demekteydi:
“Bu hanedandan (Osmanlı hanedanı) memlekete hayır yoktur. Diktatörlük
milletleri mesut ve müreffeh kılmaz. Devletin esasını Cumhuriyet prensiplerine
göre hazırlamak lâzım.”
23 Temmuz 1919 tarihinde toplanan Erzurum Kongresi sırasında, Mustafa Kemal
8 Ağustos’ta Mazhar Müfit Bey’e, “zaferden sonra hükümet şeklinin Cumhuriyet
olacağını” not ettirir. Bu tarihte Osmanlı Devleti hâlâ varlığını sürdürmekte
olup, Kurtuluş Savaşı da henüz yapılmamıştır.
Mustafa Kemal; kurulacak yeni Türk Devleti’nin kesinlikle tam bağımsız
olmasını, tesettürün kalkmasını, Latin alfabesinin kabul edilmesini amaçlarken;
O’nun çevresindeki en yakın arkadaşları bile bu düşüncelerin yaşama
geçirilebilmesini mümkün görmemektedir.
‘GAZETECİ MUSTAFA ŞERİF KİMLİĞİYLE TOBRUK’TA ARAPLARI ÖRGÜTLEDİ’
- Trablusgarp… Kendisine bir görev verilmemesine karşın, Trablusgarp’a
gitmek istemekteydi Mustafa Kemal. Gitmek için yola çıktı fakat bu kolay
olmayacaktı. Neler yaşadı o süreçte?
Mustafa Kemal, gazeteci “Mustafa Şerif” ismiyle ve sahte belgelerle
İstanbul’dan 15 Ekim 1911’de Naci, Hakkı ve Yakup Cemil Bey ile yola çıkmıştı.
Mustafa Kemal, Trablusgarp yolunda hastalanmış ve İskenderiye’ye dönmüştü;
İskenderiye’de 15 gün hastanede kaldı.
Arap kılığına bürünen Mustafa Kemal, Batı Sahra’ya doğru yola çıkmış; Mısır
üzerinden yapılan zorlu bir yolculuktan sonra 8 Aralık 1911’de Tobruk dışındaki
Osmanlı karargâhına ulaşmıştı. Mustafa Kemal’in Sünusileri ve yerli Arapları
örgütlendirmesi sonucunda, Sünusiler ile yerli Arap kabileleri savaşın sonuna
değin Osmanlıların yanında yer aldılar.
Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal’in komutanlıktaki ve örgüt kurmadaki
üstün niteliğini gösterdiği ilk savaş olmuştu.
TRABLUSGARP’TA MUSTAFA KEMAL RUHU
- Trablusgarp, Mustafa Kemal’in halkla bütünleşmesi açısından da bir dönüm
noktası değil mi? Ayrıca Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı mücadelede nasıl bir
strateji izledi ve Trablusgarp Savaşı’ndan neler öğrendi?
Enver, Mustafa Kemal ve arkadaşları, Osmanlı Hükümeti’nin İtalya’ya savaş
açmaktan çekinmesine karşın, bu savaşı kendi sorumlulukları altında ve
Hükümet’ten bir şey beklemeksizin başlatmışlar ve başarıyla sürdürmüşlerdi.
Trablusgarp’ta yeni bir Türk ruhu uyanmaktaydı. “Mustafa Kemal Ruhu”, belki
de ilk kez, İtalyanlara karşı savaşan genç Osmanlı subaylarını sarmıştı.
Batılılarca “hasta adam” olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti, yeni bir ruhla
canlanmış gibiydi.
22 Aralık 1911’de yapılan Tobruk Muharebesi’nde, İtalyan güçlerini takviye
etmek amacıyla deniz yoluyla getirilen birliklerin karaya çıkmasını önlemek
mümkün olamamıştı.
Tobruk Muharebesi Mustafa Kemal’e, daha sonra Çanakkale Savaşlarında çok
işine yarayacak olan bir askerlik dersi vermişti: Denizden topçu ateşiyle
desteklenen bir düşmanın karaya çıkartma yapmasını önlemek imkânsızdı.
Derne’deyken Mustafa Kemal, İstanbul’daki arkadaşı Salih’e (Bozok) şöyle
yazmaktaydı:
“Tanrı şahidim olsun ki, hayatta tek istediğim orduya yararlı biri
olabilmektir! Memleketi koruyup, vatandaşlarımızı mutluluğa kavuşturmak için,
her şeyden önce ordumuzun yine eski Osmanlı Ordusu olduğunu dünyaya ispat etmek
gerektiğine öteden beri inanmaktayım.”
‘BALKAN SAVAŞI KORKUNÇ BİR BOZGUNDU’
- Mustafa Kemal Balkan Savaşı’nı nasıl değerlendirmekteydi?
Mustafa Kemal’in, Balkan Savaşı’na ilişkin görüşlerini şöyle özetlemek
mümkün: Balkan Savaşı korkunç bir bozgundu. Tarihte hiçbir ordu bu kadar kısa
zamanda bu kadar kötü dağılmamıştı.
Bunda; öncelikle Merkez’in ordular üzerindeki zaafının, etkisizliğinin,
komutanlar ile birlikler arasındaki koordinasyon yokluğunun, ilk hareketlerin
hedefsizliğinin, bu nedenle askerin moral çöküntüsü içinde olmasının,
bilgisizliğin, yetersizliğin ve en önemlisi, politikanın ordu subayları
arasında neden olduğu parçalanmanın rolü olmuştu. Oysa Mustafa Kemal, özellikle
ordunun politikaya karışmamasını kendini feda edercesine savunmaktaydı.
Gerçekten politika, ordunun komuta kadrosunu parçalamış ve morali düşük
birlikleri başıboş yığınlar haline getirmişti. Stratejik hatalar ve gerekli
önlemlerin alınamaması savaşın yitirilmesine neden olmuş, vatanın en güzel
parçaları elden gitmişti. Bunlar; Bulgaristan Doğu Rumelisi, Bosna-Hersek,
Girit, Trablusgarp-Bingazi ve Doğu Trakya’nın dışında bütün Osmanlı
Avrupası’ydı.
MUSTAFA KEMAL VE LIMAN VON SANDERS’İN ÇARPICI DİYALOĞU
- Tüm mevcut kuvvetlerin Mustafa Kemal’in kumandasına verilmesine ilişkin,
Liman von Sanders ile Mustafa Kemal arasındaki o çarpıcı diyalogdan yola
çıkarak sorarsam; birbirleri hakkındaki görüşlerine ilişkin neler söylersiniz?
Öncelikle Liman von Sanders ile Mustafa Kemal arasındaki o çarpıcı diyaloğu
kısaca hatırlatmak isterim:
Ordu Kurmay Başkanı Kâzım (İnanç) Paşa, 8 Ağustos 1915’te 5. Ordu Komutanı
Liman von Sanders adına Mustafa Kemal’i telefonla arayarak, Liman Paşa’nın,
Mustafa Kemal’in durumu nasıl gördüğünü ve ne gibi bir önlem alınmasını
düşündüğünü öğrenmek istediğini iletmişti. Mustafa Kemal’in, bu soruya yanıtı
şu oldu: “Bu dakikada tek bir önlem kalmıştır ve bu da, bütün mevcut
kuvvetlerin taht-ı kumandama (komutam altına) verilmesidir.” Sanders, alaylı
bir karşılık vermiş ve “çok gelmez mi?” diye sormuştu. Mustafa Kemal’in yanıtı
ise şu oldu: “Az gelir!”.
Burada Liman von Sanders ile Mustafa Kemal’in ilk buluşmasında aralarında
geçen bir konuşmaya daha değinmek isterim.
Komutanlığına atandığı 19. Tümen’in nerede olduğunu araştırmak için
İstanbul’daki 1. Ordu karargâhına giden Mustafa Kemal’i, Ordu Kurmay Başkanı
Yarbay Kâzım (İnanç) 26 Ocak 1915 günü komutanı Mareşal Liman von Sanders ile
tanıştırmıştı.
O ilk buluşmada von Sanders, Mustafa Kemal’e Bulgarların niçin savaşa
girmediklerini sormuş; Mustafa Kemal de, şu yanıtı vermişti:
“Benim anladığıma göre Bulgarlar, iki ihtimalden biri gerçekleşmedikçe
savaşa girmezler. Bunlardan biri, Alman Ordusu’nun başarıya ulaşacağına
inandıracak açık kanıt görmedikçe; ikincisi ise, savaş eylemleri kendi
topraklarına değmedikçe…”
Bunun üzerine von Sanders, Mustafa Kemal’e, “Bulgarlar, hâlâ Alman
Ordusu’nun başarısına güvenemiyorlar mı?” sorusunu yöneltmiş ve Mustafa Kemal,
bu soruyu “Hayır, Ekselans!” diye yanıtlamıştı.
MUSTAFA KEMAL’İN ENERJİSİ
Mustafa Kemal’in bu yanıtı karşısında kızgınlığına gizleyemeyen Liman von Sanders,
bu kez de Mustafa Kemal’in kendisinin ne düşündüğünü sormuş; Mustafa Kemal ise,
“Bulgarları görüşlerinde haklı buluyorum!” demişti.
Liman von Sanders, kendisiyle bu konuşmayı gerçekleştiren 34 yaşındaki genç
Osmanlı Yarbayı’nın, tanıdığı diğer Osmanlı subaylarından farklı bir yapıda
olduğunu anlamıştı. Bu genç asker, görüşlerini büyük bir cüretle, ezilip
büzülmeden, mareşal rütbesindeki bir Alman’ın yüzüne karşı söyleyebiliyordu.
Von Sanders, Mustafa Kemal’in sorumluluk almaktan hoşlanan bir subay olduğu
görüşündeydi ve onun enerjisine güveni tamdı. Bu nedenle Mustafa Kemal’i, 9
Ağustos 1915’te Anafartalar Grup Komutanlığı’na atamıştı.
Mustafa Kemal ise, genel olarak Alman subaylarının ve komutanlarının
Osmanlı Ordusu’nda görevlendirilmesine karşıydı, çünkü Almanlar, öncelikle
kendi ülkelerinin çıkarları doğrultusunda hareket edeceklerdi.
İNGİLİZ KOMUTANLAR VE YABANCI RESMİ TARİHÇİLER NE DİYORDU?
- İngiliz komutanlarından ve yabancı resmi tarih yazarlarından ifadeler
paylaşıyorsunuz. Neler yazıyorlar savaşlar sırasında veya sonrasında?
İngiliz resmi tarihini yazan Oglander, 10 Ağustos 1915’te yer alan
Conkbayırı Muharebesi ertesinde şöyle demekteydi: “Son 24 saat içerisinde
Türkler, büyük bir komutana sahip olmanın, düzenin, askerliğin, kahramanlığın,
mücadelenin bütün örneklerini vermişlerdi… Anzaklar, bu muharebede 12.000 kişi
kayıp vermiştir… Türkler, cephenin bütün hâkim noktalarına yerleşmişlerdi. Bu
muharebe sonunda İngilizler, önceden sahip bulundukları üstünlüklerini
yitirdiler.”
Liman von Sanders, Conkbayırı zaferini kazanan Mustafa Kemal’i şu sözlerle
kutlamaktaydı:
“Büyük iş başardınız! General Hamilton kazanmış olsaydı, İstanbul yolu
açılmış olacaktı. Olay tarihe büyük bir İngiliz zaferi olarak geçecekti.
Savaşın gidişi değişecekti. İngilizler, İstanbul’a Ruslarla birlikte
gireceklerdi. Siz, yetersiz bir güçle bu büyük zaferi tersine çevirdiniz. Bu
zafer tarihe sizin adınızla geçti!”
Conkbayırı Muharebesi ertesinde İngiliz Kara Kuvvetleri Komutanı General Ian Hamilton da, şöyle demekteydi: “Cesurane savaşan ve iyi komuta edilen bir Türk ordusuyla karşı karşıyayız!”
‘TÜM MUHABEREBELERİN TEK MİMARIYDI’
- Mustafa Kemal’in Ulusal Kurtuluş Savaşı konusundaki düşünceleri en
önemlisi kuşkusuz.
Kuşkusuz. Mustafa Kemal Nutuk’ta, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı şöyle
değerlendiriyordu:
“Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle
neticelendirilmiş olan bu harekât; Türk ordusunun, Türk subaylar ve kumanda
heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam
bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin
hürriyet ve bağımsızlık fikrinin ölümsüz abidesidir. Bu eseri vücuda getiren
bir milletin evladı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan ilelebet mesut ve
bahtiyarım.”
Mustafa Kemal Paşa, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda yer alan bütün muharebelerin
tek mimarıydı. Bu muharebelerin her birinde uygulanacak stratejiyi ve
taktikleri saptayan ve bunların uygulanmasını sağlayan yegâne kişi, Mustafa
Kemal’di. Mustafa Kemal, silah arkadaşlarının her zaman görüşlerini almakla
birlikte, son karar verici daima kendisi olmaktaydı.
Mustafa Kemal’in Savaşları / Hüner Tuncer / Cumhuriyet Kitapları / 256 s. /
2020.