Hücrede koca bir dünya

Bu yıl Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülleri arasında bir de Özel Ödül vardı. Özel Ödül, tam 17 yıldır hapiste yatan Tonguç Ok’a verilmişti. Tonguç, cezaevine girdikten sonra İngilizcesini geliştirmekle kalmamış, İtalyanca, İspanyolca ve Kürtçe öğrenmişti.

Celal Üster/ Cumhuriyet

Çok zaman oldu; Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldığım yıllarda çeviri uğraşı imdadıma yetişmişti. İngiliz büyükusta Harry Golombek’in “Satranç Oyunu”, İrlandalı yazar Liam O’Flaherty’nin “Kıtlık”, Amerikalı araştırmacı Dee Brown’ın “Kalbimi Vatanıma Gömün” (sevgili arkadaşım Fevzi Yalım’la birlikte) adlı kitaplarını babamın evden getirdiği Facit daktilomda çevirirken, o tekdüze kafesten uçup bambaşka dünyalara kanat açıyor, dört yanımı kuşatan baskı ortamına inat dinginliğe erişiyordum.
Bu yıl Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülleri arasında bir de Özel Ödül vardı. Özel Ödül, tam 17 yıldır hapiste yatan Tonguç Ok’a verilmişti. Tonguç, cezaevine girdikten sonra İngilizcesini geliştirmekle kalmamış, İtalyanca, İspanyolca ve Kürtçe öğrenmişti.
Dahası, onca dili öğrenmekle de kalmamış, J. D. Bernal, Maurice Cornforth, John Eaton, Pablo Neruda gibi yazar ve şairlerin kitaplarını Türkçe ve Kürtçeye çevirmişti.
Tonguç’un çevirdiği kitaplar arasında Lenin ve Stalin’in yapıtları da vardı. Daha da önemlisi “Komünist Parti Manifestosu”nu Kürtçeye çevirmişti: “Manifestoya Partiya Komunîst”.


BİRAZ NEZAKET!
Tonguç Ok, çok uzun süredir hapiste çeviri uğraşını sürdürüyor. 1997’de gözaltına alınmış. Uzun zaman yattıktan sonra 2009’da “Anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs ettiği” gerekçesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilmiş. Ama “müddetname”sinde “Ölünceye kadar cezaevinde kalır” yazıyor. Tonguç, acı bir alaycılıkla, “Biraz nezaket gösterip ‘hayatının sonuna kadar’ diyebilirlerdi” demekten alamıyor kendini.
Tonguç Ok’la, sağolsun, avukatı Ziya Çelik aracılığıyla “konuştum”. Ben soruları gönderdim. O yanıtladı. Ziya Çelik’le bana yolladı.
Belki tuhaf gelecek, ama Tonguç Ok’un adını merak ettim ilkin. Öğretmen bir anababanın çocuğu olduğuna göre, Tonguç adı, büyük olasılıkla Köy Enstitüleri’nin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’tan geliyordu.


DENSİZ VALİ…
“Evet. Babam Sıvas’ta, kapatılan Köy Enstitüleri’nin yerine kurulan bir öğretmen okulunda okumuş. Enstitü’den kalma kimi geleneklerin hâlâ yaşatıldığını anlatırdı” diyor ve babasından dinlediği bir “özgüven öyküsü”nü aktarıyor:
“Bir gün vali gelmiş okullarına; sıraya girmeden yemek almak isteyince, görevli öğrenci valiye sıraya geçmesi ve beklemesi gerektiğini söylemiş. Dinlerken, müfettişin karşısında eğilip bükülen ilkokul müdürümüz aklıma gelmiş, o çocuğun özgüvenine hayran kalmıştım.”
Tonguç, lise yıllarında arkadaşlarıyla evlerde ya da piknik yerlerinde buluşup seminerler düzenlediklerini, adından dolayı da Köy Enstitüleri’ni anlatmanın kendisine düştüğünü söylüyor. O yüzden olsa gerek, bu konuda hazırlıklı. Köy Enstitüleri’nin, zamanla, yoksul köylü çocukların bilimle buluştuğu aydınlanma ocaklarına dönüştüğünü söylüyor:
“Bilimle emekçilerin buluştuğu her yerde insanlar yönlerini ileriye, sosyalizme dönmüşlerdir. Burada da öyle olunca, mütegallibenin baskısıyla yine CHP eliyle kapatılmış. Kapatılmasalardı, eminim, bugün farklı bir ülkede yaşıyor olurduk.”


DİL SERÜVENİ
Tonguç’un hapse girdikten sonra dil öğrenmeye karar vermesi bir rastlantı değil, çünkü dil oldum olası ilgisini çekmiş. Yalnızca yabancı dillere değil, Türkçenin yerel ağızlarına da merak duymuş:
“Ayrıca okulda ve yurtta anadili farklı olan Hemşinli, Laz, Kürt arkadaşlara sürekli sorardım şu ne demek, bunu nasıl söylüyorsunuz diye.”
İçeride yabancı dillere yönelmesi ise bambaşka bir serüven. Ben de yıllar önce hapiste İspanyolca öğrenmeye kalkıştığım için çok iyi biliyorum. Hiç kolay değil o koşullarda yabancı dil öğrenmeye çalışmak; ama Tonguç’un durumunda hapishanenin elverişsiz ortamına doğadan gelen deprem de eklenmiş:
“Akıllı uslu bir öğrenci değildim, ama Türkçeden/Edebiyattan ve İngilizceden daima yüksek notlar almışımdır. İçeride fırsatını bulunca, liseden de biraz bildiğim Almancamı geliştirmek istedim. Tam rayına oturtuyordum ki deprem oldu; Sakarya hapishanesinden Gebze’ye getirildik. O hemgâmede ara vermek zorunda kaldım…”


BİR BAŞKA ‘DEPREM’
Gebze’ye yerleşince tekrar başlamış Almancaya, ama bu kez de insan eliyle gerçekleştirilen bir “deprem” çıkmış karşısına:
“Bu sefer de onlarca devrimcinin katledildiği 19 Aralık ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ gerçekleşti. Kitaplarımız toplandı (kalorifer kazanında yakmışlar, sonradan öğrendik), defterlerimiz parçalandı… Almanca çalışmayı bıraktım artık, bir daha dönmemek üzere. Doğrusunu isterseniz, dil öğrenecek zaman da değildi. Sonra F tiplerinde, sesletimi çok hoşuma giden İtalyancayı öğrenmeye karar verdim.”


İSPANYOLCA VE KÜRTÇE
Tonguç’un İspanyolca ve Kürtçeye yönelmesinde ise hapishanedeki arkadaşlarının büyük payı var.
Başlangıçta İspanyolca öğrenmek yokmuş kafasında. Üçlü hücrelerde kaldıkları dönemde, aynı dosyadan yargılandığı, çok iyi bağlama ve gitar çalan, güzel besteler yapan arkadaşı Dursun (Yaman), ‘Madem ben bu gitarı çalıyorum İspanyolca da öğrenmeliyim arkadaş’ diyerek çalışmaya başlamış.
Tonguç da, ona yardımcı olayım, yol yordam göstereyim derken İspanyolcaya da el atmış bulunmuş. Ne ki, Dursun yarıda bırakmış, o bırakamamış.
Kürtçe öğrenmeye de, yan hücrede kalan Nedim Yılmaz’ın “haklı sitemi” üzerine karar vermiş:
“Heval Tonguç, İngilizce biliyorsun, İtalyancayı ve İspanyolcayı öğrendin. Peki, biz komşularının dilini öğrenmeyi düşünmez misin?”
O da, “Sen kitap gönderir ve yardımcı olursan neden olmasın!” diyerek hemen ertesi gün başlamış Kürtçeye:
“Kürtçede hiç zorluk yaşamadım. Hapishanedeyseniz, Kürtlerin mahallesindesiniz demektir. Arkadaşlarla yazışmalarımı ve sohbetlerimi Kürtçe yapıyordum. ‘Azadiya Welat’ gazetesi haftalıktı o zaman, abone oldum. İspanyolca için aylık ‘Octubre’ dergisini takip etmeye başladım. Kısa dalgadan Çin Enternasyonal Radyosu’nun İspanyolca yayınını buldum, dinledim.”


YARIN: Çeviri, ‘Manifesto’ ve bilgisayar.