Hovsep Vartanyan'dan 'Boşboğaz Bir Âdem'
Murat Cankara’nın Türkçeye çevirdiği “Boşboğaz Bir Âdem”de, “şaka”nın can alan tarafını gösteren Hovsep Vartanyan, sözün kötü anlamdaki gücüne dikkat çekiyor. Böyle bakınca kitabın mizahi olduğu kadar hüzünlü yönü de ortaya çıkıyor; yalanı gerçekmiş gibi sunan ve hiçbir zaman ölmeyecek lafazanların manidar hikâyesine imza atıyor yazar.
Ali Bulunmaz / Cumhuriyet Kitap EkiVartanyan’ın, Ermenice bilip Türkçe yazması o dönemde özellikle muhafazakâr Ermenilerden tepkiler almış. Yazar, neden böyle bir işe giriştiğini şöyle açıklamış o yıllarda: On dokuzuncu yüzyılda, Osmanlı sınırları içindeki Ermeni toplumu, kendi okullarında dilini öğreniyor fakat yaşanan hayatla o dil arasında kopukluklar olduğu görülüyor. Türkçe, derdini anlatma açısından daha fazla imkâna sahip. Çok uzun zamandır Türkçe söyleme geleneğine dahil olan Vartanyan ve başka pek çok Ermeni, kalemi kâğıdı eline aldığında Türkçe yazmaya başlıyor.
Vartanyan’ın çıkardığı gazete ve 1851’de yayımlanan; Osmanlı’da mezhep çatışmalarını konu alan ilk kitabı Akabi Hikâyesi, başta Ermeni toplumu olmak üzere Türkçe okuma-yazma bilenlerin ilgisini çeker. Hemen bir yıl sonra, yayımlanan Boşboğaz Bir Âdem ise benzer konuları içermekle birlikte Vartanyan’ın kendine özgü mizahını geliştirip bunu trajikomik bir hâle getirişiyle ve eğitici-öğretici yanıyla da öne çıkar.
“MÜŞKÜL HÂLLER”
Ermeni Katolik ve Gregoryenler arasında “şaka” gibi yayılan dedikodular ve Vartanyan’ın deyişiyle “boşboğazlığın ürünü sözler”, gereksiz gerginliklere yol açar. Boşboğaz Bir Âdem’in esas meselesi tam olarak bu işte. Her ne kadar ciddi bir mesele olsa da yazar, konuya ilkin mizahi tarafından bakmaktan kendini alamaz ve böylece karikatürize bir metin ortaya çıkar.
Kendisini hiçbir türle sınırlamayan Vartanyan; lafazanlığın ve mizahın her an varlığını hissettirdiği kitapla ilgili can alıcı bir açıklama yapma gereği duyar: “Bu boşboğaz kitapçığını yazmaktan maksadımız, milletimizi çekiştirmek olmayıp dedikodu etmekle ne kadar fenalıkların meydana geldiğini anlatmaktır.”
İnsanın çoğu zaman yaptıklarını tartamamasından dert yanan Vartanyan, kıssadan hisse misali, ince manevralarla mizahtan kara mizaha doğru dümen kırarak meramını anlatmaya girişip meselelerin nasıl ciddiye bindiğini, zaman zaman masala ve halk hikâyelerine çalan bir üslupla aktarıyor.
“Dedikodu ruhun gıdasıdır” derler ama Vartanyan’ın anlattıklarında, kahkahalarla başlayan süreç itiş kakışa varıyor. Yalanın doğruya karıştığı olay silsilesi, kimi zaman bir kadın ve adama “yasak aşk” iftirası atılmasına neden oluyor kimi zaman da en yakın arkadaşları birbirine düşürüyor. “Müşkül hâlleri” art arda sıralayan Vartanyan, bunun bir aile kavgasına nasıl evrildiğini resmediyor. Ardından dedikodudan mustarip kişinin mezar taşına bir çift özlü söz yontuluyor.
Yiyip gezip uyuyan ve söyleyen insanın, nerede ve nasıl konuşacağını bilmemesinden doğan boşboğazlığın yarattığı heyecanın fenalığa yol açtığını belirten Vartanyan, dedikoducuların her şeyden önce bir itibar katili olduğunu not etmiş. Ağzı durmayan, sır saklayamayan ve garezi olan bireyle ilgili yalan yanlış konuşan gamsız, işini gücünü askıya alan ve utanmaz boşboğazları, hem edebi hem de didaktik biçimde betimliyor yazar.
Laf cambazlığında ustalaşan, mümkün olduğunca kalabalığa karışıp sözünü dinletmek için kırk takla atarak yalanlarla temize çıkmaya uğraşan boşboğaz, kendisini güvenilir göstermek için epey didinir Vartanyan’a göre. Bu profil, kitapta bazen bir ticaret “erbabı” bazen de “muteber” bir insan olarak karşımıza çıkarken en yakınındakini her daim çekiştirip etrafını da yalanlarla zehirliyor. Vartanyan, sahneler okurun zihninde canlansın diye bir evde, kahvehanede veya sokakta toplanıp lakırdı üreten ve dinleyenlere dair diyaloglar kurgulamış.
Diyalogların ortaya koyduklarından biri, dost toplantılarının aslında en önemli dedikodu meclisi olduğu. Buralardaki familyalar, gerçekleşen konuşmaları hemen ertesi gün eşine dostuna bambaşka şekilde aktarınca kazan kaynamaya başlıyor: Kulaktan kulağa oynarken bire bin katanlar mı dersiniz, boşboğazlık tohumlarını sağa sola serpenler mi... Vartanyan, okuru sönmeyen bir fenerle buluşturuyor anlayacağınız.
DİLE DOLANAN “KABAHATLER”
Yazarın eleştirilerinin odağında genci yaşlısı, eğitimlisi cahili, kadını erkeği; kimi ararsanız var: Ağalar, paşalar, hanım hanımcık kızlar, mahallenin kıdemli dedikoducuları, bu işlere bulaşmaz denen ve sözüne itibar edilenler... Kısacası lafazanlıktan çenesi yorulmayanların üye olduğu büyük bir dedikodu tekkesi.
Bu tekke, şık bir ev olabileceği gibi sıradan bir dükkân da kazanı kaynatma işini görüyor; gönlü boşboğazlığa açık üç-beş insanın bir araya gelmesi yeterli. Yol açabilecekleri, ilk anda önemsenmese de romanda laf lafı kovalıyor ve mutlaka yokuş aşağı yuvarlanacak bir kurban bulunuyor: Boşboğazlar “fena sırlar”ı ortalığa saçıp “kabahatler”i tek tek masaya yatırıyor.
Vartanyan’ın kendini bilmez, hadsiz ve gevezeliğe eğilimli tipleri kara mizahın birer örneği olarak konumlanıyor kitapta. Dedikodu, itibarsızlaştırmaya kapı aralıyor ama yazar meselenin bununla sınırlı kalmadığını, boşboğazlığın koca bir ömrü ahlar vahlarla doldurabileceği uyarısında bulunuyor.
Boşboğaz Bir Âdem’de, “şaka”nın can alan tarafını gösteren Vartanyan, sözün kötü anlamdaki gücüne dikkat çekiyor. Böyle bakınca kitabın mizahi olduğu kadar hüzünlü yönü de ortaya çıkıyor; yalanı gerçekmiş gibi sunan ve hiçbir zaman ölmeyecek lafazanların manidar hikâyesine imza atıyor yazar.
Boşboğaz Bir Âdem / Hovsep Vartanyan / Çeviren: Murat Cankara / Koç Üniversitesi Yayınları / 182 s.