"Hitler de çok fabrika ve yol yaptı ama..."

Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, "Çağdaş medeniyete ulaşmak daha çok yol yapmak, fabrika açmaktan ibaret değildir. Yoksa çok yol, fabrika yaparak Hitler de Mussolini de kendi devletlerini ihya etti. Yani çok başarılı ekonomik sonuçlar ülkeleri selamete götürdüğünü söylemiyor" diye konuştu.

cumhuriyet.com.tr

Kanal D'de yayınlanan "Abbas Güçlü ile Genç Bakış" programına katılan Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, istifasının perde arkasını, basın ve siyasette tartışılan üsluba dair soruları yanıtladı.

Oktay Ekşi'nin açıklamalarından satırbaşları şöyle:

Sayın Başbakan'ın böyle bir Basın Konseyi Başkanı olmasının bu ülke için bir yüz karasıdır ifadesine karşılık şunu söyleyebilirim ki; bu dönem geçer bizden sonraki kuşaklar taraf olmadan herkesi tarihin adil terazisinde tartar. O zaman Türkiye için kim yüz karasıdır kim değildir ortaya çıkar.

Türk basın tarihinde iki kelime yüzünden en büyük bedeli ödeyen gazeteci ben oldum. Ama eğer bu olay bizdeki medya ve siyaset dilinin düzeyini bir kerte yukarı çıkaracaksa benim bu ödediğim bedel helal olsun, alacak verecek yok diye düşünürüm. Bir musibet bin nasihatten iyidir. Umarım bu olay bin nasihatten daha yararlı olur.

Ahmet Hakan'a kırgın değilim ama...

Ahmet Hakan kendi kanaatini ifade etti. Hiçbir kırgınlığım yok. Ama o değiştirdiğim iki kelime ile ilgili olarak bana “ Müessesesinin kontrol mekanizmasının arkasından dolandı” anlamında, beni profesyonel ahlaka aykırı bir hareketle suçluyordu. Ahmet Hakan’a yakıştıramadığım sadece budur. Onun dışında tüm dediklerini saygıyla karşılıyorum.

Medeniyetin olduğu yerde özür diledikten sonra olay biter

Bu kelimeler nedeniyle kendisini rencide edilmiş hisseden varsa açıkça özür diliyorum dedim ama bu insanların kendi yetişme tarzı ve kişiliklerinin ortaya çıkarttığı bir yansıma. Bir insan samimiyetle özür dilediyse, kastı olmadığı aşikarsa zaman o işin orada bitmesi gerek. Medenin platformda hata yaptığınızı iddia ediyorlar ve siz de hatanızı kabul ediyorsanız medeniyetin bir kriter olarak geçerli olduğu yerde bu kabul edilir.

Dansöz karikatürü basın özgürlüğüdür

Kemal Kılıçdaroğlu'nu dansöz olarak resmeden karikatürün yayınlanması basın özgürlüğüdür. Karikatüristler insanları özellikle siyasileri hayvan kılığına da, dansöz kılığına da sokabilirler, köpek olarak da çizebilirler. Bu karikatür sanatı ve fikir özgürlüğünün gereklerine uygundur. Birileri sırf Kılıçdaroğlu’nu savunmak için bu olur mu diye bağırıyorlar. Bu olur. Başbakan'ı kedi şeklinde çizmek bir karikatüristin hakkıysa Kemal Kılıçdaroğlu'nu dansöz kılığında çizmek de bir başka karikatüristin hakkıdır.

Daha fazla bedel isteyen varsa buradayım

59 senedir bu meslekte benim hakkımda açılmış, bir istisna hariç hiçbir dava yok ki o da bir yanlışlıktır. Ben bütün yazdıklarımı hukuk açısından değerlendiririm. Hukuken suç teşkil ederse yazmam. Yazımda o iki kelimeyi değiştirirken de hukuk açısından değerlendirip karar verdim. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mehkemesi ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin yerleşik içtihatları var. Siyasi iktidarı kızdırabilecek, rencide edebilecek hatta çok şiddetli tepkilere sevk edebilecek nitelikteki ifade ve eleştiriler ifade özgürlüğünün kapsamı içindedir, hukuk tarafından korunur. Bu Cemil Çiçek’in de ifade özgürlüğü konusunda tekrarladığı bir hukuk hüccetidir. Ben de bunu dikkate alarak yazımdaki ifadeyi değiştirdim. Ama ertesi sabah yayınlandığında birileri tarafından tamam istismar edilecek fırsatı yakaladık diye ayyuka çıkarılması üzerine bu yaşananlara hedef oldum. Bedelini ödedim. Hala daha fazla bedel isteyen varsa da buradayım.

Hitler ve Mussolini de çok fabrika ve yol yaptı ama...

Türkiye giderek özgürlüğünü kaybeden bir ülke. Bugün Türkiye son derece çalışkan, müthiş enerjik bir siyasi liderin yönettiği, ekonomik açıdan başarılı olduğu öne sürülen bir ülke. Bunlar artılar ama Türkiye maalesef büyük Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin temellerinden, medeniyetten kopartılmakta olan bir ülke. Çağdaş medeniyete ulaşmak daha çok yol yapmak, fabrika açmaktan ibaret değildir. Yoksa çok yol, fabrika yaparak Hitler de Mussolini de kendi devletlerini ihya etti. Yani çok başarılı ekonomik sonuçlar ülkeleri selamete götürdüğünü söylemiyor.

O yüzden Türkiye bugün özgür, özgürlüğe açılan bir ülke demiyorum. Türkiye’de bugün her şey konuşuluyor, yani özgürlüğü genişleyen bir ülke ibaresi var. Ama Türkiye’de eğer geriye dönüp sövme niyetiniz varsa, askeri yerin dibine sokmaya, yargıyı tahrip etmeye niyetiniz varsa özgürsünüz. Ama siyasi iktidarı eleştirmeye kalkarsanız özgür değilsiniz. Türkiye ters yönde bir özgüleşme süreci yaşıyor.

İfade özgürlüğünü herkesten önce Başbakan'ın koruması gerek

Başbakan ve Başbakan Yardımcısı benim istifa etmem gerektiğini dile getirdiler. Ama sen iktidarın sahibisin, bu ülkede insanların ifade özgürlüğünü herkesten önce senin koruman gerek. Medya dünyasına karışmayı aklına koyuyorsun, orada kendi gücünü kullanarak şu veya bu operasyonu yapıyorsun onunla yetinmiyorsun bitmiş bir olaydan sonra, hiçbir şekilde hükümetle ilişkisi olmayan, devletten bir kuruş almayan sadece gazetecilerin gönüllü desteğiyle yaşamakta olan bağımsız bir meslek kuruluşunun başında o mu olsun, bu mu olsun diye karar vermeye kalkıyorsun bunun şık bir tarafı var mı? İfade özgürlüğünün önünde sayısız engel var - Türkiye'de ifade özgürlüğünün önünde sayısız engel var. Bugün basın mensupları hakkında 4 bin 91 dava açılmış, 40 küsür gazeteci içerdeyse, tüm dünyada gazeteciler hakkında en faza dava açan bir Başbakan bu ülkeyi yönetiyorsa resim gayet açık demektir.

Medyada meslek kalitesinin de çok iyi olduğunu savunmuyorum. Biz meslek kalitesini yükseltmeye çalışıyoruz.

İmam-cemaat ilişkisi nedeniyle üsluba dikkat edilmeli

Siyasiler imamla cemaat ilişkisi nedeniyle üsluplarına dikkat etmek durumundadırlar. İmam ve cemaat ilişkisi işleyen bir kuralsa siyasiler de insanlara yön göstermeli, seviye telkin etmeliler.

Yetiştikleri muhitte ince dil öğrenmeden siyasete giriyorlar

Siyasetçilerin üslubunun ciddi şekilde bozulmasının önemli nedenlerinden biri 10 yılda bir maruz kalınan darbelerdir. Çünkü darbelerle daha yeni deneyim kazanmış kadroların değiştirilmesi ve siyasi terbiye, nezaket ve deneyimden uzak yeni kadroların gelmesi o günde dek düzeltilmiş, incelmiş olan dilin çöpe atılmasına yol açmıştır.

Ayrıca siyasiler pervasız olursa, yetiştikleri muhitte ince dil öğrenmeden siyaset hayatına girdilerse onları örnek alan kitleler de iki misli kalın dille konuşmayı kendilerinin hakkı sanıyorlar.

Okuyucu mu seviyesi düşük yayın istiyor yoksa biz mi okuyucuya seviyesi düşük yayın vererek piyasada ayakta durmaya çalışıyoruz. Ben bugüne dek kitlelerin kendisine iyi şey verildiği zaman onu reddetmeye değil her zaman kabul etmeye hazır olduğuna tanık oldum. Ama eğer kitlelerin önündeki figürler dillerine egemen değilse külhani bir edayla hitap etmeyi kendilerinin politik kazançları açısından gerekli ve mümkün görüyorlarsa o yanlış örnek de mesajını veriyor ve ona uygun tipler ortaya çıkıyor.

TRT, Anadolu Ajansı, Türkiye Gazetesi kendileri için risk gördü

Bu son olayda Başbakan'nın savaş açacağım, sonuçlarını göreceksiniz şeklinde büyük hiddet ve şiddet tablosu sergilemesi üzerine TRT, Anadolu Ajansı, Samanyolu Yayın Grubu, Türkiye Gazetesi ve TGRT Haber kurumlarının başındaki dostlarımız belli ki Basın Konseyi'nde üyeliklerinin devamını haklı olarak kendileri için büyük risk olarak görüp ayrılma kararı aldılar.

Olaydan birkaç gün sonra yaptığımız toplantıda Basın Konseyi'ndeki arkadaşlara olay budur, bu konuda Başkan'a Yüksek Kurul'un güveni var mı yok mu önce bu belirlensin yolumuza öyle devam edelim dedim. Ve toplantıya katılan 22 üyenin biri hariç diğerleri güvenimiz var yönünde oy kullandı.

Ama Genel Sekreter'in kamuoyunda oluşan tepkileri dikkate alarak başlattığı işlem sebebiyle Yüksek Kurul "Kişileri ve kuruluşları eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren ve aşağılayan ifadeler kullanmak doğru değildir" diyen 4. ilkeyi ihlal ettiğim sonucuna vardı ve herhalde özür dilemiş olduğumu da dikkate alarak hakkımda uyarı kararı verdiler. Ben de aranızda olsaydım böyle bir oy verirdim dedim.

Ağca'nın TRT'ye çıkması normal

Mehmet Ali Ağca'nın TRT'ye çıkması normaldir. Cezasını çekmiş hukuk sisteminin mahkumu olmaktan çıkmıştır. Artık sadece toplumun vicdani hükmünün mahkumudur. Kaldi ki hapisteki birinin bile kendisini ifade etmesinin önüne bir engel koymamak gerekir. Bunu hoşgörüyle karşılamaya mecburuz. Tabii tercihler açısından bakarsanız Ağca benim sorumlusu olacağım bir kanala çıkamaz.

Kurumlar kendilerini savunmak zorunda kalıyor

Hukuk devletiyiz deyip hukuku kötü şekilde kullanır, kurumları kendi esiriniz ve aracınız haline getirirseniz, medyayı tamamen yasalara aykırı metotlarla kamuoyunu yanlış şekilde oluşturacak bir araç gibi kullanırsanız o zaman kurumlar da can telaşına düşer, kendilerini savunmaya mecbur hissederler. Mesela Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yargının bağımsız olarak görevini yapabilmesi için kendini savunmak zorunda hissetti. Bugüne kadar hiçbir zaman böyle bir şey olmamıştı. Aynı şey Silahlı Kuvvetler için de geçerli.

İyi ki genel yayın yönetmeni olmadım

Tüm geride kalmış yıllar boyunca bana hiçbir patron genel yayın yönetmenliği koltuğu vermedi. İyi de yaptılar herhalde. Çünkü kolayca batırırdım.

Özkan ve Balbay ile görüşemedi

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 2. Ergenekon davasında, bugünkü duruşmaya, Gazetecilere Özgürlük Platformu Dönem Başkanı Oktay Ekşi, Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Ahmet Abakay ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel ve avukat Turgut Kazan izleyici olarak katıldı.

Bu arada, öğle arasında tutuklu sanıklar Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay'la görüşmek isteyen Oktay Ekşi ile platform adına gelen basın örgütleri temsilcilerine izin verilmediği öğrenildi.