Hissedilen korku paranoya değil

Böyle bir güvensizlik ortamından ortak toplumsal yaşam kültürü üremez. İnsanlar kendi evlerine, gettolarına kaçarlar. Veya yurt dışında yaşama isteği artar, giderek de artıyor.

Eray Özer/Cumhuriyet

Tuhaf günlerden geçiyoruz. Kısa süre içerisinde bambaşka duyguları yaşar olduk. 7 Haziran seçimlerinin hemen ardından ülke muhalefetinde oluşan olumlu havanın, mutluluk halinin yerini karamsarlığa bırakması çok uzun sürmedi. Hızla girdiğimiz savaş ikliminde cenaze görüntüleri üstümüze yağmaya başladı. Başta büyükşehirler olmak üzere ülkenin dört bir yanında bomba ihbarları, canlı bomba uyarıları havada uçuşur oldu. Fünyeyle şüpheli paket patlatmak vaka-i adiye haline geldi. Paket getiren kuryelerden, metroda yanımıza oturan abiden şüphelenir olduk. Toplu taşıma araçlarına binmekten kaçınmak, kalabalıklardan uzaklaşmak içimizde bir yerlere oturdu... Her şey o kadar gerçek ki, olan biteni toplumsal paranoya hali ile tasvir etmek bile abes kaçıyor. Hal böyleyken, olan biteni, yükselen kaygı seviyemizi, giderek güçlenen öğrenilmiş çaresizlik hissimizi ve tabii eğer varsa bu halimizin bir çaresini Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi psikoterapist Murat Paker’e sorduk. İşte cevapları.

KORKMAMIZIN GERÇEK BIR YANI VAR

Yaşadığımızın sadece paranoyadan ibaret olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü bombalardan korkmamızın gerçek bir yanı var. Suruç’ta neler olduğunu gördük. Birisi geldi, kendisiyle birlikte 32 kişinin hayatına son verdi. Bu nedenle yaşadığımız sadece paranoyadan ibaret değil. Bunlar oluyor ve olmaya devam edeceğine dair işaretler var. IŞİD’in Suriye’de, Irak’ta yaptığı katliamlar, kafa kesmeler, tecavüzler gayet grotesk bir biçimde gözümüzün önündeydi. Hiçbir medeni sınır tanımadan, hiçbir savaş kuralına uymadan davranması, çok kolay canlı bomba bulabilmesi, çok kolay kafa kesmesi. Bunlar insanların toplumsal hafızasında yer etti. İzledik çünkü bunları. Çeşitli iletişim kanallarından bu görüntülere maruz kaldık. IŞİD’in öfkesini çeken bir Türkiye nedeniyle bu eylemlerin büyük kentlere sıçrama ihtimali var. Bu nedenle hissedilen korkuyu sadece paranoya ile açıklayamayız. Sonuçta büyük kentlerde böyle bir riskin artması durumu var.

ERDOĞAN GÜVENLIK TEHDİDİNİ HANESİNE YAZMAK İSTİYOR

AKP hükümeti ve Erdoğan insanlarda artan bu güvenlik tehdidini kendi hanesine yazmak istiyor. "Bakın sakat bir durum var, güvenlik azaldı. Beni tek parti hükümetinden mahrum etmeyecektiniz. Gelin paşa paşa eski güvenli, görece daha huzurlu ortamımıza geri dönelim" diyor, bize. Bu nedenle belli ki Erdoğan ve AKP, işleri zıvanadan çıkarmadan bir miktar güvenlik açığının artmasını kendi hanesine yazmaya çalışacak. Yani kısmen kontrollü bir güvensizlik ortamının oya tahvil edilmesi politikasını güdecek. Ama bu bıçak sırtı bir kumar. Güvenliği ne kadar kontrolde tutabilirsiniz? Kontrolü yitirdiğinizde ne olacak?

KAYGILAR YÜKSELİR İSTİKRAR ARANIR

Savaş durumunda insanlar farklı düşünmeye başlar. Kaygılar yükselir, güvenlik ihtiyaçları, istikrar ihtiyacı artar. İnsanlar istikrarın, güçlünün, statükonun yanında yer almaya başlarlar. Savaş durumunda büyük hayal kırıklıklarının, büyük hüsranların neticesinde yaşananlar bu kez çok daha sert olabilir. Bir arada yaşamak imkansız hale gelebilir. O kadar kanlı bir savaş olabilir.

ZATEN İLİŞKİLERİN ÇÜRÜDÜĞÜ BIR TOPLUM

Türkiye toplumu zaten çok güvenli bir toplum değil. Toplumsal ilişkilerin güvenlik temelinde çürüdüğü bir toplum. Bir arada yaşama kültürünün çok geliştiği bir toplum değiliz. Demokrasi ise asgari güven duygusu gerektirir. Bu duyguyu erozyona uğratırsanız demokratik kurumlar çalışmaz hale gelir. Kimsenin kimseye güvenerek sırtını dönemediği bir toplumda demokrasinin işlemesi mümkün değil.

ÇOK ZORLANIYORSAK OKUMAYA MOLA VERİN

Peki yaşananlardan daha az etkilenmek için ne yapabiliriz? Kendimden örnek vereyim: Birkaç bir şey yapmaya çalışıyorum. Bir kere felç olmamak, dağılmamak önemli. Tamamen çaresizliğe düşmemek önemli. Bizi beter hale getirmeye çalışanlar kazanacak yoksa. Bunun uzun vadeli bir mücadele olduğunu unutmamak lazım. Çok zorlanıyorsak biraz az okumak tercih edilebilir. Mola almak önemli. Günün her dakikası sosyal medyayı takip etmek zararlı olabilir. Ama tabii tamamen kopmak da sağlıklı değil. Gün içerisinde birkaç saatlik molalar alabiliriz. Başka işlerle uğraşarak zihnimizi dinlendirebiliriz. Bir de tabii yalnız kalmamak önemli. Kolektif şekilde hareket etmeliyiz. Hepimizin uzun soluklu bir mücadelenin mütevazı birer parçası olduğumuzu fark etmemiz gerekiyor. Hiçbirimiz tek başımıza çok büyük şeyler yapamayız, yapmak zorunda da değiliz. Ama küçük mücadelelerden de büyük sonuçlar çıkabileceğini Gezi’de gördük.

BÖYLE SÜREÇLERDE KRONİK DEPRESYON OLMAZ

Böyle günlerde toplumun bir kısmı kendi gettosuna çekiliyor, bu konularla daha az ilgilenmeyi tercih ediyor, öğrenilmiş çaresizlik hissi daha fazla hissediliyor. Ama bunu tercih etmeyen insanlar oluyor. Bunu yapmadan mücadeleye devam eden insanlar olabiliyor. O insanlar ve ödedikleri bedeller sayesinde bir şeyler değişiyor. O insanlar sayesinde her zaman az ya da çok bir umut olacak. Muktedirler o umudu azaltacak, diğerleri de bunu artırmaya çalışacak. Dinamik bir süreç bu. Kronik bir depresyon veya öğrenilmiş çaresizlik olmuyor politik süreçlerde. Bir de Gezi gibi bir avantajımız var. Gezi’de hiç ummadığımız bir kuşak çıktı bize bir ders verdi ve bizi içine çekti. O tabii yok olmadı. İnsanların hafızasında kolektif bir biçimde eyleme geçtiklerinde neler yapabildikleri var. Çoğu, "hayatımın en güzel günleri" der. Çünkü beraberlikten neler doğabileceğini gördük.