'Hırsızlık yapanlar korkacak’
Kabaş'tan yeni yıl mesajı: Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmayacağız
Hilal Köse / CumhuriyetGazeteci ve iletişim danışmanı Sedef Kabaş, tweet nedeniyle gözaltına alınmasına şaşırdığını ancak zerre korku duymadığını söylüyor. Evini aramaya gelen polislere çay ikram eden Kabaş, gözaltına alındığında 5 yaşındaki oğlu evde olmadığı için şükrediyor. “Polisler neyse ki makul saatte geldiler, sabaha karşı da gelebilirlerdi” diyor. 2014’ün son günlerinde, yolunu adliyeye düşüren gözaltı sürecini gazetemize anlatan Kabaş, yeni yıl mesajında ise şöyle söylüyor: “Ben her şerde bir hayır olduğuna
inanıyorum. Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmayacağız. Umudun bittiği yerde inadımız başlar. Onlar korkacak bizden, biz onlardan korkmayacağız.” Hakkınızdaki suçlama ne?
Polisler ellerinde bir arama emriyle geldiler. İçinde somut bir şey yok. Aslında, hukuken neyin aranacağı belirtilmeliymiş. Genel arama usulüne aykırı bir durum.
Bu aramanın nedeni de attığım tweet: “Bu adamı asla unutmayın, 17 Aralık soruşturmasını kapatan savcı Hadi Salihoğlu.” Savcılığın arama emrindeki iddia “terörle mücadele eden kişileri hedef gösterme.” Savcılıkta ifadem alınırken ise kullanmadığım bir sözcükle mahkemeye sevk edildim. İfademde tehdit yok, böyle bir sözcük dahi telaffuz etmedim ama savcı böyle bir yorumda bulundu. İddiayı, hedef göstermeden, tehdit boyutuna çıkardı.
Tehdit iddiasının kaynağı ne?
Hukuk kararlarında şahısların öneminin olmadığını, savcılar, hâkimler, avukatlar çok iyi bilir. Önemli olan bu kararın verilmesidir. Bu kararı veren x kişidir, fark etmez ki... Ben bu kararın verilmesini eleştiriyorum, savcının şahsına yönelik zaten bir şey yok tweet’imde. Bir iletişim danışmanı, eğitmen olarak şunu söylüyorum:
“Bu adamı asla unutmayın.” Savcı gerçekten imza attığı bu karardan gurur duyuyorsa zaten unutulmak istemez herhalde. Öyle değil mi? Kendisi de bir sıkıntının olduğunu gösteriyor aslında. Bu tepki, bu iddia, bu suçlama bir çeşit itiraf, teyit etme yani...
Polisler geldiğinde tepkiniz ne oldu?
Kim olduğumu bilerek gelmişler. Saygılı davrandılar. İlk başta sert bir diyalog oldu ama sonrasında baktım ki polislerin de yapacağı bir şey yok. Eve buyur ettim, çay ikram ettim. “İstediğinizi arayın” dedim. Evi didik didik aramadılar, şöyle bir baktılar. “Elektronik eşyalara el koyacağız” dediler.
Ben “o tweet’i attım” diyorum, inkâr etmiyorum. Zaten tweet’imin hâlâ arkasındayım ama genel arama olduğu için dizüstü bilgisayarıma da oğlumun tabletine de el koydular, “Emir böyle” dediler.
Evde yalnız mıydınız, neler hissettiniz?
Şaşırıyorsunuz tabii... Sabah 10.00 civarında geldiler. Yine de uygun bir zaman. Çünkü sabaha karşı da geliyorlar biliyorsunuz. Makul bir saatte geldiler, neyse ki oğlumu okula göndermiştim, evde yoktu. Bir yardımcım ve şoförüm vardı. Eşim yurtdışında. İnsan tabii kimi arayacağını bilemiyor. Avukatımı aradım ama ceza davalarına bakmıyor. Sonrada Vildan Yirmibeşoğlu’na, İstanbul Barosu’na ulaştım. Hemen ilgilendiler, yalnız bırakmadılar.
Bu olanlara üzüldünüz mü peki? Hâkim karşısına bile çıkarıldınız?
Üzüldünüz mü, korktunuz mu diye çok soruluyor. Başta doğal olarak şaşırdım. Sonra da Türkiye’de o kadar büyük sorunlar varken ciddi yolsuzluklar, rüşvet çetesi, mafya, adam öldürmeler, gasp, şiddet, yolsuzluk, usulsüzlük varken değerli cumhuriyet savcılarımızın, polislerimizin, yargıçlarımızın
bu tür davalarla vakit kaybetmesine, enerji kaybetmesine üzüldüm. Bunlar Türkiye’ye zaman kaybettiren konular.
Ürktüm, korktum mu? Kesinlikle hayır. Hiçbir zerresinde korkmadım. Eşim defalarca aradı. “Kesinlikle gelmene gerek yok” dedim.
Bir problem hissetseydim, eşimi çağırırdım. Gerek duymadım. Çünkü korkulacak hiçbir şey yok. Bizim gibi insanların korkacağı hiçbir şey yok. Biz dürüst vatandaşlarız, vergisini veren vatandaşlarız. İşini hakkıyla yapmaya çaba gösteren vatandaşlarız.
Kimler korkacak? Yalan söyleyenler korkacak. Vicdanının, adaletin sesini dinlemek yerine, yukardan gelen emirleri dinleyenler korkacak. Rüşvet alanlar, rüşvet verenler korkacak. Soygun yapanlar, talan edenler, hırsızlık yapanlar, insan öldürenler korkacak. Biz korkmayacağız.
Çok sayıda destek mesajı aldınız...
Oğlum 5 yaşında. Dün (önceki gün) televizyon izletmemişler ama akşam sürekli “Anne neredeydin, ben niye yanında yoktum” diye sordu. 5 yaşındaki oğlum bile bana sahip çıktı, çok tatlı... Çok takip edemedim ama çok arayan soran olmuş. Medyadan, hukukçulardan, avukatlar, savcılar, hâkimler, hukuk profesörleri, işadamları, kimi siyasetçiler, arkadaşlarım, vatandaşlar... O kadar destek oldular ki... Sağ olsunlar, biz hiç yalnız değiliz, ben buna inanıyorum.
Topluma gözdağı verilmek istendiğine dair yorumlar yapıldı. Siz de bu görüşlere katılıyorsunuz...
Doğru. Bu iş bana kadar inebiliyorsa, ben bir eğitmenim, gazeteciyim ama faal olarak bir gazetede yazmıyorum. Televizyonda da bir program yapmıyorum. Bugünün medyasında benim gibi
gazeteciler, malumunuz, zaten mesleklerini devam ettiremiyorlar. Her şeyi bırakın, gazeteci, televizyoncu, eğitimci kimliğimi bir kenara bırakın. Ben normal bir vatandaşım. Özgürce eleştirimi, düşüncemi ifade edeceğim. Bu benim en doğal hakkım. İleri demokrasi diye bir süreçten, Rönesans diye bir dönemden bahsediyorsak benim de özgürce her türlü eleştiriyi, hakaret içermediği sürece yapma hakkım var.
Bugünün Türkiyesi diye söze başlasak, nereye gidiyoruz sizce?
Bunu ileri demokrasiden bahseden, geçen süreci Rönesans olarak değerlendiren, “Bizdeki basın özgürlüğü Amerika’da bile yok” diyenlere sormak lazım.