Hıfzı Topuz'dan 'Nevbahar'
Hıfzı Topuz, Cumhuriyet dönemi ilk kuşağın birçok üyesi gibi ileri yaşına rağmen (95) hep üreten, yurdun, insanlığın sorunlarına kafa yoran bir bilge kişi. Topuz’la annesinin hikâyesini anlattığı yeni biyografik romanı “Meyyâle’nin Ardından Nevbahar, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Aile Öyküsü” üzerine konuştuk.
Gül Atmaca- Bu kitap, ilk biyografik romanınız olan ve büyük ilgi gören Meyyâle’nin (1998) devamı niteliğinde. Olaylar gerçek ama isimler değiştirilmiş. Kitabın ne kadarı gerçek ne kadar kurgu?
- Bazı olayların ayrıntılarına o kadar kaptırıyorum ki kurguya gerek kalmıyor. Hayal gücüyle yazdığım bölümler daha az kitaplarda. Hiçbirine biyografi demiyorum çünkü ekler var. Bunda da var.
- Nevbahar’dan yani annenizden mektuplar var...
- Mektuplar gerçek, sadece Türkçeleştirdim. Annemin dedesi Hasan Hilmi Paşa’nın mektupları da vardı. Büyükannem de annem de “sen kıymet bilirsin” diyerek bunları bana bırakmıştı. Nevbahar’daki fotoğrafların bir kısmı Hasan Hilmi Paşa’nın ikinci eşi Hayriye Hanım’dan hayatta kalan tek torunu Gökçen Erner’den…
- Kitaplarınızda belge, mektup ve fotoğraf zenginliği göze çarpıyor. Arşivi nasıl oluşturdunuz?
- Ben çocukluğumdan beri bana gelen mektupları ve gazetelerde gördüğüm ilginç yazıları saklarım. Gazetecilik dönemimde de arşivciliğe devam ettim. 1939’dan beri bana gelen mektupları sakladım. Kimler yok ki; Nâzım’dan, Sabahattin’den (Ali), Orhan Kemal’den, Yaşar Kemal’den ve Abidin’den (Dino) var. Emekliye ayrıldıktan sonra da bir odamı arşiv odası yaptım. Belki elli dosya var.
“KİTAPTA ÜÇ ANA FİKİR VAR”
- Kitap anneniz hakkında ama bana sorarsanız diğer kahraman babanız Ahmet Şadi, ne dersiniz?
Nevbahar’da ailemi Osmanlının çöküşünden 1950’lere uzanan bir dönemde ele alıyorum. Bu kitapta üç ana fikri var: Osmanlıdan burjuvaziye yani aristokrasiden burjuva toplumuna geçişte, bir başka deyişle soylu toplumdan demokratik bir topluma geçişte birtakım sorunlar yaşanıyor. O güne kadar aileler kızlarını bilmem hangi paşanın kızıyla evlendirmeye çalışıyor, kız alırken de ailesine dikkat ediliyor. II. Meşrutiyet’ten sonra burjuvalaşma merakı başlıyor. Büyükbabam Sürmelizade Albay Ethem Edip Bey de zenginleşme hevesina kapılıyor ve kızlarından birisini bir paşazade ile değil işadamıyla evlendirmek istiyor...
- Babanız İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek isteyenlere kılavuzluk ediyor ve hatta ileriki bir zamanda yurtdışındaki esir askerleri bulup onların da Anadolu’ya geçmesine yardımcı oluyor. Babanız bu dönüşümü nasıl yaşıyor? Zenginleşme hevesindeki genç bir adam Millî Mücalede’de böyle önemli görevler alıyor?
- İstanbul’da bir direniş hareketi var. Eski Osmanlılar bu harekete katılıyor. Cumhuriyet zenginleşmeye engel değil. Zenginleşmek isteyen birçok insan Ankara’ya gidiyor. Hele de İzmir Kongresi. Bütün zenginleşme heveslileri orada. İstanbul’da eski soylu sınıf Cumhuriyet’ten yana oluyor. Örneğin, Prof. Vasfi Raşit Seviğ eniştem, Mehmet Esat Işık diğer eniştemi bunlar arasında sayabilirim.
- Babanızın, kayınpederi yani dedenizin zoruyla terk ettiği Münevver Hanım var. Ondan olan kardeşinizle görüşüyor muydunuz?
- Evet, kardeşim Yekta’yı çok severdim. Annesi Münevver Hanım çok güzel bir kadındı. Yekta’yı annesi büyüttü ve kendi soyadını verdi. Yekta zaman zaman bize gelince babam duygulanır, ona üzerinde ne varsa hediye etmeye çalışırdı. Annem ise bundan hiç hoşlanmazdı. Annemim ödü patlardı babam Münevver’e döner diye.
- Nevbahar ile ilgili olarak Tevfik Fikret üzerine yazdığınız “Elbet Sabah Olacaktır” kitabına, “Bana daha okuma-yazma öğrenmeden Fikret’in şiirlerini ezberleten annemin...” diye başlıyorsunuz. Annenizin odasının duvarında Fikret’in bir resmi asılı. Tevfik Fikret’in Anneniz için nasıl bir yeri vardı?
- Annem Fikret Dayıma (kardeşi değil kuzeniydi) hayrandı. Doktor Fikret Onuralp, ilerici bir adam. Daha Tıbbiye’deyken bir arkadaşı var: Hakkı Bey, Tevfik Fikret’in çevresinden. Gelip giderken Tevfik Fikret’ten şiirler okuyor. Annem, Hakkı Bey’in etkisiyle Fikret hayranı oluyor. Annem mektuplarından birinde, “Fikretbenim manevi babam sayılır. Ben onun şiirleriyle büyüdüm. İnsan sevgisi ve akılcılığı bana o aşıladı… Beni aydınlığa kavuşturdu...” diye yazmış.
“HER KİTABIMDA BİR MESAJ İLETMEYE ÇALIŞIYORUM”
- Bu kitabı da doğal olarak bir erkeğin ağzından yazmışsınız. Nevbahar, daha yeni evliyken kendisini bırakıp Paris’e giden, hayatına başka kadınları sokan Ahmet Şadi ile kırgınlıkları kendisi yazsa kristal bardaklar kırılırdı...
- Ben bunu ilk defa duyuyorum. Çünkü benim romanımda kadın kahramanlar var. Oysa kadınları tutan birisi olduğumu söylerler. Hiçbir kitabımda kadın haksız ve zalim değildir. Babam Ahmet Şadi’yi hiç göklere çıkarmıyorum. Babam diye korumuyorum; bütün zaaflarıyla ortaya koyuyorum. Gerçek bu, ben de babamı kınadım. Daha ne yapayım? Bu yaklaşımınızı bana gelen hiçbir mailde ve internetteki yorumlarda görmedim. Ben kendimi kadın düşmanı görmüyorum, hep kadınların avukatlığını yapıyorum. Hakikatten kadınları tuttum, onları yerden yere vurmadım, onlara hep acımışımdır kendi ilişkilerimde. Hep acımışımdır. Gizli Aşklar kitabında da öyle. Kendimi hiç kadın celladı olarak görmedim. Hep ilişkimi bitirmek için uğraşmışımdır, onlar anlasın da bıraksın, aman kırmayayım diye yıllarca tahammül ettiği kadınlar oldu. İstemediğim hâlde ayrılmadığım kadınlar…
- Tarihi romanlarınızdaki akıcılığı nasıl sağlıyorsunuz?
- Okurun anlamayacağı uzun cümleler ve paragraflar, yabancı sözcük kullanmıyorum. Halkın bilgi düzeyinin üzerine çok çıkmamaya gayret ediyorum. Her kitabımda bir mesaj iletmeye çalışıyorum. Bunu bir iletişim meselesi olarak alıyorum. Mesaja okurun tepkisini merak ediyorum. Bunu imza günlerinde, konuşmaya çağırdıklarında gelen sorulardan anlıyorum. Şöyle: Kitapla mesaj ve enformasyon gidiyor, bunlara yanıt geliyor ve bunun ışığında yeni mesajlar hazırlıyorum. Fildişi kulesinde yazmıyorum, okurdan kopmuyor ve onun anlayacağı düzeyde kalıyorum.
- Osmanlı Sarayı’ndan görüştükleriniz var. Bugünkü Osmanlı tartışmalarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
- Osmanlı Sarayı’ndan Fevziye ile Paris’te birlikte çalıştık. Sarayı metheden hiçbir laf işitmedim kendisinden. Hanzade keza öyle... Paris’te Osmanlı ailesinden kişilerle görüştüm, Atatürkçü olduğum için tepki görmedim. Benim tanıdıklarım Osmanlı hayranı değildi. Sultan V. Murad’ın torunu Fuad Efendi ile rakı içmişliğim vardı. Fuad Efendi, kaçmadan önce “Pera Palas’ta Mustafa Kemal ile buluşurduk ben viski içerdim, o rakı içerdi” derdi.
Nevbahar / Hıfzı Topuz / Remzi Kitabevi / 184 s.