Herkesin ölmeden önce mutlaka görmesi gereken yerlerden biri: Antakya
600 çeşit yemeği ile gurme turlarının da rüştünü ispatladığı yerlerden biri Antakya. Gitmişken humusun, atomun, acılı ezmenin, tepsi kebabının ve Antakya’nın meşhur tavuğunun tadına bakmadan dönmeyin.
Lalehan Utkan"Yeme-içme, lezzet turları’’ dendiği zaman akla ilk gelen yerlerden biri Antakya. Oysa pek iştahlı olmayanlar için de farklı lezzetler ile büyüleyen, zengin tarihi ile keşfedilmeyi hakeden eşsiz köşelerden kendisi. Bu hafta rotamızı Antakya’ya çevirdik ve “Gitsem ne yaparım?” diyenler için kısa bir geziye çıktık.
Habibi Neccar Dağı’nın etekleri ile Asi Nehri arasında kurulu olan Antakya’nın tarihi, MÖ 8000’li yıllara kadar uzanıyor. Şehrin kuruluşu ise Büyük İskender dönemine tarihleniyor. İskender’in genç yaştaki ölümünden sonra, imparatorluğunu paylaşan komutanlarından biri olan Seleukos, Samandağ yakınında Seleukeia Pieria, Orontes (Asi) Nehri kıyısında ise Antiocheia adlı iki şehir kurar. İki mahalleden oluşan Antiocheia kentinin Halep yoluna doğru olan kısmında Makedonyalılar, güneybatı tarafında ise yerli halk ve bir miktar Yahudi yaşıyordu. MÖ 1. yüzyılda, Roma İmparatorluğu’nun Suriye eyaletinin başkenti olan şehir, doğudan batıya doğru uzanan ticaret yollarının üzerinde olması sebebiyle yoğun bir nüfusa sahipti ve günümüzde Harbiye olarak adlandırılan Daphne kentine doğru, zengin Romalıların yazlık villaları bulunmaktaydı.
13 METRELİK MAĞARA
MS 1. yüzyılda, Hz. İsa’nın havarileri Kudüs’te toplanarak bir konsey oluşturmuşlardı. Bu yeni dini yaymak üzere Anadolu topraklarına gelmeye başladılar. MS 35-45 yılları arasında, Pavlos, Barnabas ve Petrus’un Antakya’ya gelmesiyle birlikte, nüfusu pagan ve Yahudilerden oluşan şehirde, Hıristiyan topluluklar oluşmaya başladı. Yaşantıları ve inançları ile Romalı paganları etkileyen bu insanlar, kendilerine, mesihe (Hristos) iman edenler anlamına gelen Hıristiyan demeye başladılar. Böylece Antakya, Hıristiyan sözcüğünün ilk kez telaffuz edildiği ve bu yeni dinin batıya doğru yayıldığı bir merkez haline geldi.
Bu dönemin en çarpıcı eseri, şüphesiz, Habibi Neccar Dağı eteklerine yaslanmış olan St. Pierre Kilisesi’dir. Aslı, 13 m derinliğinde bir mağara olan yapı, ilk Hıristiyanların toplandığı ve Havari Petrus’un vaazlar verdiği bir yer olarak tanınıyor. Cephesindeki barok giriş bölümü 1860’lı yıllarda Kapusen rahipler tarafından yaptırılmış. Kapusenler, 1528 yılında, Papa VII. Clemente’nin tanıdığı, Fransisken tarikatının bir kolu. Başlarına taktıkları kukuleta (cappicio) sebebiyle, halk tarafından kukuletalı (cappuccino) olarak adlandırılmışlar. Dağdan gelerek bir havuzda biriken sular vaftiz için kullanılmış. Kudüs ve Efes Meryem Ana Evi gibi burası da hac merkezi olarak kabul ediliyor ve her yıl haziranın 29’unda, Vatikan’dan temsilcilerin de katıldığı bir ayin düzenleniyor.
YIKIMLARLA DOLU TARİH
Bizans devri boyunca ticaret merkezi olma özelliğini koruyan şehrin en önemli gelir kaynaklarından biri keten ve ipek. Günümüzde de, şehir merkezinde, birbirinden güzel ipek ürünler satan dükkânlar dikkati çekiyor. Tüm zengin kentler gibi Antakya’nın tarihi de yıkımlara sahne olmuş. Bunlardan biri 1097 yılındaki Haçlı Seferleri. Uzun süre direnen şehir, 1098’de teslim olmuş ve halkının neredeyse tamamı kılıçtan geçirilmiş. 1238 yılında Memluk idaresine geçen Antakya, Sultan Baybars tarafından bir kez daha yıktırılıp yeni baştan imar edilmiş.
Günümüzde, Osmanlı devrine atfedilen eserlerin çoğu, ilk yapısı Memluk devrinde inşa edilen yapılar olarak kabul ediliyor. Bunlardan biri de Antakya’nın simgelerinden Habibi Neccar Camisi. Caminin Anadolu topraklarındaki ilk cami olduğu iddiaları var. Habibi Neccar, günümüzde kendi adıla anılan dağdaki mağaralardan birini mesken tutmuş. Hıristiyanlığı yaymak üzere kente gelen havariler, halk tarafından taşlanmaya başladığında, inzivaya çekildiği dağdan koşup gelerek halkı, onlara uymaları konusunda ikna etmeye çalışmış. MS 37 yılında gerçekleşen bu olaydan ve o sırada meydana gelen depremden, Kuran’da, Yasin Suresi’nin 13 ile 32. ayetleri arasında bahsedilir. Ayetlerde “Karye” olarak adı geçen şehrin Antakya’ya işaret ettiği kabul ediliyor.
NEFES KESEN MOZAİKLERİ GÖRÜN
Şüphesiz, Antakya gezilerinin olmazsa olmazlarından Hatay Arkeoloji Müzesi ve bir otel inşaatı sırasında ortaya çıkarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devri yapılan eserlerin oluşturduğu Necmi Asfuroğlu Müzesi, zaman ayrılması gereken yerlerden. Hatay Arkeoloji Müzesi, 2014 yılından beri yeni binasında ağırlıyor ziyaretçilerini. Antakya, Samandağ, Tarsus, Daphne civarından getirilen birbirinden etkileyici mozaiklerin yanı sıra, Antakya Lahiti’ni de barındıran Roma devri eserlerine ve geniş bir sikke koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Müzenin en dikkat çekici eseri ise -şüphesiz- girişte, şaşkın gözleriyle size adeta “hoş geldin’’ der gibi bakan, Hitit kralı Şuppiluliuma’nın büstü. Necmi Asfuroğlu Müzesi, mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri Antakya’ da. Hatay Arkeoloji Müzesi’nin aksine, buradaki eserler yakın çevrelerden toplanmış değil. Otel inşaatı sırasında çıkan, özverili ve örnek gösterilebilecek bir çalışma ile muhafaza edilerek ziyaretçilere açılan bir yer. 1050 metrekare ölçüsüyle, dünyadaki bilinen en büyük mozaik ve mitolojinin babası Heseidos’u gösteren Pegasus mozaiği, ziyaretçilerin nefesini kesiyor.
ÇİFTE KAVRULMUŞ SÜVARİ KAHVESİNİ İÇİN
Antakya’da en az yarım gününüzü Kurtuluş Caddesi ve çevresine ayırmanız gerek. Antik çağda, meşaleler ile aydınlatılan bir cadde burası. Ana yoldan ayrılıp sokak aralarına girdikçe kaybolmuş hissine kapılıyorsunuz. Bu hissi hiçe sayarak yürümeye devam edince birbirinden güzel evler, camiler ve kiliseler kesiyor yolunuzu. Dilerseniz, kafe veya restorana çevrilmiş, limon veya portakal ağaçlarının gölgelediği avlusunda oturup soluklanabileceğiniz mekânlar da var. Tarihi Affan Kahvehanesi de bunlardan biri. Gitmişken Antakya’nın çay bardağı ile servis edilen ve “süvari” olarak bilinen çifte kavrulmuş kahvesini, Haytalı tatlısını, limonlu dondurmasını mutlaka deneyin. Göç dalgası, artan nüfus ve çarpık kentleşme biraz zarar vermiş Antakya sokaklarına; Arnavut kaldırımları sökülüp beton kaplanmış dar sokaklar. Ama yine de özellikle sıcak yaz aylarında, bunaldıkça kaçılacak tek adres eski Antakya sokakları. Yöresel ürünleri bulabileceğiniz Uzun Çarşı da Kurtuluş Caddesi üzerinde. Alışverişin büyüsüne kapılmadan önce, çarşı içindeki Kurşunlu Han’a uğrayarak kendinize bir künefe ziyafeti çekmeniz gerek mutlaka.
ASIL ADI SIMON DAĞI
Antakya gezisinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de Samandağ ve çevresi. Güne, Samandağ zirvesindeki Aziz Simeon Stylites Manastırı ile başlamak uygun bir tercih olacaktır. MS 6. yüzyılda yaşayan ve Samandağlı genç Simon olarak tanınan keşiş, hayatının 40 yılını, bu dağın tepesinde, 10 m yüksekliğindeki bir sütunun üzerinde yaşayarak geçirmiş. Simon Dağı olarak adlandırılan dağ ise zaman içinde Samandağ adını almış. Samandağ kıyısı Çevlik Sahili olarak adlandırılıyor. 14 km uzunluğuyla, Türkiye’nin en uzun sahili burası. Deniz kıyısına inmişken Hz. Hızır Makamı gidilmesi gereken bir yer. Özellikle Arap Alevilerinin kutsal saydığı, sabahları etrafında 3 kez dönmeden kimsenin işe başlamadığı bir yer. Kuran’daki Kehf Suresi’nde geçen ve “Medine” olarak bahsedilen, Hz. Hızır ile Musa’nın buluştuğu yerin burası olduğuna inanılıyor.
EZAN VE ÇAN SESLERİ BİR ARADA
Sahildeki balık restoranlarında kısa bir mola sonrası, Seleukieia Pieria kentinin nekropol alanını, soylu bir Romalının aile mezarı olan Beşikli Mağara’yı ve Titus Tünellerini görmek gerek. Antik kenti ve limanı sel baskınlarından korumak ve dağdan gelen suyun yönünü değiştirmek için yapılmış bir tünel burası. İnşasında, isyan çıkardıkları gerekçesiyle buraya getirilen bin kadar Yahudi çalıştırılmış. İmparator Vespasianus’un MS 69’da başlattığı inşaat, oğlu Titus zamanında tamamlanmış. Büyük iş makineleri kullanılmadan, küçük el aletleri ile açılmış etkileyici bir Roma mimarisi. Tüneli sonuna kadar geçmek isteyenlerin yanında mutlaka el feneri, suya dayanıklı bot vs. gibi giysiler olmalı. Ezan, çan ve hazan seslerinin bir arada duyulduğu, Unesco tarafından “dünya kültür şehri” seçilmiş bir yer burası. Samandağ çevresindeki, Türkiye’nin tek Ermeni köyü olan Vakıflı ve 2 km yakınındaki Hıdırbey köyü de adeta bu unvanı hak ettiğini doğruluyor. Vakıflı köyünde, kadınların kurduğu kooperatif ürünlerinden satın alabilirsiniz. Geliri, öğrencilere eğitim bursu olarak değerlendiriliyor. Birbirinden lezzetli reçeller, nar ekşisi, zeytinyağı, likör ve şaraplar köyün kadınları tarafından yapılıyor