‘Herkesin kendi Tanrı’sı var’
Enver Aysever
Enver Aysever / Kurşun KalemFransa’nın Ardennes bölgesinde yaşayan köy papazı Jean Meslier elli beş yaşında öldü. Ardında 400 sayfalık bir elyazması bıraktı. “İtiraflarım” adını taşıyan belgede; “Hıristiyanlık, yoksulları baskı altına almak, zenginlerin egemenliğini meşrulaştırmak ve cehaleti sürekli kılmak için kullanılan bir aygıt olmaktan öte pek az özelliğe sahip” yazıyordu. Yaşamı boyunca Tanrıtanımaz olan Meslier, babası tarafından zorla papaz olmaya itilmişti. Meslier ardında şöyle bir mektup bıraktı: “Sizi ahmakça saçmalıklar ve boş batıl inançlarla oyalamak için, kendi düşüncelerime tamamen aykırı şeyler yapmak ve söylemek gibi can sıkıcı bir sorumluluk almış olma hoşnutsuzluğunu yaşıyorum. Bunu daima acı çekerek ve aşırı derecede iğrenerek yapıyorum.”
AYRIKSI OLMAK...
İnsan düşüncesini söylemekten neden çekinir? İlk akla gelen toplum tarafından yadırganma kaygısı olmalı. Ayrıksı olmak, toplumdan farklı yolda ilerlemek yalnızlıktır, buna katlanmak pek kolay değil kuşkusuz. Fikirlerini söylemeden sürülen bir yaşam, sahiden yaşanmış sayılır mı peki? Melih Cevdet Anday: “Düşünmek, düşündüğünü söylemekle başlar” diye yazmıştı. Dile gelmemiş, başkası tarafından işitilmemiş düşünce tamamlanmamıştır.
KÖTÜ BİR ALIŞKANLIK
Richard Dawkins binlerce kilo ağırlığında metal bir yapı (uçak) içinde gökyüzünde bulunmamızı haklı olarak: “Batılı düşüncenin ürünü mühendislerin doğru hesaplamaları sonucu olduğunu” söyledi. Aklın evreni tamamen kavramak konusunda yetersiz olacağı savı, bu yalın açıklamayla bir kez daha çöktü. Eğer hesaplamalarda ufacık hata olsa yere çakılmak, ölmek kaçınılmazdır. “Aklın” henüz evrenin gizini çözememiş olması, bunun peşinden koşmasına engel değildir. Açıklamasını yapamadığımız her durum, giz, olgu, kavram olay için Tanrı’ya başvurmak kötü bir alışkanlık olsa gerek!
GÖRDÜĞÜMÜZDEN KORKMAYIZ
İnsan bilmediği ne varsa, ondan korkar. Aydınlık, görünür olmayı sağlar. Gördüğümüzden korkmayız, olsa olsa üstüne düşünürüz. “Tanrı” fikrinin tarihi üstüne çeşitli araştırmalar yapıldı bu güne dek. Sis perdesi ardında, gizemli Tanrı açığa çıktıkça büyüsünü yitirdi. Karen Armstrong inançlı biriydi, uzun dindarlık dönemi ardından karar verdi; “Artık endişeli değilim” diye yazıyordu. “Tanrı gerçek olamayacak kadar benden uzaklaştı.”! “Tanrı’nın Tarihi” adlı kitabının önsözünde, sarsıcı satırları şöyle sonlanıyordu: “... Bilim Yaratıcı Tanrı’yı elden çıkarmış görünüyordu.”
AKLI KULLANMAYI ÖĞRENDİ
İnsan “aklı” keşfetmedi, onu kullanmayı öğrendi. Kant: “Aydınlanma, insanın kendi ayağıyla içine düştüğü toyluktan kurtulmasıdır. Toyluk, insanın kendi aklını bir başkasının rehberliğine ihtiyaç duymaksızın kullanamamasıdır. İnsanın bu toyluğa kendi ayağıyla düşmesinin nedeni de akılsız olması değil, aklını başkasının rehberliği olmaksızın kullanma kararlılığı ve cesaretini gösterememesidir” dedi. Ancak herkesin aynı zamanda, yoğunlukta, beceride “akla” gereksinim duyduğunu söylemek güç. “İnanç” yaşamı konforlu kılar, boyun eğmeyi öğütlediği için her tür iktidar adına kullanışlıdır. Newton der ki: “Evren, Tanrı ya da Tanrıların kaprislerine göre değil insan tarafından anlaşılabilecek mekanik ilkelere göre işlemektedir.”
BİRBİRİNİN ZIDDI
Siyaset felsefecisi Thomas Hobbes ile İbranice profesörü Ralph Cudworth birbirinin çağdaşıydı. 17. yüzyılda yaşayan iki düşünür, birbirinin zıddıydı. Hobbes insanın temel varoluş biçimini: “Zavallı, yalnız, müstehcen, hayvansal ve kısa” olarak tanımlayan bir materyalistti. Doksan yaşına gelip artık ölüme yakın olduğunu fark edince kiliseye gidip gelmeye başladı. Materyalizm konusunda daha az ısrarcı olması anlaşılır elbette. Hobbes muhalifi Cudworth “Gerçek Entelektüel Evren Sistemi” adlı yapıtına adadı tüm ömrünü. Güç kavranan kitap yoğun eleştiri aldı. Kitabın amacı “Tanrının var olduğunu” kanıtlamaktı. Çağdaşı bir siyasetçi olan Lord Bolingbroke şöyle eleştirir Cudworth’u: “O kadar çok okuyordu ki düşünecek zamanı kalmıyor; ve o kadar çok beğeniliyor ki serbestçe düşünemiyor.”
ŞİİR KENDİNİ GÖSTERİR
Bir yerde: “Hangi şairle ne vakit karşılaşacağımız belli olmaz, gereksinime göre, şiir kendini gösterir” diye yazmıştım. Kişi ömrünü iyi bir şiirin son sözcüğünü doğru koymak için harcayabilir. Kim böylesi bir çabanın boşuna olduğunu söyleyebilir?
Cemal Süreya’dan; “Sanmasınlar inanmıyorum
Elbet inanıyorum tanrıya
Herkesin kendi tanrısı var
Sen ölünce ölüyor o da”
Cumhuriyet Pazar