Her devrin Shakespeare'i

Her kuşağın kendi Shakespeare'ini yarattığını söyleyen Ostermeier, sanatçıların topluma ayna tutmasının demokrasinin temel koşulu olduğu kanısında. Alman yönetmen, devletin de bu eleştiriye açık olacak kadar sağlam olması gerektiğini vurguluyor.

cumhuriyet.com.tr

Henüz 29 yaşında Almanya’nın önemli tiyatrolarından Schaubühne Berlin’in başına geçen Thomas Ostermeier neredeyse tüm dünyayı dolaşan oyunu “Hamlet”le İstanbul’dan da geçti. Gerçek bir Shakespeare tutkunu olan yönetmen, söyleşimiz sırasında “Her kuşak kendi Shakespeare’ini yaratır. Üstelik sadece zaman değil, sahnelediğiniz mekân da etkilidir bunda” diyordu.

Birkaç saat sonra İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında sunulan Onur Ödülü’nü festivalin direktörü Dikmen Gürün’ün elinden alırken Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ndeki seyircilere şöyle seslendi:

“Bugün bütün Avrupa’da kültür sanat alanına yapılan yardımlara kısıtlamalar getiriliyor. Gündeminizde tiyatroların özelleştirilmesi meselesinin olduğunu biliyorum. Bu büyük bir tehlike. Yöneticilerin sanatın sadece eğlenceden ibaret olmadığını, özgür düşüncenin ifadesi olduğunu anlamaları gerekir. Birazdan izleyeceğiniz bu oyun da devlet yardımı aldı, ama umarım aynı zamanda eğlenirsiniz de.”

“Hamlet” bittiğinde herkes İstanbul’da dolaşan yaşlı Hamlet’in hayaletinin ağırlığını üzerinde hissetmekle birlikte güzel bir oyun izlemenin coşkusuyla tiyatrodan ayrıldı…

- Shakespeare yönetmeye başlamadan önce “40’ımdan önce Shakespeare yönetmeyi düşünmüyorum” demişsiniz. Sonra ne oldu da Shakespeare hayatınızın merkezine oturdu?

O zamanlar kendimi yeterince deneyimli bulmuyordum. Daha çok araştırmaya, anlamaya, çalışmaya ihtiyacım vardı. Sonrasında hazırdım diyemem, ama bir şekilde tiyatro, oyuncular karar verdik ve başladık. Shakespeare çok kompleks, çekici ve aynı zamanda da riskli, çünkü bağımlılık yaratıyor. O zamandan beri her yıl bir Shakespeare sahneliyorum.

- ‘Her kuşak kendi Shakespeare’ini yaratır’ diyorsunuz. Sizin Shakespeare’inizde kafası karışık, darmadağınık bir Hamlet var. Tıpkı bugünün sıkışmış insanları gibi...

Zaman kadar mekân da etkiliyor sahnelenen oyunu. Mesela geçen yaz Kudüs’te, tam da benim de arkadaşım olan yönetmen Juliano Mer-Khamis öldürüldükten sonra sahneledik “Hamlet”i. Oyunu Juliano’ya adadım ve performans öncesi de İsrail’in boykot hareketi hakkında konuştum. Biliyorsunuz oyun, yaşlı Hamlet’in cenazesiyle açılıyor. Böylece oyun başka bir anlama büründü.

Bu oyun bir şeylerin politik olarak yanlış olduğunu ve değişmesi gerektiğini söylüyor. Ama karşımızda şımarık, yaramaz, deli, umutsuz bir Hamlet var ve politik olarak bir değişim yaratamıyor. Belki bu bizim kuşağımızla da ilgilidir. Bugüne baktığımızda hepimiz yanlış giden bir şeyler olduğunu biliyoruz ama ortada örgütlü, kapsamlı politik bir hareket yok, sadece küçük inisiyatifler var.

- Schaubühne’deki anlaşmanız 2015’te bitiyormuş. Orada biriktirdiklerinize dair neler söylersiniz?


Schaubühne gelişmek için iyi bir yer. Bana çok şey kattı, ama ben genel olarak Almanya’daki tiyatroların durumundan memnun değilim. Sürekli en yeni, en moda şeyleri yapıyorlar. Yap ve unut! Yaratılan bu popüler kültür mekanizması ciddiyetsiz bir yapı oluşturdu. Şu yıldız sistemi ya da derin olmayan, genel geçer eleştiriler... Bu yapıyı çok sağlıksız buluyorum. Bizi onlardan ayıransa çok iyi bir izleyici kitlemizin olması. Üstelik merkezde olmadığımız halde, bu çok şaşırtıcı.

- Şu sıralar Türkiye’de Devlet ve Şehir tiyatrolarının hükümet tarafından özelleştirilmesi gündemde. Büyük bir gerilim ve tartışma yaşanıyor...

Evet, duydum. Türkiye’de yaşanan bu durum bugün pek çok ülkede de yaşanıyor. Bu çok tehlikeli. Çünkü demokratik devletlerin sisteminde insanlar vergi öder ve parayı nereye harcayacağını belirleme hakkına sahiptir. Sanatçıların toplumda olanlara ayna tutması, güçlü demokrasinin temel koşulu. Devlet de bu eleştiriye açık olacak kadar güçlü ve sağlam olmalı. Çünkü sanat, eğlence endüstrisinden öte, derin, büyük bir fotoğraf çekmektir olanlara dair.