Her an o ailelerden biri olabilirsiniz
Berrin Demir, yıllardır iş cinayetlerinde yakınlarını kaybeden ailelere gönüllü avukatlık yapıyor. Türkiye'de insan hayatının ne kadar ucuz olduğunu, devletin iş güvenliği davalarındaki tavırlarını yakından biliyor. Yine de bir gün kendisinin de o ailelerden biri olacağını hiç düşünmemişti kuşkusuz. Soma'daki maden katliamında iki kuzenini kaybedene kadar.
Esra Açıkgöz / Cumhuriyet25-30 gönüllü avukat arkadaşımız var. Genelde hepimiz vekalet alıyoruz, ama özelde her dosyanın 3-5 kişilik çekirdek ekibi oluyor. Ben ağırlıklı olarak Esenyurt Çadır yangını, BEDAŞ işçisi Erman Keleş, set işçisi Selin Erdem dosyalarına bakıyorum. Davutpaşa davasını da takipteyim.
Soma'yla ilişkim mi?
Ben Bergama'nın Ilgındere köyündenim. Bizim köy Bergama'ya ait olmasına rağmen Soma'ya daha yakın, arabayla 10-15 dakika. İlkokulu bitirinceye kadar oradaydım. Sonra öğrenimime devam edebileyim diye, İzmir merkeze göçtük. Ama bağı hiç kesmedik. Köyümüz tütüncülükle uğraşırdı, zeytin, pamuk, şekerpancarı vardı, domatesimiz meşhurdu. Dünyanın en verimli toprakları, ne ekerseniz biter, ama para etmiyor. Son on yıldır, özelleştirmeler ve tarım politikasıyla bu yaşam bitti. İnsanlar işsiz kaldı.
Biz aslında yörüğüz. Büyüklerimiz hep anlatırdı, 1800'lerde Çayovası'na ikamet edildiğimizde, “Dümdüz burası, sinek var, çoluk çocuk kırılır, esmiyor” diye tepeye gitmişler. Yörükler ya, esecek illa. Bu insanları alıp madene soktular. Yaaa. Madene soktular. Madende de olan oldu.
Soma'da katliam olduğu gün mü?
Müvekkilimle görüşmem vardı, dört saat sürdü, internete, televizyona bakamadım. Sonra, Bir Umut'ta o gün yapılacak İş Cinayetleri 2013 Almanağı'nın tanıtımına geldim. Soma, Soma diyorlar. Anlamadım. Telefonum çaldı; Babam. Köyde yaşıyor: “Televizyonda madende yangın çıktığına dair altyazı geçti. Köyde kimse izlemiyor televizyon ya, dışarı çıkıp, çocuğunuzu arayın, madende yangın çıktı, diye bağırdım”. On dakika içinde köy boşalmış. Bizim köyden madende çalışan çok kişi vardı. Beş kişiden haber alınamamış. Biri arama-kurtarmadaymış meğer. Diğeri vardiyasını değiştirmiş. Biri daha girmemiş. Geriye iki kuzenim kalmış; İsmet Yılmaz ve Sadık Akdal. 6.30 gibi İsmet'in kızkardeşine ulaştım. Sadece çığlık atıyordu: “Abla, abim aşağıda dua et. Abla, abim aşağıda dua et”.
Çarşamba gecesi İsmet çıktı, Perşembe sabahı da Sadık.
Bekleyiş mi?
Çok zulüm etmişler. Çok. Sadık'ın annesi anlatıyor, “Köpek leşi gibi atmışlardı çocuklarımızı sağa sola. Mezbahalara mı, kavun deposuna mı koymamışlar”. Saçmışlar çocukları. Ve kimsede bilgi yok. Acılı bir insan hastane hastane çocuğunu arar mı? Üstelik tanınmaz hale gelmiş çocuklarını. Devamlı ölü insan bakmaktan, bitmişler. Bitmişler.
Ben perşembe köye girdim. Teyzemin yanına vardığımda sürreal bir ortamdı. O kadar acı çekmişler ki, dövüne dövüne, tüm duvarları aşmışlar. İnsan insana bunu yapmaz. O bekleyiş, evrakların kaybolması, o çığlıklar, cenazeni bulamıyorsun. Düşün, teyzem diyor ki, “Biricik oğlumun cenazesini bulup, yakınıma, köyüme, toprağıma koydum ya, gidip orada severim, ya bulamayanlar?” Bulamayanlar da çok olmuştu o aşamaya kadar. Öyle yani...
Sadık ve İsmet'i mi anlatayım?
Sadık 27 yaşındaydı. Karısı kaldı 19 yaşında. Yaaa. Büyük bir aşkla kaçırdıydı. 3 yıldır evlilerdi. Hatta ben kızmıştım, bu yaşta kız kaçırılır mı, diye. Çok seviyoruz birbirimizi demişti. Bebekleri var beş aylık. Sadık'ın annesi... Çocukları olmadı uzun süre, sonra Sadık oldu. Annesi konuşurken bir dinlesen; on dakika içinde “Benim Sadık'a dedim ki”, “Benim Sadık geldi”, “Benim Sadık dedi ki”... Mütemadiyen öyle konuşur, öyle aşıktır oğluna. Yaa...
İsmet, 42 yaşındaydı. Üç çocuğu var. Biri hemşireliği bitirdi. Biri bu sene, diğeri seneye üniversite sınavına girecek. Bu devletin ne kadar sahip çıkacağı belli olmaz, bari çocuklar sınavı kazansa bir şekilde okuturuz, diye düşünüyorum. Ama hangi kafayla kazanacaklar? Şimdi İsmet'in oğlu kazanamazsa bir yeri, ne olacak? O çocuk da mı madene inecek?
Dünyanın en verimli memleketinde yaşıyoruz. Şu anda köyde hala evi için küçük tarım yapanların yaşı 60'ın üzerinde. Onlar da göçtüğünde bir tarım kültürü yok olacak. Her taraftan yıkım. Soma'da madenler kaç yıldır var. Tarım öldürülene kadar bizim köyden bir kişi gitmemişti madene. O zaman da bize bu kadar yakındı madenler. Tarım ölünce, kimi çocuğumu okutayım diye gitti, kimi emekli olayım diye, kimi aç diye.
Biz oradayken durum çok vahimdi. “Siz merak etmeyin”, dedim onlara; Sadece kendi yakınlarıma değil, taziyeye gittiğimiz başka ailelere de, “Vekalet için acele etmeyin. Toparlanın, acınızı yaşayın, geleceğiz biz tekrar. Sadece herhangi bir şey imzalamayın”. Çünkü o kadar rivayet var ki, bana iki milyar verdi, bir şey imzalatmak istedi, diye anlatıyorlar. Biz buradaki arkadaşlarla elimizden geleni yapacağız. Şimdi duyuyoruz ki, orada durum vahim. Kuzenlerimin çocukları “Teyzemiz avukat, o gelip bakacak” dediği halde, “Yok, süreniz bitiyor, hakkınızı kaybedersiniz” diye insanları korkutup vekalet almaya çalışanlar varmış.
Bundan sonrası için ceza davaları yürüyecek, arkasından maddi-manevi tazminat davaları.
Daha önceki davalardan biliyoruz, işverenler kan parası adı altında para veriyor ailelere ve diyorlar ki, “Kan parasını alın, bunları imzalayın, zaten kamu götürüyor sizin davanızı, o sürer”. Sonra insanlardan feragatname alıyor. Mahkemeler de, bunları görünce zarar tazmin edilmiş, deyip ceza vermiyor. Vatandaşı öldür, kan parasını al, sonra cezasızlık ortamı yürüt. Burada da öyle olacak diye doğal olarak korkumuz var.
Taşeron, dayıbaşı sistemi çökertilmeden, hiç bir güvenlik alınmadan ölümler durdurulamaz. Borçlandırıyor insanları. Zaten Soma'daki işçilerin en büyük problemi bu. Çocuk, “Teyze” diyor, “madenin önünde bankalar sıraya dizilmiş, kredi kartı, kredi kartı diye. Biz de alıyoruz”. Maaşlar yaklaşık bin lira, sallıyorlar 2.500 diye. O adam kredi kartına 250 TL borçlandığı anda bir daha dönemiyor. Bu insanlar üretimden koparılmış, getirilmiş madene tıkılmış. Çaresizler. İsyan nedir, direniş nedir, bilmiyorlar ki; Bizim köydekiler daha ilk kuşak madenci. En büyük korkuları kapımıza haciz gelirse?
Adalat Arayan İşçi Aileleri'nin Vicdan ve Adalet Nöbeti'nde aileler hep derdi ki, “Biz canlarımızı kaybettik. Burada, siz karşıda dinleyenlerin yakınları da buraya konulmasın, siz de günün birinde buraya geçmeyin, sevdikleriniz ya da siz çalışırken ölmeyin, diye nöbet tutuyoruz.” Bu mücadeleyi ederken bakar mısın, nereden vuruldum? O kadar yakınımızdaki... O kadar yakınımızda... Her an hepimizin başına gelebilir... Yaa...