‘Hepimiz mülteciyiz’

Roman asıllı, Cezayir doğumlu yönetmen Tony Gatlif’in filmi “Aman Doktor/ Djam”, Rembetiko üzerinden mülteci olma hallerini ve özgür kadın ruhunu anlatıyor. Filmde amcasının teknesine gereken yedek parça için İstanbul’a gelen Djam’ın hikâyesi anlatılıyor.

Esin Küçüktepepınar

“Nerde o eski Beyoğlu Caddesi” sitemiyle başlıyoruz sohbete, yıllar içinde sayısız defa geldiği Istanbul’u özlemiş. “Vengo”dan “Sürgündekiler”e; müziğin ritmiyle bizi yollara düşüren, köklerinden koparılmış, biryerlere ait olamama duygusunun melankolik olduğu kadar özgürleştici duygularını anlattığı filmleriyle sevdiğimiz Tony Gatlif, bu kez “Aman Doktor/Djam” vesilesiyle İstanbul’da. Rembetiko üzerinden mülteci olma hallerini ve özgür kadın ruhunu anlattığı filminde bizden Cümbüş Cemaat grubunun şahane müzikleri de var. Amcasının (özlediğimiz Simon Abkaran) teknesine gereken yedek parça için İstanbul’a gelen Djam’ın (benzersiz Daphne...) peşinde sınırları aşan bir yola çıktığımız “Aman Doktor”, geçen yıl gösterildiği Cannes Film Festivali’nde de büyük ilgi görmüştü. Roman asıllı, Cezayir doğumlu, Fransız vatandaşı Tony Gatlif, “Hepimiz mülteciyiz, birbirimize tutunmamız gerek” diyor.

‘İstiklal beni şaşırttı’

-İstanbul’a yıllar içerisinde çok sık geldiniz, değişimi nasıl buluyorsunuz?

İlk kez “Prenses”in (1983) çekimleri için gelmiştim, tüm Türkiye’yi gezmiştim. Zaten ilk kez o zaman duydum Rebetiko müziğini. Yıllar içerisinde İstanbul Film Festivali’ne konuk oldum, yine film çekmeye geldim, arkadaşlarımla tatile çıktım, yani kapı komşusu yaptım. Elbette ki değişim var, ama İstiklal Caddesi’nin bu yeni hali şaşırtttı beni. Eskiden daha renkli, canlı ve ışıklıydı, müzik vardı, gece kulüpleri vardı, en önemlisi de ağaçlar vardı!

-Her filminizde yolda ve sürgün olma halleri ve müzik var ama özellikle size ne dokundu?

Benim için müzik her şeyin tetikleyicisidir, zaten duygularımı harekete geçiren, oturup yazmama vesile olan da nağmesi ve sözleri oldu. Tabii ki sürgünle ilgili olması beni çok duygulandırıyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası parçalanmış bir dünyada her iki taraftan da insanlar evlerini terk etmek zorunda kalmışlar. Yunanistan’a gidenler geldikleri yerden yani Türkiye’den taşımışlar kültürlerini. Yani melankolik de olsa aslında her iki tarafı birleştiren bir müzik, doğu ile batının müziksel karışımı beni çok etkiledi.

-Filme adını veren Djam karakteri tam da kendisi desek?

Elbette Djam, Rebetiko’nun ruhu! Güçlü bir kadının yansıması. Özgür bir ruhun yansıması. Kadın olması da teşekkür etmek, onların özgür seçimlerini takdir etmek için. Daphne veya Asia Argento, filmlerimde zaten güçlü kadınlar seviyorum. “Geronimo”, “Transylvania”da hep bu ruhun yansıması, kadınlar kurban olarak görülmek istemiyor.

‘Doğallık önemli’

-Djam’ı canlandıran Daphne Patakia son derece doğal bir performans sergiliyor. Dans, müzik, şarkılar, hazırlık aşaması zor muydu?

Benim için doğallık en önemlisi. Arkasında müthiş bir çalışma ve emek var ama hayat gibi gayet akıcı olması için böyle olması gerekiyor. Oyuncunun işgüdüleriyle karakteri yönlendirmesini de seviyorum. Yani senaryo önemlidir ama kendimi asla bununla sınırlamam. Ayrıca oyuncunun rolde kendisini bulması için alan yaratmak gerekir. İlk tanıdığımda ne oryantal dans biliyordu ne de şarkı söylemeyi, ayrıca benim aradığımdan daha güzel bir oyuncuydu ama çok yetenekli ve çalışarak her şeyin üstesinden geldi.

-Bazı toplumlarda kadının rolü kısıtlanıyor mu artık sizce?

Maalesef öyle. Tabii ki başka yerlerle mukayese etmeyeyim ama Fransa gibi çok modern toplumlarda dahi kadınların kazanılan haklarını yeniden sorgulayan birileri ortaya çıkmaya başladı. Elbette “aşırı” düşüncelerin ürünü böyle şeyler, mümkünatı yok! Bazıları ellerinde olsa kadını tamamen kapatmak, mümkünse üzerine kilit takmak istiyor! Kadını kısıtlamak akıl dışı! Tam bir Ortaçağ zihniyeti!

-Sınırları çekincesizce aşan “Djam” karakterinin arka planında yaşadığımız kaotik durumlar, mültecilerin trajik izleri var. Nasıl oluştu yazma süreciniz?

Öncelikle Djam’ın öyküsü olsun istedim filmin. 1920’lerin hikâyesinden gelen özgür bir kadın, deli veya fahişe değil, terörist hiç değil, hayat dolu bir genç kız olsun istedim. Ben bunları yazarken Fransa’da terör olayları tırmandı. O kadar gencin (130) öldürüldüğü Bataclan gece kulübünün çok yakınında yaşıyorum, teöristlerin bastığı kafeye hep giderim. İnsanlık adına çok vahim şeyler yaşanıyordu. Aslına bakarsanız gençler gençleri öldürüyordu. Hem de düşünce veya politika sayılamayacak akıl dışı bir şey için. Çok sarsıldım, yazmayı bıraktım.

-Sonrasında nasıl toparlandınız?

Altı ay sonra gayrete geldim çünkü bu filmi yapmak istiyordum. Bu arada çoğunluğu Türkiye’den Yunanistan’a geçmeye çalışan, başaramayıp hayatlarını kaybeden insanlardan haberimiz olmaya başladı. Afrika’dan, Irak ve Suriye’den yüz binler zor durumdaydı. Bunlar da insanı altüst ediyor. Ama sonuçta bunları öne çıkarmak istemedim çünkü çok kolay bir duygu sömürüsü olurdu, istemedim.

-Her filminiz gibi “Djam” da “hepimiz mülteciyiz” duygusunu hatırlatıyor.

Aynen! Aslında hepimiz mülteciyiz, bir huzursuzluk var ortalarda ama birbirimize tutunuyoruz. Tutunmalıyız ki hayatta kalalım. İşte müzik de benim için halkları bir arada tutan, tıpkı bir evin tuğlalarını tutan çimento gibi.

‘Avrupa anlamalı’

-Filmin iyimser tonundan anlaşılsa da sorayım, yaşadığımız bunca felaketlere rağmen umutlu musunuz gelecekten?

Öncelikle Avrupa’nın doğu cenahını anlaması ve anlaşması gerekiyor. Yunanistan’dan sonrasıyla pek alakamız yok. Malesef yokmuş gibi davranılıyor. Oysa ki medeniyetin oluştuğu coğrafya burası. Avrupalılar nasıl ki Afrikalıları hiç anlamadılar, yine aynı refleks var. Anlaşma ise karşılıklı saygıyla mümkün.

-Sömürge anlayışı devam ediyor mu sizce?

Bence artık Çin dünyayı sömürgeleştiriyor, dört milyar nüfus. Ben para pul veya bize dayatılanı değil hayatı seçiyorum. Umutsuzluklara rağmen hayatı seçtiğinizde zaten iyimser oluyorsunuz. Ama elbette bu zorlukları aşmak için yakınlaşmamız şart.

Rembetiko’nun ruhu

Avrupa sinemasının yükselen yıldızlarından Daphne Patakia yani sohbet ilerleyince “bizim Defne” yüksek enerjisiyle anında etrafı hareketlendiren, yüzünden gülümseme eksik olmayan genç bir yetenek. Filmin orijinaline adını veren Djam olarak ilk başrolünde güçlü bir kadın karakteri oynamaktan çok hoşnut: “Yorgun ve güçsüz düşebiliriz ama kararlı olmak, kendine güvenmek şahane bir şey. Böyle kadın rolleri sinemada çok önemli.” Yunan olduğu için elbette Rembetiko’yu gönülden biliyor, “Gerçi şarkı sözlerindeki ‘para’ gibi Türkçe kelimeleri sonradan öğrendim. Türkiye’den gelenler Rembetiko ile Yunan müziğine oryantal tınılar kazandırmış. Kadının özgürce erkeğe aşkını, sitemini ifade ettiği, erkeğin yakışıklılığına, bedenine olan beğenisini rahatça dile getiren sözleri var, çok hoşuma gidiyor” diyor. Çekimlerden çok önce Tony Gatlif ile uzun sohbetler yapılmış, “Karakterin nasıl olması gerektiği konusunda epey kafa yorduk birlikte. Bana alan tanıması, içimdeki Djam’ı bulmama yardımcı olması şahaneydi” diyor. Çok çalışmış zaten, şarkı söylemeyi, oryantal dans yapmayı öğrenmiş, Djam özgür ruhlu olduğu kadar İstanbul sokaklarında rastladığı Avril adlı Fransız bir genç kadını da kanatların altına alacak kadar sevecen, o da “Erkekleri dışlamadan, kadın dayanışması var filmde” diyor ve ekliyor: “En önemlisi bir genç olarak bana umut veriyor böyle bir film. Çünkü yaşanan sorunlara, mülteci ve ekonik krize rağmen onurlu durabilmeyi, şiddeti reddetmeyi biliyor. Silah çekilse de patlamıyor, ona özgür iradeyle biz karar veriyoruz, bence hepimizin ihtiyacı olan bu!”