Hemen doyuma ulaşma arzusuna nasıl karşı koymalı?

Yaşamda başarılı olmak için, öncelikle, anında doyuma ulaşma arzusunun akılcı yollarla üstesinden gelebilmeli insan.. Ama nasıl? Tanınmış ruhbilimci Walter Mischel ipuçları veriyor..

Cumhuriyet/Bilim Teknik

Günümüzde insanlar her şeye sahip olmak istiyor. Oysa, son kitabınızın temel izleği, kişinin kendini gemleme gücüyle ilgili. Neden?

İçinde yaşadığımız dünyanın giderek anlık doyumlara odaklı insanlarla dolu bir dünyaya dönüşmekte olduğu ve bunun nasıl önüne geçilebileceğinin bilinmediği son derece yaygın bir görüş. Ancak, özdenetim konusunda genelde bir ilerleme söz konusu.

O halde, gerçekte neler olup bitiyor?

Bilgi teknolojilerinde devrimin yaşandığı bir dönemde büyüyen çocukların büyük bir bölümü, doyumu erteleme becerilerinin de gayet iyi geliştiğini görüyoruz. Ruhbilim uzmanlarının yönetimsel denetim adını verdikleri bu yetenek, kişinin belli bir hedefi kafaya koyup, bu hedefe ulaşmayı önleyen dürtüleri bastırmak suretiyle hedefe ulaşıncaya dek yolunu sürdürüp sürdürmediğiyle ilgili.

Kişinin bu becerilerden yararlanıp yararlanmadığı konusu farklı bir konu. Torunlarım doyumu erteleme konusunda inanılmaz bir beceriye sahipler, ama çoğu zaman öyle davranmamayı yeğliyorlar.

Kişinin kendisini denetlemesiyle ilgili araştırmanızın belkemiğini “marshmallow” ya da şekerleme testi” mi oluşturuyor?

Evet. Stanford Üniversitesi’nde 1960’larda okul öncesi çağındaki çocuklarla ilgili bir araştırma yaptık. Bu araştırmada çocukların kendilerine sunulan anında ulaşabilecekleri bir şekerleme ile, 20 dakika beklemeleri sonucunda iki tane alabilecekleri kurabiye arasında seçim yapmaları istendi. Çocuklar ilk ödülü almak istediklerinde bir zile basarak araştırmacıları odaya çağırabiliyorlardı. Beklemeyi becerebilen çocukların davranışlarını izlediğimizde, ilk yaptıkları şey, problemi kolay bir duruma dönüştürmekti.

Çocuklar beklemeyi nasıl becerebildi?

Önlerindeki şekerlemeleri görmemek için oturdukları yerde dönmeye ve onlara sırtlarını vermeye, ya da yapacak daha ilginç bir şeyler bulmaya çalışarak. Örneğin, kimi çocukların kendi kendilerine bir şarkı mırıldanmaya başladıklarına, ya da kulakları ve burunlarıyla oynayıp bir şeyler keşfetmeye çalıştıklarına tanık olduk. Çocuklar durumu yatıştırmak için düşgücünden yararlanıyorlar.

Buna araştırmanızda mı tanık oldunuz?

Bir dakika dolmadan zili çalan küçük bir kıza bir deney uyguladık. Örneğin, kurabiyelerin gerçek değil, yalnızca bir resim olduğunu inandırmaya çalıştığımızda 15 dakika bekleyebildiğini gördük. Bu da bize arzu nesnesine biçilen değerin, karar verme sürecinde ciddi bir fark yarattığını öğretti. Lokantada sunulan çikolatalı tatlıya karşı koyamayacağımın bilincindeysem, kendimi önceden koşullandırıp tatlının üzerinde bir karafatmanın gezinmiş olabileceğini düşünerek, isteğimi anında yok edebilirim.

Çocuklukta doyumu ertelemeyi öğrenmek yaşamın daha sonraki evrelerini etkiler mi?

25-30 yaşlarına geldiğimizde “erteleme becerisine sahip kişilerin” uzun erimli hedeflere ulaşma konusunda daha başarılı olduklarını, bu kişiler arasında uyuşturucu kullanımının daha az ve eğitim düzeylerinin daha yüksek olduğunu, beden kitle indeksinin de daha düşük olduğunu gördük.

2009 yılında bu kişilerin beyinlerini taramadan geçirdiğimizde, beynin sorun çözme, yaratıcı düşünce ve dürtüsel davranışların denetimiyle ilgili prefrontal korteks bölgesinde daha yoğun bir etkinliğe tanık olduk. Öyle ki, küçük yaşta doyumu ertelemeyi öğrenmek ile erişkinlikte başarılı olmak arasında karşılıklı bir ilişki söz konusu.

Doyumu erteleme yöntemleri gönül yarasından, kilo denetimine, emeklilik tasarılarından sigarayı bırakmaya, çok çeşitli alanlara uygulanabilir.

Sigara ve emeklilik insana çok daha farklı konularmış gibi geliyor.

Bir sigara daha yakma, ya da maaşımı anlık bir zevk uğruna harcama konusunda geri adım atmamda da aynı ilkeler etkili oluyor. Önemli olan, gözümün önümdeki şeyin ateşini söndürmek ve ertelemenin beraberinde getireceği sonuçlara odaklanmak.

Durumu etkisiz kılmak iyi bir taktik, ama nasıl uygulanıyor?

Bunun için beynin/ zekanın iki farklı özelliğe sahip olduğunu düşünmek gerekiyor. Bunlardan biri, anında ve kendiliğinden gelişen, sıcak duygular sistemi. Bu sistem, önündeki kurabiyeyi kapmak, önünüze bir araba çıktığında frene basmak, ya da kendini başka şeylere kaptırmak gibi, anlık tepkilere yol açtığından son derece önemli. Sıcak duygular sistemi dürtüler ve anlık doyumla ilintili.

Soğuk duygular sistemi de prefrontal korteksle, özellikle de beynin dikkat denetimi ve düşlemle ilintili bölgelerini ilgilendiriyor. İnsan evriminin daha geç döneminde gelişen bu sistem daha yavaş tepki veriyor.

Bu iki sistem birbirlerini ters yönde etkiliyor. Özdenetime sahip olmak için sıcak sistemi yavaşlatmak ve soğuk sisteme ivme kazandırmak zorundayız. Geleceğimi sağlama almak istiyorsam, 20 yaşındayken 40 yıl sonrasını düşünmem ve şimdi bütçemi aşan bir arabayı almak yerine paramın bir bölümünü emeklilik tasarılarına ayırmam gerekiyor.

Bu durumda gençlerden çok şey isteniyor.

Sıcak sistemin doğuştan beri orada olduğu ve soğuk sistemin zamanla geliştiği bir gerçek. Ancak çocukluktaki gelişimsel değişiklikler yürütücü işlevler ve özdenetim için gerekli temel becerilerin oluşmasına katkıda bulunur. Çocuklar genelde 4,5-6 yaşına geldiklerinde bu becerilere sahiptirler.

Çocuklukta güçlü bir özdenetim duygusuna sahip olsak da, sonradan yoldan çıkmamız söz konusu olamaz mı?

Yoldan çıkmamız işten değil. Hepimiz karşı konması güç, baştan çıkarıcı unsurlara açığız. Reklam sektörü insanları yoldan çıkarma konusunda son derece başarılı bir alan. Kişinin özdenetimiyle ilgili araştırmalarda büyük ölçüde gözardı edilen bir konu, keyif almamız gereken şeyleri belirlerken yaşamın oldukça erken bir döneminde geliştirdiğimiz ölçütlerin ne denli önemli bir payı olduğuydu.

Bu süreç nasıl işliyor?

Örneğin, masa başında otururken deliler gibi çalıştığınıza ve bu yüzden, gerçekte öyle bir hakkınız olmasa da, her türde hazdan keyif almaya hak kazandığınıza inanabilirsiniz. Kişinin geliştirdiği yetki alanlarıyla ilgili görüşler, ölçütler ve inanışlar şeytana uyup uymama konusunda, kendiliğinden verilen kararlar dahil, karar alma sürecinde son derece önemli bir yer tutar. Özdenetimle ilgili tartışmaların güdüsel unsurlardan soyutlanamaması bu yüzdendir.

İstenç gücü yoğun bir ailede mi büyüdünüz?

Hayır. 1938 yılında, Viyana’nın Hitler ve Naziler tarafından ele geçirilmesi üzerine üst orta sınıftan olan ailem oradan kaçmak zorunda kalmıştı. O sırada 8 yaşındaydım. Oradan sağ çıkabildiğimiz için çok şanslı sayılırdık. Öyle ki, yaşamımın ilk dönemi Brooklyn’de aşırı yoksul olsa da canlı kalabilecek denli şanslı bir ailede geçti. Yaşamımda yeni bir sayfa açmak için neler yapabileceğimi kestirmeye çalışıyordum. Eğitimin çok büyük bir etkisi oldu, çünkü okuldaki başarının ailemin içinde bulunduğu güç durumdan sıyrılmasına yardımcı olduğunun ayırdına varmıştım.

Aradan geçen 76 yılın ardından davranış ve isteklerinizi akla uygun bir biçimde yaşama geçirebilen bir kişiliğe sahip olduğunuzu söyleyebilirmisiniz?

Bu açıdan pek de örnek bir kişilik olduğum söylenemez. Öte yandan, istenç sorununu 50 yılı aşkın bir süredir araştıracak denli kararlı bir davranış biçimi sergilediğim ortada. Ancak uzun kuyruklarda sıra beklemekten nefret ederim ve öğrenciler iki haftalık bir süreyi gerektiren veri çözümlemelerini iki günde tamamlayamadıklarında sıklıkla sabırsızlığa kapılırım.

Rita Urgan, Kaynak: New Scientist/ 27 Eylül 2014