Hediyeniz hep sizde mi kalacak?
Yılbaşında bir çoğunuz bir ya da birkaç hediye alacaksınız ve bu hediyeleri kendiniz kullanacaksınız. “Ne var bunda” demeyin, hediye almanın ve vermenin anlamı zaman içinde büyük değişimlere uğradı.
Deniz ÜlkütekinKuzey Amerika’ya giden ilk yerleşimciler, medeniyeti, orada çağlar boyu ilkel bir hayat yaşamış kabilelere götürdükleri inancı ile donanmışlardı.16’ıncı yüzyıldan günümüze, tüm Amerika kıtası medeniyetle tanışacak, bu tanışma katliamlar ve zulmü beraberinde getirecekti. Öte yandan ilk yerleşimciler kıtaya ayak bastıklarında kadim topluluklarla temas halindeydiler.
Bu temasları sırasında öyle alışılmadık bir durumla karşılaşacaklardı ki duruma yeni bir isim bulmak zorunda kalacaklardı. İngilizlerin kolonileşme sürecinde bölgeye atanan idari yöneticilerden Thomas Hutchinson yerli kabile şeflerine yaptığı ziyarette barış çubuğu olarak adlandırılan ve ortaklaşa içilen piponun tadına bakmıştı. Kabile şefi bununla da yetinmemiş, pipoyu Hutchinson’a hediye etmişti. Hutchnson piponun Kraliyet Müzesi’nde sergilemek için uygun bir malzeme olduğunu düşünüp pipoyu anavatana yolladı. Kabile şefi Britanyalı yöneticie iade-i ziyaret yaptığında ise Hutchinson hatasını anlamakta gecikmeyecekti. Sohbetin sonlarına doğru gergin görünen şefin neye kızdığını anlamaya çalışan Hutchinson sonunda pipoyu, içinde en az kendisine ikram edilen tütün kadar değerli bir şeyle birlikte, geri iade etmesi gerektiğini öğrenecekti. Bu olay ve benzer vakalar İngilizce Amerikan kültüründe zamanla ortaya yeni bir terimin çıkmaısnı sağlayacaktı. Indian gift (yerli hediyesi). Söz konusu terim aynı zamanda Hıristiyanlık ve biraz daha netleştirirsek Protestanlık öncesindeki mülkiyet kavramıyla sonrası arasındaki derin uçurumu da gözler önüne seriyordu.
Bu yılbaşında alabileceğiniz hediye çeşitleri sayısız. Sosyal statünüz, aile ilişkileriniz, kariyeriniz, yaşınız, sadece çok etkileyici bir insan olmanız, alacağınız hediyenin çeşidi açısından belirleyici. Ancak hepinizin bir ortak özelliği var, aldığınız hediyeyi saklayacaksınız ve kendiniz kullanacaksınız. Elbette ki, ne var bunda? Oysa yeni kıtaya medeniyeti getiren adam tarafından yerli hediyesi olarak adlandırılan hediye geleneği, ilk bakışta sandığınızın aksine hediye edilen malın sahibine iadesi değil, hediye verme sürecinin takas yoluyla devamlı dolaşımda olması anlamına geliyordu. Beyaz adam bu geleneğe karşı kendi saklayıcılık kültürüne de bir isim vermişti; white man keeper (koruyan beyaz adam)...
Birikim ekolü
Protestanlığın Avrupa’da yayılışı hem kıtada hem de dünyanın geri kalanında birçok değişikliğe sebep olmuştu. Akli düşünce yapısının ve bilimin yükselişi, Katolik kilisesinin güç kaybetmesi, Hıristiyan ümmetçiliği anlayışının zayıflamasına paralel olarak yükselen seküler millet anlayışının yükselmesi bunlardan en önemlileriydi. Ancak Protestan anlayışta yer alan biriktirme geleneği belki de hepsinden daha önemliydi. Katolik kilisesine karşı mütevazılık ve gösterişten uzak olma vaadiyle yola çıkan Protestan ekol aynı zamanda takipçilerine her anlamda biriktirme kültürünü de vaaz ediyordu. Elbette bu kültür, Avrupa aristokrasisi ve sonradan oluşacak burjuva sınıfı içinde öncelikli olarak sermaye birikimi ile eşdeğerdi. Aslında Haçlı seferlerine giden Avrupalıların para ve değerli eşyalarını güvende tutmak gerekçesiyle ortaya çıkan bankacılık sektörü ve Hollanda’daki lale fiyatlarının spekülasyonu ile gelişen borsacılığın yükselişi de birikim ekolünün bir sonucuydu.
Antikçağlarda yerleşik toplumları oluşturan en eski ekonomi geleneği olan takascılık zamanla yerini sermaye artırımına dayanan ekonomik gerçeklere bırakmıştı. Coğrafi keşifler, teknolojinin gelişimi ve sanayi devrimi gibi süreçlerle edinilen yeni yaşam tarzları ve kültürel alışkanlıklar da bu sermaye birikimi kültürünün üzerine inşa ediliyordu. Eski kıtalardaki feodalite olarak adlandırılan boyunduruk hiyerarşisindeki birikimden farklı olarak, sermaye birikimi, toplumun alt katmanlanıdaki sosyo-ekonomik gruplara da yeni yaşam alternatifleri sunuyordu. En azından sunduğunu iddia ediyordu. Tam da bu noktada hediye geleneğinin eski çağlardaki akışkan ve karşılık esasına dayanan yapısı bu kez manevi boyutta insanlığın karşısındaydı. Sezgisellik olarak adlandırılan bu kavram, Katolikliğin hâkimiyetinden önceki çağlarda hem Hıristiyan hem de diğer kültürlerde bugün hediye olarak bildiğimiz kavrama eşdeğerdi. Sezginin gücüne inanan pek çok öğreti esasında Hıristiyanlıkla birlikte Avrupa’da da kısmen kurumsal bir kimlik edinmişti. Ancak skolastik düşünce yapısının ağırlık kazanması 1000’li yıllardan sonra sezgiselliği bir kenara atacak ve kilise dogmalarını hâkim düşünce olarak kılacaktı.
Dogma ve inanç
Her anlamda sezginin ve insandaki sezgi gücünü öne çıkarmaya yönelik düşünce pratikleri, inanç ve iman (dogma) arasındaki sorunsalı da içeriyordu. İnançlı kimse, Tanrı varlığını reddetmese de, varoluştan başlayarak yaşamla ilgili arayışlarında nedensellik prensibini esas alıyordu. Bu da bir sonucun (cevabın) inanç yoluyla kişiye hediye edilmesi anlayışına dayanan bir düşünce yapısıydı. Mısır’dan pagan topluluklara farklı inanç sistemlerinde, farklı pratiklerle ortaya çıkan bu anlayış, zaman zaman semavi dinlerde de yer bulmuştu. Tersine dogma ağırlıklı inanç yapısındaki sorgusuz bağlanma prensibi nedensellik ve sezgi arasındaki ilişkiye yer bırakmıyordu. Sezginin felsefe ve ilahiyat alanında yeniden önem kazanmasının aydınlanma gibi kökünü, sermaye birikimini ve saklayıcılık (müzecilik) gibi anlayışların öne çıktığı bir dönemde çıkması ise fazlasıyla tezat bir durum ortaya çıkarmıştı. Yeniçağ Avrupası’nda en revaçta olan yaklaşımlardan olan bireycilik hızla yükselirken hepsi korumacı bir kökten hem de sezgisel hediye geleneğinden besleniyordu. Ancak eski çağların sezgi armağan etme pratiklerinde yer alan, inanç yoluyla öğrenme, (bahşedilme) ve öğrenileni paylaşma miti, modern çağların mülkiyet ve patent bahşeden kurumlarına yenik düşmüştü.
Bugün kapitalizmin yutturması olarak görülen yılbaşında ve benzeri günlerde (sevgililer günü) hediye alma geleneği aslında tam da bu ikiliğin üzerinde şekillenmişti. Kapital-sermaye olarak adlandırılan ve günümüzde yaşadığımız hemen her sorunun münessibi olarak gösterilen ekonomik model de sezgiyi (hediyeyi) isteyen ve vaat eden ama paylaşmak söz konusu hediyenin karşılığı olduğunda saklamayı tercih eden bir düşünce yapısının sonucuydu.