HDP'li Kemalbay: Pis kokuları Atatürk’le örtemezsiniz

HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada "AKP-Saray iktidarı, kendi ömrünü uzatmak, suçlarını örtmek için bukalemun gibi her rolü oynayabiliyor. Milli ve yerli politikaların yanına daha fazla milli ve yerli politikalar çekebilmek için Atatürk’e sarılmış durumda" dedi.

cumhuriyet.com.tr

HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, partisinin grup toplantısında konuştu. Kemalbay'ın konuşmasından satır başları:

Zarrab sizi niye bu kadar telaşlandırdı?

Bugünlerde bir telaş bir heyecan, Rıza Zarrab’la ilgili etekleri tutuştu. Neden bu kadar eteğiniz tutuşuyor ki? Hani Rıza Zarrab’ın tutuklanması sizin için önemli değildi? Niye bu kadar telaşlısınız?

Makaracı’yı, saatçiyi yargılasaydınız Zarrab sorununuz olmazdı

Rıza Zarrab bu halkın sorunu değil. Rıza Zarrab rüşvetleri dağıtırken kara paraları aklarken, suç işlerken, onun rüşvetine muhatap olmuş makaracı bakanı, saat takan bakanı yargılasaydınız bugün belki Zarrab sorununuz da olmayacaktı. Ama siz bakanları yargılamak yerine, onları korudunuz, kolladınız. Şimdi de diyorsunuz Türkiye’ye siyasi bir saldırı yapılıyor. Gerçekten bu ülkenin içinde bulunduğu siyasi iklim, zehirli iklim bizlerin aklıyla alay edecek bu cümlelerin kurulmasına müsaade ediyor. Türkiye’yi ırkçılıkla zehirleyerek, vatan millet diyerek AKP saray rejiminin işlediği suçların üstünü örterek sanki Türkiye’ye karşı bir şey varmış gibi bizleri konumlandırmaya çalışıyorlar.

Pis kokuları Atatürk’le, bayrakla örtemezsiniz

Pis kokular geliyor evet, 4 Aralık’ta da pis kokular ortaya saçılacak ve bu pis kokular ne Atatürk’le ne bayrakla ne de yerli ve milli hamaset nutuklarıyla örtülebilir. Bu halklarımızın sorun değil, Türkiye halklarının meselesi değil bu AKP-Saray rejiminin, Erdoğan’ın sorunudur. Hesap vermesi gereken Erdoğan’dır.

Türkiye Hükümeti Kürtler o masada bulunmasın diye 40 takla atıyor

Türkiye Efrin’e kafayı takmış durumda. Efrin’e niye bu kadar takıyorsunuz kafayı? Efrin, Kürt halkının IŞİD çetelerine karşı verdiği mücadeleyle kendine demokratik bir yaşam kuran Kürt halkının yaşadığı bir coğrafya. Suriye, içinde bulunduğu bu savaşı demokratik yöntemlerle siyasi çözümle sonuçlandırmaya çalışıyor. Bugün bölgedeki güçler bunun için müzakere masaları kuruyorlar. Türkiye’nin yapması gereken bunu desteklemektir. Ama bakıyorsunuz Türkiye Hükümeti o masada Kürtler bulunmasın diye 40 takla atıyor. Kürtler bir statü sahibi olmasın diye kendini parçalıyor. Siz Kürtlerin statü sahibi olmasının önüne bu kadar durdukça, Kürt sorununu çözmezseniz, kendi Kürtlerinizle de barışamazsınız. Kendi Kürdüyle barışamayan Türkiye bu savaş politikalarının maliyetlerini ödemek zorunda. Bugün faizler artıyorsa, dolar yükseliyorsa, işsizlik artıyorsa altında yatan bu öngörüsüz, savaşçı politikalardır.

İnsanlara makarna verince suçlarınızı görmeyeceklerini mi düşünüyorsunuz?

Tam tersine yapılması gereken, Efrin’e destek vermektir. Rojava’ya destek vermektir. Biz bir kez daha Türkiye’yi Suriye’nin demokratikleşmesine, Irak’ın demokratikleşmesine destek vermeye davet ediyoruz. Bakın Güney Kürdistan referandumunda yaptığını bugün Efrin’e karşı gerçekleştiriyor. Şimdi çıkmış diyor ki “Biz Kuzey Irak’a deprem nedeniyle yardım ediyoruz.” Bu utanmazca politikalara son verilmelidir. İnsanlara ihtiyaçları olduğunda bir paket makarna vererek onların sizin işlediğiniz suçları görmeyeceğinizi mi düşünüyorsunuz? Sizin amacınızın Kürtlerin kazanımlarını yok etmek olduğunu tüm dünyadaki Kürtler biliyorlar. Kürtler sizin Kürt düşmanı politikalarınızın farkındalar. Bunu hangi kılıkta yaparsanız yapın maskeleyemiyorsunuz.

İttifaklarımızı en geniş şekilde çoğaltmak durumundayız

Bizler demokrasi mücadelesini yükseltmek için kendi ittifaklarımızı en geniş şekilde çoğaltmak durumundayız. Atatürkçüler Atatürk’ü andı diye, milliyetçiler “yerli ve milli” dediği için, mütedeyyinler kazanımlarımızı ancak bu iktidar korur diye bu iktidarı desteklemesin.

Ancak demokrasi ile ortak gelecek kurulur

Ancak ve ancak demokrasi bizim kazanımlarımızı güvence altına alabilir. Eğer demokrasiyi inşa edersek demokrasi mütedeyyinin kazanımını da korur, bu ülkeyi seven herkesin yararına da bir çözüm bulur. Bu ülkenin kurucusu olan Atatürk’e bağlı olanlar da, ancak ve ancak demokrasi ile birlikte yaşamı, ortak bir geleceği kurabilir. Hangi siyasi tandanstan olursak olalım demokrasiyi kurmakla yükümlüyüz. Tek adam rejimini yıkalım, OHAL’i ortadan kaldıralım ve bu ülkeyi normalliğe döndürelim. Bunun için birlikte olalım. Bu hamaset nutuklarına, bu dış mihrakları nutuklarına artık halkların karnı tok. Her birimiz aslında bu kör politikaların bedelini ödüyoruz. AKP-Saray rejiminin suçlarının bedelini bu halk çekmek zorunda değil. Emekçiler çekmek zorunda değil. Kadınların hayatı böyle her geçen gün daha kötüye gitmek zorunda değil. Bizler bunu değiştirebiliriz. Barışın ve umudun güvencesi bizlerin mücadelesidir. Türkiye’de bugün eğer demokrasi adına mücadele hala ayaktaysa o da demokrasi güçlerinin mücadelesi sayesindedir. Bugün Nuriye ve Semih’in, siyasi tutsakların ödediği bedeller demokrasi mücadelesi içindir, ortak yaşamı birlikte inşa etmek içindir, Cumhuriyeti demokratikleştirme davası içindir. Ortak bir yaşamı inşa edebilmek içindir. Bizler bunu başarabileceğimizde inanıyoruz. Mutlaka ve mutlaka kazanacağız.

Siz Ahmet Kaya’yı nasıl anarsınız?

Bakın geçenlerde Erdoğan’ın danışmanı Ahmet Kaya’nın mezarlığına çiçek koymaya gitti. Siz Ahmet Kaya’yı nasıl anabilirsiniz ki? Onun yoldaşlarını rehin alanlar nasıl anabilir Ahmet Kaya’yı?

Tek adam rejimini tahkim etmek için Zarrab’a, Efrin’e, Atatürk’e sarılmış

16 Nisan’da meşru olmayan bir anayasa referandumu yaşadık. Toplumun yarısı 'hayır' dedi. İşsizliğe, gelen tabutlara bakarsak büyük bir kriz yaşıyor. Bugün bu oranın daha fazla olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’nin nasıl bir cehenneme doğru sürüklendiğini görenler çok fazla. Ama nedense bu cenah ittifaklarını bir türlü genişletemiyor. Bugünlerde AKP-Saray rejiminin milli ve yerli politikaları yanına daha fazla milli ve yerli politikalar çekebilmek için Atatürk’e sarılmış durumda. Daha fazla tek adam rejimini tahkim etmek için Zarrab’a sarılmış, Efrîn’e sarılmış durumda. AKP-Saray iktidarı, kendi ömrünü uzatmak, suçlarını örtmek için adeta bukalemun gibi her rolü oynayabiliyor.

Türkiye tek adam rejimi ile kuşatıldı

Bugünlerde savaş politikaları yükseltiliyor. Aslında 7 Haziran’dan bu yana yükseltilen bir politika bu. Türkiye sanki kuşatılmış ve sanki Türkiye bu kuşatılmışlık altında kendi geleceğini, halkların geleceğin savunuyor. Öyle mi diye baktığımızda ‘hayır’. Türkiye aslında tek adam rejimi ile kuşatıldı. Hukuk tamamen ortadan kaldırıldı ve bir diktatörlük adım adım takip ediliyor.

Tek adam rejimi kendisini bu topluma dayatıyor. 100 yıllık sorunları savaşla, çatışma içinde güya çözmeye çalıştıklarını söylüyorlar. Ne yazık ki AKP-Saray rejimi bu güvenlikçi politikalar için yanına Ergenekonu'yla MHP’siyle belli bir kesimi alıp kendi ittifaklarını güçlendiriyor.

Nuriye’yi selamlıyoruz

Bu parlamento’nun tek Eş Genel Başkanı olan Figen Yükdekdağ'ın, milletvekilliğinin düşürülmesini de hatırlatarak, kendisine sevgi ve selamlarımızı gönderiyorum. Selam olsun, onun dört duvar arasındaki mücadelesine. Hepimize güç veriyor. Cezaevlerinde dimdik duran yoldaşımız Figen Yüksekdağ, Nuriye’ye çok anlamlı bir mektup gönderdi. Nuriye’yi selamlıyoruz. 

İstanbul’da kitap mitingi yaşandı 

Seher’i de selamlamak istiyorum. Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş, toplumun bütün sorunlarına dair hikayeleri kaleme aldı. Geçen hafta, İstanbul’daki kitap fuarında adeta kitap mitingi yaşandı, binlerce insan Seher’i imzalatmak için yarıştı adeta. Bu kitap mitingine emek veren herkese teşekkür ediyorum. Ne yaparlarsa yapsınlar, Selahattin Demirtaş’ı bu halkın yüreğinden söküp atamazlar. 

Uğur Kaymaz’ın unutturulmaya çalışıldığı bir ülkede yaşıyoruz 

Bugün Uğur Kaymaz’ın ölüm yıl dönümü. Dün de Dünya Çocuk Hakları Günü idi. Türkiye’de çocukların ne kadar büyük acılar yaşadıklarını, ne kadar savaşın ağır yükünü taşıdıklarını biliyoruz. Raporlar çocukların her gün istismar edildiğini, sömürüldüğünü gösteriyor. Uğur Kaymaz’ın unutturulmaya çalışıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Uğur Kaymaz, evinin önünde babasıyla birlikte kolluk kuvvetlerinin öldürdüğü bir çocuk. Yanına da bir silah koyup terörist süsü vermişlerdi, her zaman yaptıkları gibi. Uğur Kaymaz’ı unutmamak, onu öldürenlerden hesap sormak için yerel yönetimlerimiz Uğur Kaymaz’ın heykelini dikti. Gene devlet şiddetiyle öldürülen Ceylan Önkol’un da ismi parka verildi. Kayyumlar bu hafızayı yok etmek istiyorlar. Onların isimlerini parklardan kaldırdılar, heykelini kaldırdılar. Biz er ya da geç, insanlık suçunun hesabını soracağız. 

AYM demokrasiyi değil tek adam rejimini korumayı tercih etti 

Anayasa Mahkemesi, milletvekilimiz Gülser Yıldırım için kararını verdi. Bizler bu kararı Türkiye demokrasisinin bu sıkışan nefes alan bir karar olmasını beklemiyorduk. Çünkü biliyoruz ki Saray’ın tahakkümü altında bir hukuk sistemi var bu ülkede. İşte bu hukuk sistemi içinde Anayasa’yı, yasaları, demokratik siyaseti koruması gerekirken ondan beklendiği gibi OHAL’i tek adam rejimini korumayı tercih etti. 

AYM’nin kararı Erdoğan’ın beyanlarından copy paste’tir 

Gerçekten de içler acısı bir karara imza attı. Bu karar, Türkiye demokrasisi için utançtır. Hele hele kararın gerekçesi tamamen bu ülkenin AKP Genel Başkanı’nın beyanatlarından copy paste yapılmış gerekçedir. 

Haklılığımızı saraya bağlı Anayasa Mahkemesi’nden değil halkımızdan alıyoruz 

Hukuk adına, adalet adına Türkiye’de artık tuzun da koktuğunun göstergesidir. Biz haklıyız, meşru ve haklı bir konumdayız. Türkiye demokrasisinin içinde bulunduğu bir ağır dönemi demokrasiden yana aşmak için eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz ve partililerimiz olarak asla susmadık. Haklılığımızı saraya bağlı Anayasa Mahkemesi’nden değil halkımızdan alıyoruz. Bizleri seçen milyonlara karşı sorumluyuz. Bu mücadeleyi onlarla birlikte sürdüreceğiz. Kimse umutsuzluğa kapılmamalı. Biz, bu karanlığı aşacak güce sahibiz. 

Kahraman lüzumsuz işlerle uğraşan bir TBMM Başkanı olarak anılacak 

TBMM Başkanını seçti, bizim de bir adayımız vardı. Milletvekilimiz Selma Irmak. Selma Irmak’ın da söylediği gibi Meclis’in üçüncü partisinin yüzde 20’ye yakın milletvekili siyaset dışına atılmak isteniyor. TBMM Başkanı, demokratik siyasetin işleyişi açısından en ufak bir sorumluluk almamıştır. Çok lüzumsuz işlerle uğraşan bir TBMM Başkanı olarak anılacaktır. Adayımız Selma Irmak ve cezaevindeki milletvekillerimiz oy bile kullanamamıştır. Artık gelin görün, bu Meclis’in nasıl bir millet meclisi olduğunu tahmin edin. 

25 Kasım kadınların diktatörlere karşı sesini yükselttiği bir gün 

25 Kasım, her sene kadınların mücadelesini yükselttiği bir gün. Mirabel kardeşlerin başlattığı mücadelenin yıl dönümü. Bütün dünyada diktatörler, demokrasi, barış ve özgürlük için mücadele edenlere karşı aynı yöntemleri kullanıyor. Bu özellikle kadınlara yönelen şiddetle birleşen devlet şiddeti, katliamlar, belki o an o diktatöre bir anlık nefes aldırmış olabilir. Ama dünya kadınlarını ayağa kaldıran bir tarih oldu 25 Kasım. Dünyada kadınların diktatörlere karşı sesini yükselttiği bir gün. Bizler de, Türkiye’de kadın hareketi olarak bu günü hem erkek hem devlet şiddetine karşı dayanışarak sokaklarda anıyoruz. Aslında bir gün değil her gün kadına yöneltilen şiddetle mücadelemizi yükseltiyoruz. Türkiye’de erkek egemen kapitalist politikalar her geçen gün yoğunlaşıyor. Hele hele AKP-Saray rejimi 15 yıldır, tam da içinde bulunduğumuz OHAL’i kadınlara karşı uyguluyor. Kadınlar AKP iktidarında OHAL yaşıyor. Bu politikalar, hayatın her alanında kadınların yaşamını kötüleştiriyor. Kadınların kazanımları OHAL bahane edilerek ortadan kaldırılmak isteniyor. 

Bu kazanımlar, KHK’larla, darbe karanlığıyla tamamen tasfiye edilmeye çalışılıyor. Kadınlara yöneltilen şiddetin AKP döneminde % 1400 arttığı görüyoruz. Bu rakamların çok daha yukarıda olduğunu tahmin ediyoruz, çünkü bu şiddetin çok küçük bir parçası, % 10-11’i adalet kurumlarına intikal edebiliyor. Düşünün, ne kadar karanlık bir ortamda bulunuyor kadınlar. 

Eğitim sisteminde kadınlara yönelik ninelerimizin bize anlattığı hikayelerdeki olumsuz politikalar, bugün müfredatın içine sindirilerek meşrulaştırılıyor. Yeni kuşaklar, tek adam rejiminin oy havuzu bu şekilde yaratılmaya çalışılıyor. 

Bugün eğitim sisteminin ne kadar büyük sorunlarla karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Makul kadın tipinin üretildiği bir sistem olarak yaklaşıldığını da görmekteyiz. Kadınlar ev içi işlerde görünmeyen emeğinin yağmalandığı aynı zamanda yeniden üretimi hayata geçiren varlıklar olarak görülüyor. Bu iktidar insani yönlerini tamamen yok etti. 

İnsana bakarken ya asker ya da doğuran kadın görüyorlar 

İnsana bakarken ya asker olarak görüyor ya çocuk doğuran kadınlar olarak görüyor. Toplumu, bu halkın çocuklarını, kadınlarını kendi siyasi amaçları için araca dönüştüren bir iktidarla karşı karşıyayız. Özellikle kadın cinayetlerinin bu kadar yaygınlaşması, iktidarın eril diline ve savaş politikalarına, kutuplaştırıcı politikalara bağlı olarak daha da yoğunlaşıyor. 

İktidarın kendi bekasını kurtarma politikaları 

Bu politikalar aslında iktidarın tam da bugün kendi bekasını kurtarmak için ortaya koyduğu politikalar. “Türkiye’nin beka sorunu var, Türkiye tehdit altında” diyerek kendi iktidarının beka sorununa tahkimat yapmaktadır. 

Türkiye’de kadınlar çalışma yaşamında yer alamıyor, erkeklerin aldığı oranın sadece yarısı kadar istihdama girebiliyor. Dünyadaki özellikle Batı’daki kadın istihdamı oranlarının yarısından daha düşük bir istihdam oranı Türkiye’de var. Kadınların kendi ayakları üzerinde durabilmesi, çalışmaya, eğitime erişimi ile mümkün olabilir. Bu olanakları tamamen ortadan kaldıran iktidar politikaları, kadınları eve kapatan, onları sadece aileleriyle birlikte anan iktidar politikaları aslında kadınların yaşadığı sorunların temel kaynağıdır. 

Bizler biliyoruz ki eğer kadınlar çalışma yaşamına erişemiyorlarsa kadınları ev içi bakım hizmetleri, bakım rolleri bunun nedenidir. Kadınlar toplumsal cinsiyet rolleri sebebi ile toplumda ikinci cins olarak konumlandırılmakta, ötekileştirilmektedir. Bu bilindiği halde, kadınların sorunlarının çözülemeyişi, kadınlara yönelik şiddetin politik olduğunu gösteriyor. 

Biz işte bu politik sorunu tespit ettiğimiz için kadınların siyasete katılmasının, eşit temsilin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü yasaları yapanlar, bütçeleri yapanlar erkek egemen anlayış olduğu sürece, kadınlara ev içi roller, güvencesiz çalışma kalır. 

Ev içi emek kamusallaşmalı 

Kadınların ne ev içindeki emeği yeterince karşılık bulabiliyor ne de kadınlar çalışma yaşamındaki emeklerinin karşılığını görebiliyor. Çalışma yaşamının erkeklere göre düzenlenmiş bir alan olduğunu görüyoruz. İşçi sağlığından, iş güvenliğinden tutalım da eşit işe eşit ücret meselesine kadar kadınlar ağır sorunlar yaşıyorlar. Bugün istihdama yönelik istatistikler kadınların nasıl işlerde çalıştığını da bize gösteriyor. 

Sadece bazı rakamlar var, “kadınlar % 30 istihdam ediliyor” deniliyor ama bunun büyük kısmı tarımdaki kadınlar. Ya da kadınlar ev eksenli işlerde çalışıyorlar, ev işçisi olarak çalışıyorlar, parça başı işlerde çalışıyorlar, taşeron olarak çalışıyorlar. İşte bu işleri biz işten dahi saymıyoruz. Bunlar, kadınları köleleştiren büyük bir sömürüye maruz bırakmaktan başka bir şey değildir. Bunlar aslında sermayeye ucuz emek sağlamanın bir yoludur. Bizler diyoruz ki; kadınların istihdamı gerçekten isteniyorsa o zaman bakım hizmetlerinin ev içi emeğin kamusallaşması lazım. Çocukların parasız kreşlerde kaliteli eğitim almasını sağlarsanız ve eşit bir şekilde kreşleri yaygınlaştırırsanız, o zaman kadınlar da kendilerini geliştirme, sosyal hayata katılabilme açısından kendini daha özgür hissedecektir. 

AKP – Saray iktidarı kadınları kadınlara karşı kullanmak istiyor 

Ama AKP-Saray iktidarının böyle bir amacı yok. AKP-Saray iktidarı kadınları kadınlara karşı kullanmak, kadınları kadınlara karşı konumlandırarak ırkçı politikalara yol açmak istiyor. İşte “Müslüman kadınlar 15 çocuk doğurun çünkü teröristlerin 15 çocuğu var” diyerek hem Müslüman olan ve olmayan diye ayırdığını, hem de Kürtleri düşman ilen eden, Kürt kadınlarının karşısında başka kadınları düşman konumunda konumlayan politikasına kadınları alet ettiğini görüyoruz. 

Bizler Türkiyeli bütün kadınlara sesleniyoruz. Türkiyeli kadınlar AKP-Saray iktidarının bu politikalarına karşı daha fazla kadın dayanışması diyerek kurtuluşu bulabilirler. Elbette hiçbirimiz kurtulmuş kadınlar değiliz, bir şeyler dayatacak konumda değiliz. Ancak birlikte kurtulabileceğimizi biliyoruz. Kadına yönelen erkek şiddetinde de aynı politikaları savunuyoruz. Erkek şiddeti ancak özsavunmayla, kadınları örgütleyerek, gücünü büyüterek mücadele ederek kadınlar ancak devlet ve erkek şiddetinden muaf olabilirler. 

Dışarıda övünüyorlar içeride teslim alıyorlar 

Bizler siyasette kadınların katılımını en çok destekleyen parti olarak hayatın her alanında eşit temsili savunduk. Parlamento’da da eşit temsil sistemiyle yer aldık. Bugün AKP-Saray iktidarı, kadınlara yönelik saldırılarıyla kadınların Meclis’teki temsiliyetine de saldırıldı. Figen Yüksekdağ ve kadın milletvekillerimizin vekilliklerini düşürerek kadınların siyasete katılımının önünü kesmeye çalışmaktadır. Halbuki Türkiye’nin uluslararası alanda yüzünü ağartan endeksi siyasete kadınların eşit katılımını sağlayan HDP politikalarıdır. Dışarıda bu politikalarla övünenler içeride kadınların siyasi temsilini ellerinden alıyor. Fakat biz, her yerde kadınlar olarak sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Hayatın her alanında var olmaya devam edeceğiz.