Haydar Ergülen'den 'Sen Güneş Kokuyorsun Daha!'
Haydar Ergülen’in yeni şiir kitabı “Sen Güneş Kokuyorsun Daha!”, genel itibariyle semantik okumaya açık görünmekle ve şairin anlamı öncelemiş olduğu sezilmekle birlikte bazı şiirler fonetik veya morfolojik okumaya izin veriyor.
Bâki Asiltürk
“İçinizde bulamadığınız şiiri başka yerde aramayın.”
(Shelley)
Yüzyıllar boyu şiir ve şair üstüne çok şey söylenmiş, şairler ve şiirleri teraziye vurulmuş, sorgulanmış, şiir görüşleri sürekli bir itişme-çatışma içinde olmuştur. Şair milleti tuhaftır; birinin kırmızı gördüğünü öteki pekâlâ yeşil görebilir, birinin sığ dediğine öteki derin der, birinin dudak büktüğünü diğeri baş tacı edebilir. Şiirin doğası gereği midir bilinmez ama bu itişme ve çatışmalar da hep doğal karşılanmış, “şairlik”in “böyle bir şey” olduğu kabullenilmiş, bir dergi sayfasında gerçekçiliğin hayalciliği yendiği savunulurken hemen yanıbaşındaki sayfada hayalci/imgesel bir şiir gerçekçiliğin pabucunu dama atabilmiştir. Sözün kısası, sürekli bir değişim, dönüşüm, yenilik arayışı gidedurmaktadır.
Fotoğraf böyledir. Böyle değildir demek, şiirin güncel renk ve şekillerinden, şair tiplerinden haberdar olmamak demektir. Şöyle dört-beş değişik derginin sayfalarında dolaşın, fotoğrafı daha net göreceksiniz.
Yıllardır sıkı bir dergi okuru olan ben, durumu böyle görüyorum. Fakat işin tuhaf tarafı şu: Ne zaman bir Haydar Ergülen şiiri okusam bütün bu itişip kakışmanın, öne geçme çabalarının, poetik arayışların uzağında bir yerde buluyorum kendimi. Ergülen’in, iddiasını kendi içinde taşıyan bir şiiri var çünkü Shelley’in dediği gibi, kendi içinde bulduğu şiiri yazıyor. Son iki aydır sürekli çantamda taşıdığım; vapurda, parkta, bahçede, balkonda, fakültedeki odamda, (sürekli resim karalayan Şiir ve Eylül’den sıra bana gelirse!) evdeki çalışma masamda, misafir hoca olarak Modern Türk Şiiri dersi verdiğim Mimar Sinan ve Yeditepe üniversitelerinin kantinlerinde açıp açıp okuduğum Sen Güneş Kokuyorsun Daha’nın sayfaları arasında kaybolduğum zamanlarda hep bunu duyumsadım. Bütün çaba ve hırslarına rağmen 1980 Kuşağı içinde kendine yer bulamamışlar, zamanla sonbahar yaprakları gibi savrulup defterden düşmüşler, öncü şairlere kuyu kazmaya çalışan yeni yetmeler, yalan ve iftirayla yol almaya çalışan acemi fareler, çıkar peşinde koşmaktan hakiki şiiri unutmuş tepegözler, hepsi ama hepsi kaybolup gitti gözlerimin önünden. İyi şiirin ne işe yarayacağını da böylece bir kez daha anlamış oldum. İyi şiir, çekememezlik hastalığıyla malul yeteneksizlerden, çırak yazıldığı ustanın gölgesinden bir türlü çıkamayan sinsi ve kindarlardan, arkasını dayayacak bir kapı bulunca ilk işi vaktiyle kendisine yardım eli uzatanlar hakkında olmadık iftiralarla karalama kampanyaları başlatmayı emel edinmişlerden, kara hanlarda konaklayan kifayetsiz muhterislerden, şiirden anlamadığı hâlde sürekli kötü metinler üreten sönüklerden uzaklaştırıp koruyor sizi.
Sen Güneş Kokuyorsun Daha’daki sadece “insan olmak ne çok hayvan istiyor” dizesi bile bunu anla(t)maya yetiyor! Öylesine sahici, öylesine duru ve içten…
“YOLCUYMUŞ MEĞER BENİM ARKADAŞLARIM”
Evet, herhalde Haydar Ergülen şiiri hakkında uzun zaman sonra yazılacak yazılarda, yapılacak değerlendirmelerde ortak yargı herhalde “içtenlik” olacaktır. Onun bazı imgeleri içtenlikle sahiplenip kendine mal ettiğini daha önce de yazdım: keder, anne, kardeş, oda, gül, şiir, terzi, arkadaş, çocuk… Şiir yazarken bu sözcük/imgeleri kullanmaya çekinir oldum! Eminim pek çok şair arkadaş bu çekinceyi hissediyordur. Bunlar Ergülen için Hâşim’in “melâl”i veya “akşam”ı, “merdiven”i; Yahya Kemal’in “deniz”i; Orhan Veli’nin “nasır”ı; Necatigil’in “ev”i; Turgut Uyar’ın “gök”ü; Edip Cansever’in “otel”i veya “karanfil”i; Ziya Osman Saba’nın “nişanlı”sı gibi oldu. (Sahi, bu kitapta da o kadar belli oluyor ki Ergülen’in Ziya Osman’a derin sevgisi! Herhalde bir dergi “Şair ve Alçakgönüllülük” dosyası yapsa akla gelecek ilk iki isim Ziya Osman ve Haydar Ergülen olurdu. Elbette, Necatigil’i de listeye ekleyerek…) Önceki kitaplarında da sık sık karşımıza çıkan “keder, anne, kardeş, gül, şiir, çocuk, arkadaş, terzi, aşk izlekleri Sen Güneş Kokuyorsun Daha’nın da belirleyici izlekleri denebilir. Farklı şiirlerden alıp bir aradaymış gibi düşündüğüm şu dizeler bunun göstergeleri: “aşk kısa şiir uzun, denizi özleyen çocuklar vardır evlerin arka odalarında, benim bir arkadaşım var güneşle harfleri ısıtıyor, ince defter çocukluğun içi sizden beri boş, bir kumaş olduğu şimdi terzilerin de ikindide”… Saydığım bu izlekler içinde herhalde arkadaşlık bu kitapta en geniş yeri tutuyor. Diğer bölümlerde yer alan şiirlerde de göndermeler olmakla birlikte “Herkes Gitmiş!” bölümündeki şiirler “şair, arkadaşınındır” dedirtecek cinsten. Kimler mi bu arkadaşlar? Ahmet Erhan, Behçet Aysan, Nilgün Marmara, Mehmet Günsur, Salih Ecer vd. Otobiyografik verilerin imgesel bir dil içinden kullanıldığı şiirlerde ölmüş arkadaşların ardından yakılan ağıtla hayata bağlılığın verdiği direnme duygusu iç içe geçiyor. “Yolcuymuş meğer benim arkadaşlarım / öyleymiş, valizi elindeymiş son gidenin / aramızda imgeden fazla bir şey vardı”…
İNLGİNÇ BİR ATÖLYE ÇALIŞMASI GİBİ
Sadece kendi arkadaşlarına değil, eski şairlere de dost, arkadaş, kardeş, sırdaş gözüyle bakıyor, gizli veya açık göndermelerle onları yeniden yaşatıyor Haydar Ergülen. Bu nedenle, şiirlerin önemli bir kısmının ruhuna nüfuz edebilmek hatırı sayılır bir şiir/şair bilgisi gerektiriyor. Herhalde Ergülen kitapları içinde en çok özel ad geçen kitap bu; birebir bir karşılaştırma yapmış olmamakla birlikte bunu söyleyebilirim. Her bir özel isme, çağrışım yoluyla imgesellik yüklemek pek kolay değil. Ergülen bunu yapıyor, yaparken de “bu kitaptaki şiirleri en iyi anlayacak kişiler şairlerdir” diye düşünüyor, hatta belki bunu istiyor. Yakın dönem şairlerini geçtim; ilk sözlükçümüz Kaşgarlı’ya, Türkçenin piri Yunus’a, Cahit Sıtkı’ya, “tren sesleri” ile Necmettin Halil Onan’a, ev-nişanlılık ile Ziya Osman’a (hele ona!) yaptığı göndermeler yakalanmadan şiirlerden anlam zevki almak zor olurdu. Göndermeler, “Parasız Yatılı” bölümünde ise doğrudan performansa dönüşüyor ve Haydar, Füruzan’ın aynı adlı öykü kitabının parodisini yapıyor. 1971’de yayımlanan Parasız Yatılı bilindiği üzere Füruzan’ın ilk öykü kitabıdır ve acı hayat gerçekliklerinin izlerinden yürümüştür. Ergülen, kitaptaki her bir öykü ile aynı başlığı taşıyan on iki şiir “kurmuş”: “Sabah Eskimişliğin, Özgürlük Atları, Taşralı, Piyano Çalabilmek, İskele Parklarında, Parasız Yatılı” vd. “Kurmuş” diyorum çünkü bazı şiirlerde dize aralarına öykülerden söz parçaları alınmış, bazı şiirlerse doğrudan Füruzan’ın cümlelerinin dize hâline getirilmesiyle oluşturulmuş. Kitabın bu bölümü, ilginç bir atölye çalışması izlenimi bırakıyor.
“YAN YANA GELMEMİŞ SÖZCÜKLER VAR DAHA”
Güneş Kokuyorsun Daha genel itibariyle semantik okumaya açık görünmekle ve şairin anlamı öncelemiş olduğu sezilmekle birlikte bazı şiirler fonetik veya morfolojik okumaya izin veriyor. Hatta kimi zaman Hurufilik bile göze çarpıyor (işimiz harfiyat değil mi zaten?). Haydar Ergülen, orta yaş olgunluğunu yaşamaya başladığı günlerden bu yana yayımladığı kitaplarda birbirini çağıran sözcük ve ifadeleri hep önemsedi. Sözcükler sözcükleri çağırdı, “yan yana gelmemiş sözcükler var daha” duygusu şairin başını ve kalbini kâğıda eğdi, bazen kendisi ilginç sözcükler türetti bazen de -Bazen mi? Hayır, daima demeliydim!- sözcüklere yepyeni anlam ve çağrışımlar kazandırdı. Bunlara tesadüfi ifade/imge demek istemem ama bir nebze de olsa güzel tesadüflerin yarattığı imgeselliği fark ediyoruz böylesi kullanımlarda. “Ne iyiymiş meğer kiminin adını, kiminin bayrağını, / kiminin rüzgârını, kiminin yıldızını ve uzaklığını kiminin / sevdiğim hey gözünü, ey sevdiğim göğünü, gönlünü ey” gibi anjambımanlı dizeleri ben böyle okudum. “Kronik işte hem komik hem ironik / sonrası öncesinden de beter / gece geceye, şefkat şefkate” dizelerini de. Hem hangi şair reddedebilir ki kalemin ucuna gelen güzel tesadüflerin yarattığı anlamı. Bu kalemden olmak üzere, şair tesadüfünü kendisi yaratır da diyebiliriz. Konuşma dilinin canlılık ve sürprizlerini taşıyan “Kış güneşinin altındaki kedi kadar olamadı şiirim / kedi deyip geçmeyin, geçmezsiniz bilirim / hem kışı hem güneşi hem kendini sevindiriyor / hem de bilmeden bu şiiri şereflendiriyor.” dizeleri başka nasıl okunabilir? Bu biçemle hayat bulan bir kitaba daha farklı biri isim seçerdim bana sorsaydı. Misal; içindeki bir şiirden kinaye, Muhallebicide Nişanlımı Beklerken çok güzel bir ad olurdu.
Konuşma biçemine ayrı bir paragraf açmalıyım. O da var ama sadece “sen-ben” havası, diyalojik kurgu değil kastettiğim. Okuyucuyla, sevgiliyle, kedilerle, Ece, Cemal, İlhan gibi ustalarıyla, eşyayla, hayatla, yazla, ölmüş arkadaşlarıyla, kendisiyle, bir kır kahvesinde yahut tren beklediği eski bir şehrin istasyonunda tanıştığı yolcularla sohbet eder gibi ifadelenen bir biçem bu. Ergülen şiirinde içtenliğin yolu, Keder Gibi Ödünç’te sezinlediğimiz ama asıl Aşk Şiirleri Antolojisi’nde yoğunlaşan bu biçemden geçiyor. “Benim bir arkadaşım var, güneşle / harfleri ısıtıyor, güneşle / ruhları ışıtıyor, güneşle” derken karşısında oturan bir grup çocukla konuştuğunu göremiyor musunuz? “Tabağına biraz güneş al, domateslerin yanına / birazdan yağmur da damlar sofraya, ohhh / resim tamam, bak tazecik bulutlar da geldi” derken pikniğe gittiği sevgilisiyle hasbihal ettiğini de mi fark edemiyorsunuz? Ya, “Senin şiirin yok mu kelimelerden başka / senin yağmurun yok mu annenden başka / senin çocukluğundan başka yabancın yok mu” sorularını üstünüze alınmadınız mı? O zaman siz iyi bir Haydar Ergülen okuru sayılmazsınız!
İyi bir Haydar Ergülen okuru olmanın yolu nereden mi geçiyor? Elbette dildeki mecazı, kedideki kederi, nardaki ateşli çokluğu, arkadaştaki kardeşi, annedeki ablayı, eski öykü kahramanlarının yoksulluk ve yalnızlığını, yerlerde sürünürken göğün yüksek katlarında gezinen şiiri görebilmekten geçer.
Sen Güneş Kokuyorsun Daha! / Haydar Ergülen / Kırmızıkedi Yayınevi / 136 s.