Hayata 'sıfır' çekmek

Yiğit Okur, yeni romanı Sıfırlamak'ta muhasebeci Hüsamettin Bey'in yaşamından bir kesit sunuyor okura. Hüsamettin Bey'in hastalık derecesine varan alışkanlıkları, iş hayatı, annesi ve patronuyla olan ilişkileri çerçevesinde veriliyor yapıtta. Yazar, romanında da hüznü gülücüklerle hediye paketi yapıp, en acı gerçekleri şekerleme tadında hediye ediyor herkese.

cumhuriyet.com.tr

Bir fabrika düşünün ki çevresine hayat aşılıyor. Fabrikadan çıkan uğultu herkesin kulağına bir şarkı fısıldıyor. Çevresinde okullar açılıyor, bahçesinde öğrencilerin sesleri işitiliyor. Okulun öğrencileri, işçilerin çocukları; yani tam bir aile sıcaklığı taşıyor burası. İşte bu, Demir Bey'in fabrikası' Demir Bey patron ama bildiğimiz patronlardan değil. Bu kelimenin soğukluğunu taşımıyor. Dürüst, sıcak, babacan biri. İşçilerini çocukları gibi görüyor. Onların her derdini biliyor; düğünlerinde, cenazelerinde yanlarında oluyor; hatta bazen iş tulumunu giyip aralarına karışıyor. Fabrikasını bin bir emekle taşımış bugünlere. O yüzden fabrika herkesten çok onun canı. Fabrikanın uğultusu, onun hayat şarkısı, atar damarı.

Bu fabrikanın muhasebe müdürü Hüsamettin Bey var bir de. Demir Bey'in otuz yıllık çalışanı ve sağ kolu. Otuz yıldır değişmeyen kıyafetleri, alışkanlıkları, ürkek ve neşesiz tavırlarıyla fabrikanın demirbaşı. Alışkanlıkları o kadar ileri derecede ve hastalıklı ki yeni olan her şeyden korkar; masasının, odasının, hatta eski Facit marka hesap makinesinin değişmesinden bile endişe eder. İşinin dışında onu yaşama bağlayan iki insan vardır: Annesi Şâzimet Hanım ve Demir Bey. İkisinden biri yaşamından çıksa ne yapacağını bilemez durumdadır ve onun bu korkusu Demir Bey'in oğlu Yağız'ın fabrikaya gelmesiyle yavaş yavaş gerçekleşmeye başlar.

Yağız, Demir Bey'in tek çocuğudur. Annesiz büyütmüştür Demir Bey onu. Demir Bey'in çocuğunu büyütürken yanındaki tek kişi Fetiye isimli Ermeni bir kadındır. Nereden geldiğini, gerçek isminin ne olduğunu Demir Bey'den başkası bilmez. Kimse de sormaz zaten. Fetiye Hanım'dır o: Demir Bey'in rakı sofrasını kuran, ona ut çalıp 'Nerede Mehtabı Hazin Gönlümüzün' şarkısını söyleyerek Demir Bey'i 'ağlatan kadın' Demir Bey, Yağız'ı en iyi okullarda okutur. Yağız da Londra'da School of Economics'i dereceyle bitirip ülkesine döner. Geri döndüğünde, babasından işleri kendisine bırakmasını ister ve Demir Bey de onun bu isteğini geri çeviremeyip yönetimi ona bırakır. Yağız Bey, fabrika yönetimini babasından devralırken ona 'altı ayda fabrikayı makine gibi işleteceği' sözünü de verir. İşte, Hüsamettin Bey için kâbus günleri de bundan sonra başlar.

Yeni oluşumun ayak sesleri

Yağız Bey fabrikayı 'makine gibi' işler hale getirebilmek için iki İngiliz uzman getirir yanında ama fabrika zaten babasının düzeninde tıkır tıkır işliyordur. Onun isteği, babasının kurmuş olduğu düzeni tamamen yıkıp, yerine modern ekonomik uygulamalarla işleyen bir ticarethane getirmektir. Bu yeni sisteme geçiş çabaları ise oldukça sancılı başlar. Yağız Bey babasının tam zıttı bir karakterdir. Soğuk, mesafeli ve sert biridir. Bu yüzden, Hüsamettin Bey de, işçiler de onun emrine girmekten rahatsızdırlar. Hüsamettin Bey için bu çok daha zordur; çünkü yıllardır Demir Bey'e alışmış ve onu taparcasına sevmişti. Şimdi ise yokluğunda kendini sahipsiz hissediyordur. İki İngiliz fabrikanın yönetimini eline almış, onu bir kenara itmiş, istedikleri gibi at koşturuyorlardır. Fabrika bu dönemde, tam bir kargaşa içindedir. Bir yanda İngilizlerin ukalalıkları, diğer yanda yürümeyen işler, her şey birbirine girer. İngilizlere son derece küstah bir rol biçilmiş kitapta. Vahşi kapitalizmin acımasız uygulayıcısıdırlar. Yiğit Okur, romanındaki İngilizler üzerinden kapitalizmin ufak bir eleştirisini yapmış. Yenilikten korkan biri olarak, yaşamında bu kadar değişimi kaldıramıyordur Hüsamettin Bey. Hiç alışık olmadığı işlerdir İngilizlerin ona yaptırmaya çalıştıkları. Başına sardıkları en büyük bela ise 'bütçeyi sıfırlamak' olur. Aslında yapacağı iş çok basittir. Her şeyin değerini sıfıra indirmek, sonra yararına göre puanlandırıp deftere yazmaktı ama bu, Hüsamettin Bey'in alıştığı şablonun dışına çıkması demek oluyordu; onun için çok zordu.

Fabrikada işler böylesine karışıkken bir gün makineler kısa süreliğine de olsa durur. Bu olay çok kötü bir diğerinin de habercisidir. Fabrikasının uğultusunun birden kesildiğini duyan Demir Bey telaşlanır. Tam evinden çıkıp fabrikaya koşacağı sırada emek emek büyüttüğü fabrikasının sesinin kesilmesi, onun soluksuz kalmasına neden olur ve Demir Bey oracıkta ölür. Fabrikanın susmasının sebebi ise İngilizlerden birinin yaptığı densizliğe karşı, işçilerin gösterdiği tepkidir. Hüsamettin Bey'in yaşama tutunmasını sağlayan dallardan biri kopmuştur artık. Bu olaydan kısa bir süre sonra da annesi Şâzimet Hanım'ı kaybeder. Böylelikle, tutunacak hiçbir dalı kalmaz ve otuz yılını verdiği fabrikadan kopuşu da bu ölümle olur. Annesinin cenazesinden sonra kendini toparlamak için iki gün işe gitmeyen Hüsamettin Bey, bu gerekçeyle işinden istifaya zorlanır Yağız Bey tarafından. İstifaya zorlanmasının nedeni tazminat vermemektir. Tam bu aşamada kapitalist düzenin en acımasız tarafını gösteriyor Yiğit Okur yarattığı karakter üzerinden. Patron kelimesinin tüm soğukluğunu hissettiriyor.
 

'Zebercet' geri dönüyor

Hüsamettin Bey, işinden de ayrılınca yaşamının üç sacayağını kaybederek ortada kalır ve yalnızlığa gömülür. Tüm çevreden soyutlar kendini. Annesinin yaşamı boyunca ona karşı davranışlarını da bu dönemde sorgulamaya başlar. Annesi neden yaşamı boyunca bütün parasını elinden almıştı? Neden sadece eline sigara ve yol parası verip işine yollamıştı? Neden kadınlardan uzak durması için bu kadar uğraşıp alt katlarına kiracı olarak bir kadını, Adile öğretmeni almıştı? Neden kendisini kadınlardan korkar hale getirmişti? İşte tüm bunlar, Hüsamettin Bey'in kafasını kurcalayan sorulardır ve hepsi de kendisine büyük rahatsızlık veriyordur. Hüsamettin Bey'in bu soyutlanmışlığı Yusuf Atılgan'ın Anayurt Oteli'ndeki unutulmaz kahramanı 'Zebercet'i hatırlatıyor. Tıpkı 'Zebercet'in oteline kapandığı gibi, o da evine kapanıyor. Sadece acil ihtiyaçları için sokağa çıkmaya başlıyor. Yiğit Okur kahramanını, 'Zebercet'ten beslemişe benziyor.

Annesinin başına sardığı bir bela olarak gördüğü kiracıları Adile Hanım, bu dönemde Hüsamettin Bey'in gözüne daha da fazla batmaya başlar. Adile Hanım'dan gelecek nazardan korkuyordur. Bu nedenle onunla hiç konuşmak istemiyordur ama kendisinden almayı unuttuğu kira, Adile Hanım'ın, evine kadar girmesine neden olacaktır. Adile Hanım kirayı vermek için eve girdiğinde gözüne çarpan ilk şey, eşyanın çokluğu olur. Bunu da kendince söyler Hüsamettin Bey'e. İşte bu, Hüsamettin Bey'in daha önce dikkat etmediği bir şeydi. Evdeki eşya gerçekten çok fazlaydı ve onlara baktıkça gözünde daha da büyüyordu. Neden biriktirmişti ki annesi bunca şeyi? Her şey gereğinden fazlaydı ve birden İngilizlerin yaşamını cehenneme çeviren uygulamasını, sıfırlamayı, onlarda denemek gelir aklına. Fabrikada becerememişti bunu ama eşyada uyguladıkça başarıyordu. İşin mantığını kavramıştı artık. Puanla; işe yaramıyorsa sıfırla. Çok kolay' Böylelikle, evin neredeyse tüm eşyasını elden geçirir. Her odada büyük sıfır yığınları oluşur. Eşyayı sıfırlarken anıları da sıfırlanır. Her eşyada bir anı gelir aklına ve her birini sıfır yığınına göndermesiyle hafızasını da sıfırlar. Tüm evi elden geçirdikten sonra durur ve rahatlar; artık bir eskici getirmesi şarttır bunlardan tamamen kurtulabilmesi için.

Eskici evdeki tüm eşyayı alır. Adile Hanım da Hüsamettin Bey'in iki parça eşyasına talip olur ve bunları eskiciden satın alır. Hüsamettin Bey bunu görünce çıldırır adeta ve Adile Hanım'ı eşyasını çalmakla suçlar. Kapısına dayanır; eşyasını geri vermesini ister ama alamaz. Adile Hanım'ın, onu elde etmek için oynadığı küçük oyunun da kurbanı olur ayrıca ama bu oyun bir yandan hoşuna gider. Adile Hanım altta, kendi üsttedir; fakat devamını getiremez. Daha önce hiçbir kadınla beraber olmamıştır; korkar ve çeker gider ama eşyasını aklından çıkaramaz. Bunları istemek için tekrar Adile Hanım'ın kapısına dayanır; bu kez kararlıdır. Adile Hanım kapıyı açar ve onu içeri alır. Hüsamettin Bey geceyi orada geçirir ve sabah olup evden çıktığında yüzünde bir yorgunluk vardır. Sokaklarda saç baş dağınık, düğmeleri açık yürüyordur. 'Güzel bir gece geçirmiş' gibidir. İşte burada da yazarın oyununa biz okurlar geliyoruz. Yiğit Okur, son cümleye kadar saklar Hüsamettin Bey'in elindeki bıçağı. Bu haliyle teslim olmak için karakola doğru gidiyordur aslında. Tıpkı 'Zebercet' gibi öldürmüştür ilişkiye girdiği kadını; ondan tek farkı ise teslim olması gerektiğinin bilincinde olmasıdır.

Sıfırlamak/ Yiğit Okur/ Can Yayınları/ 104 s.