'Hayat kurgudan daha acımasız'

Cem Kalender, yeni romanı ‘Kayıp Gergedanlar’dan söz ederken ‘Hayat kurgudan daha acımasız’ diyor. ‘Dört çocuk intihar ediyor, bu gerçek. Ben kurgularken birini kurtarıyorum. Ben bile yazarken gerçek kadar acımasız olamıyorum.’

Aslı Uluşahin/Cumhuriyet

Maraş katliamı, bundan 35 yıl önce önce yaşandı. 19 Aralık 1978’de başlayıp günlerce süren kıyımın ardından Maraş’ın adı Aleviler için artık Kanlı Maraş olacaktı.

22 Nisan 2011’de ise Maraş, başka bir acı olayın adresiydi. Dört yetişkin, iyi eğitimli kardeş, annelerinin ölümü sonrasında bir bağ evinde, aynı gece, ayrı ayrı odalarda intihar etti.

Cem Kalender, Alakarga Sanat Yayınları’ndan çıkan “Kayıp Gergedanlar” romanında, iki olayın birbiriyle olası bağlarını kurguluyor.

- Romanı tetikleyen hangisi oldu? Kıyım mı, intiharlar mı?

Üç yıl önce başladım kitabı yazmaya. Aslında romanın ana omurgasını “Binyayla” bölümü oluşturuyordu. Binyayla’da anlatılmak istenen biraz iddialı olacak ama Kafkaesk bir dünyada doğanın düzeninden kültürün düzenine geçiş.

Sonra 2011 yılındaki olay duyuldu. Nasıl olmuştu da dört kardeş bir bağ evinde ayrı ayrı odalarda kendilerini asmışlardı? Bu nasıl bir ölme motivasyonuydu? Ülke günlerce bu vakayı konuştu. TV’lerde psikanalitik açıklamalar yapıldı ama sanki hepsi eksik kalıyordu.

İşte dedim, Lacan Oidipus Karmaşası ile bu olanları açıklamış. Lacan, Oidipus Karmaşası’nı kültüre ve dolayısıyla “insan olmaya” giden zorunlu bir süreç olarak görür. Çocuk doğduğunda kendini doğaya, anneye ait hisseder, ancak anne üzerinden var olabilir. Kültürel bir özne olamamıştır daha. Sonra “babanın adı” devreye girer, Oidipus Karmaşası yaşanır ve çocuk artık kültürel bir özne olur.

Belli ki bu çok baskın anne, çocuklarına Oidipus Karmaşası’nı yaşatmamış. Anne öldükten sonra da çocukların yaşamı devam etmemiş.

- Maraş katliamı romana nasıl dahil oldu?

Ben Maraş katliamıyla ilgili bir şeyler yazmayı deniyordum ama nasıl yazılabilir bunu bilmiyordum. Sünniler Alevileri boğazladı desek bu roman olmazdı.

Sonra şöyle düşündüm: Ölümü ardından dört çocuğu intihar eden bir kadının nasıl bir dünyası vardı? Çocuklarını nasıl büyütmüştü? Ya da ne yaşamışlardı da çocuklarla kültürün arasında koca bir duvar olmuştu? İşte buradan Maraş katliamına geçtim. Romandaki Suna karakterine, geçmişinde böyle bir travma yaşattım. Yine Lacan, 3-4 kuşak önce yaşanmış travma bugünü etkiler diyor. Genlere işliyor. Suna niye çocuklarını kültürel bir özne haline getirmez? Şundan dolayı: Dışarıdaki herkes düşman!

- Gerçekte, dört kardeşten hiçbiri kurtulamadı. Ama siz, romanda birinin evden, annelerinin kurduğu dünyadan kaçmasını, aslında hayatta kalmasını sağlıyorsunuz. Neden?

Hayat kurgudan daha acımasız. Dört çocuk intihar ediyor, bu gerçek. Ben kurgularken birini kurtarıyorum. Ben bile yazarken gerçek kadar acımasız olamıyorum.

Aslında ölen o gençleri o kadar merak ediyorum ki... Kendimi onlar üzerinden ifade edebilirim gibi geliyor. Eğer yeni bir kitap yazarsam, hayatta kalan Arbor (romandaki çocuklardan biri) üzerine yazarım. Gittikten sonra ne oluyor? Sonrasında, Lacan, psikanaliz üzerine derinleşebilirsem, çocukların zihninin arka planını görebilirsem... Yani eğer biri “hayır ben intihar etmiyorum” deyip yaşasaydı, biri kurtulsa ne yaşayacaktı? Kültürün tarafına geçebilecek miydi? Onu anlatmayı isterim.

- Maraşlısınız. Katliam siz 2 yaşındayken yaşanmış. Anılarınızda izi var mı ya da anlatılır mıydı?

Sünni Hanefi bir aileden olduğum için bende anısı yok. Ama bizim yamacımızda bir Alevi köyü vardı, mesela Kahramanmaraş demezlerdi onlar, “Kanlı Maraş” derlerdi. Resmi rakamlar 100 küsur diyor ama en az 300-400 kişi katlediliyor.

Bence yakın tarihimizin en zor anlaşılır faciası Maraş katliamı. Dersim katliamını anlatabilirsin, Sivas katliamını da anlatırsın sosyolojik, politik yanlarıyla. Ama Maraş katliamını anlatamazsın. Bu vahşet, basit bir mezhep kavgası ya da siyasi gerginlikle açıklanamaz. Öyleyse ne? Hani Romalı şair “İnsanım ve insana ait olan hiçbir şey bana yabancı değil” diyor ya. İnsanız ama Maraş katliamı bize çok yabancı.