Hayat, ergene ağır geliyor

Kimsenin kimseye derdini anlatamadığı ve karşısındakinin de derdini anlamadığı ve hafife aldığı bir aile, gerçek bir aile midir?

Yazgülü Aldoğan

Eşinden bir başka kadına âşık olduğu için ayrılıp kendisine yeni bir hayat kuran “baba”, aslında oğlundan da boşanmıştır. Peki, yeni kurduğu hayatta yeni eşi ve yeni oğluyla mutlu mudur, arkasında bıraktıklarına faydası yoktur da yenilere yetmekte midir? Bu da şüpheli, işkolik bir avukat olan Pierre, çabalamasına karşın eski ve yeni ailesinden kimseyi mutlu edememekte. Zaten parçalanmış bir aileden doğan ikinci aile de dahil, kimse kimseyi mutlu edememekte. İlk eş “Anne”, kocasının kendisini terk ettiği travmasını atlatamamış, bunu oğluna da yansıtıyor: “Baban bizi terk etti”! Ve hayata oğluyla yalnız başına devam etme çabasında bocalarken bu kez oğlu Nicolas’nın babasıyla oturma kararıyla kendisini ikinci kez terk-edilmiş  hissediyor. Artık yapayalnızdır. Ergenlik bunalımı yaşarken babanın evi terk etmesiyle depresyona giren Nicolas ise anneyle anlaşamadığı için gittiği baba evinde de aradığı huzuru bulamaz. 

Babası kendisini anlamaz, ona baba gibi değil, öğretmeni gibi davranmaktadır. “Hayat bana çok ağır geliyor!” bir ergen tarafından söylendiğinde sadece basit bir kapris midir? Genç karısı “Sophie” ise ikinci eş olmanın sıkıntılarını yaşar. Nicolas’nın onu suçladığı kesindir. “Sen babamla tanıştığında onun evli olduğunu biliyor muydun?” O da aşk yaşayarak evlendiği ve bir de çocuk doğurarak yeni hayat kurduğu evine gelen üvey oğlu tuhaf bulmakta, bebeğini sakınmakta ve kendisine artık yeteri kadar vakit ayıramayan ve büyük oğlunun bunalımlarını taşıyan Pierre’i hem suçlamakta, hem de rahatlatmaya çalışmaktadır: “Karısından ayrılan ilk erkek sen değilsin ki?” Aslında dünyada parçalanmış ailelerin hepsinde aşağı yukarı yaşanan bir sorunlar yumağı Fransız yazar Florian Zeller tarafından, “Anne”, “Baba” serisinin üçüncü oyunu olarak yazılmış “Evlat”ta ele alınıyor. 

Yazar, son oyununda ele aldığı sorunları aslında ilk iki oyunu yazarken fark ettiğini de vurguluyor. Türkiye’de İbrahim Çiçek tarafından sahneye koyulan ve ekim başından beri oynanan oyun, seyirci ve eleştirmenlerden büyük ilgi gördü. Bence bunun asıl nedeni, oyuncu kadrosu: Baba’da Onur Saylak adı bile yeterli, ama annede Sezin Akbaşoğulları ile birlikte rollerinin hakkını veriyorlar. Cem Yiğit Üzümoğlu’na Nicolas olarak bu kadar önemli bir rol biraz fazla gelmiş gibi. Şükran Ovalı ise benim için biraz hayal kırıklığı. Oyunun finali çok dramatik ama dekor ve yan rollerin yetersizliğinden ötürü beni fazla etkilemiyor. 

Oyunun başlangıcında ses ve ışık efektlerinin rahatsız edebileceği uyarısı yapılıyor ama pek de anlamı olmayan uyarı: oyuncuların çarpmasına bile neden olan ve biraz da zevksiz bir dekor ve bir iki ışık oyunu dışında göze çarpan büyük bir çaba yok. Oyunu izlediğim Uniq’in sahnesi ise bu kadar küçük kadrolu oyuna hiç mi hiç uygun değil, çoğunlukla dört kişinin arasında dönen oyunda oyuncular bu koca sahnede kayboluyor ve hele yeriniz yan kanatlardaysa en önde bile otursanız, çoğu sahnede oyuncuların sadece sırtını görüyorsunuz ki böyle psikolojik ağırlıklı bir oyun için mimikler ne kadar önemli. Koltuk sayısına abanmak yerine bu tür oyunları daha küçük salonlarda sahnelemek, tiyatronun tadına varmak ve yaşamak için çok daha önemli. Evlat, pek çok kişinin aksine, bende biraz da bu yüzden belki, çok büyük etki yaratmadı.