Hayaller ve pişmanlıklar… (17.02.2021)
Robert Seethaler, Toprak’ta, hayallerin ve pişmanlıkların belleğine dair çok sesli bir anlatı kuruyor ve okuru tamamlanmış hayatların telaşsız ve dingin yönünü görmeye, hayata ölüm perdesinin arkasından bakmaya çağırıyor.
Gizem OlcayHayatınızdan tek bir ânı seçip anlatacak olsanız, hangisi olurdu? O âna dair neyi ya da kimi anlatırdınız? Nasıl kelimelere dökerdiniz? Kime seslenmek isterdiniz?
Tütüncü Çırağı ve Bütün Bir Ömür’den sonra Robert Seethaler’ın Türkçe’ye kazandırılan üçüncü romanı Toprak’ta yazar bu kez, hayata ölüm perdesinin arkasından bakmaya çağırıyor.
Bernard Silbermann, Sophie Breyer, Lennie Martin, Sonja Mayers, Gerd Ingerland, Hanna Heim… Tüm bu isimlerin tek bir ortak noktası var: Toprağın altından seslenmek istedikleri kişiye sesleniyor ve seçtikleri, hatırlamaya değer buldukları o biricik ânı anlatıyorlar.
Zaman kavramının olmadığı bir yerden, toprak kokusu eşliğinde sesleniyor karakterler: Deneyimlerinden ve pişmanlıklarından yola çıkarak bir baba, evladına hayatla ilgili tavsiyelerde bulunuyor; bir kadın, sevgilisinin toprak kokan ellerini anlatıyor; babasıyla dinmeyen bir yarışta olan bir belediye başkanı hırsla sesleniyor; karısının gülüşünü hiç unutmayan bir adam toprağın altından ona cevap vermeye çalışıyor.
Bazılarının kulağından yağmur sesi hiç kesilmiyor, bazısı babasının savaştan döndüğü günü hatırlamaya değer buluyor, bazısıysa hayatına giren herkesin ismini hatırlarken âşık olduğu kişinin ismini bir türlü anımsayamıyor. Yazar, bir yandan farklı farklı kişilerin anılarına dair hikâyeler anlatırken, öte yandan onların yaşadıkları Paulstadt adlı hayali kasabayı da resmediyor.
TOPRAĞIN KOKUSU
Yazar, ölüm üzerinden yaşama dair bakış sunarken aşka, aileye, Tanrı’ya, yaşlılığa dair fikirlerini aktarırken, didaktik bir ton benimsemiyor. Yazarın dillendirmeyi seçtiği hikâyeler büyük değişimleri veya durumları barındırmıyor; aksine hayatla ilgili küçük, ancak özel bir âna veya bir kişiye dair ayrıntıları ve onun yarattığı duyguları içeriyor.
Seethaler, her bölümde toprağın kokusunu vurgulayarak karakterlerin ölmüş olduğunu hatırlatıyor; ancak bunu keskin bir şekilde dile getirmek yerine basit vurgularla ve hep naif bir üslupla yapıyor. Karakterlerin geçmişine dair bir bilgisi olmayan ve onu tanımak için sadece birkaç sayfaya sahip olan okur ne tamamen karakterin yolculuğuna eşlik edebiliyor ne de onunla bütünleşebiliyor. Dinleyici koltuğuna oturuyor ve onların hatırlamayı seçtikleri anlara ortak oluyor. Bazıları hayatının aşkını, bazıları hayatının pişmanlığını anlatmayı tercih ediyor. Geçmişi bir seçimle sınırlandırarak onu bir hikâyeyle aktarmak, okuru hayatın özünü kavramak için düşünmesini sağlıyor.
HAYATIN ÖZÜ!
Karakter değişimine bağlı olarak kimi zaman muzipleşip kimi zaman karanlıklaşarak farklılaşan ve her cümlede dinginliği hissedilen ton yazarın kaleminin gücünü göstermekte.
‘’İnsan ölümü ilk kez düşündüğünde ölmeye başlar.’’ diyor Seethaler. İnsan ölüme dair hiçbir şey bilmiyor; sadece ondan korkuyor, kaçıyor hatta hayatı boyunca bir şeyler yaparak kendini ölümsüz kılmak için uğraş veriyor. Ölüm, yaşarken düşünülen bir kavram, hayata anlam katmak veya korkup kenarda durmak için insanı tercih yapmaya tetikleyen bir kavram.
Ve Toprak, ölüm perdesinin arkasından yaşamı küçük ayrıntılarla renklendiren, değerli kılan bir roman olarak okuru ana dair düşünmeye, ortak hislerde buluşmaya, hayatın özünü kavramaya çağırıyor.
Toprak / Robert Seethaler / Çeviren: Regaip Minareci / Timaş Yayınları / 208 s. / 2020.