Hayaller ve pişmanlıklar… (18.05.2020)
Robert Seethaler, Toprak’ta, hayallerin ve pişmanlıkların belleğine dair çok sesli bir anlatı kuruyor ve okuru tamamlanmış hayatların telaşsız ve dingin yönünü görmeye, hayata ölüm perdesinin arkasından bakmaya çağırıyor.
Gizem OlcayHayatınızdan
tek bir ânı seçip anlatacak olsanız, hangisi olurdu? O âna dair neyi ya da kimi
anlatırdınız? Nasıl kelimelere dökerdiniz? Kime seslenmek isterdiniz?
Tütüncü
Çırağı ve Bütün Bir Ömür’den sonra Robert Seethaler’ın Türkçe’ye kazandırılan
üçüncü romanı Toprak’ta yazar bu kez, hayata ölüm perdesinin arkasından bakmaya
çağırıyor.
Bernard
Silbermann, Sophie Breyer, Lennie Martin, Sonja Mayers, Gerd Ingerland, Hanna
Heim… Tüm bu isimlerin tek bir ortak noktası var: Toprağın altından seslenmek
istedikleri kişiye sesleniyor ve seçtikleri, hatırlamaya değer buldukları o
biricik ânı anlatıyorlar.
Zaman
kavramının olmadığı bir yerden, toprak kokusu eşliğinde sesleniyor karakterler:
Deneyimlerinden ve pişmanlıklarından yola çıkarak bir baba, evladına hayatla
ilgili tavsiyelerde bulunuyor; bir kadın, sevgilisinin toprak kokan ellerini
anlatıyor; babasıyla dinmeyen bir yarışta olan bir belediye başkanı hırsla
sesleniyor; karısının gülüşünü hiç unutmayan bir adam toprağın altından ona
cevap vermeye çalışıyor.
Bazılarının
kulağından yağmur sesi hiç kesilmiyor, bazısı babasının savaştan döndüğü günü
hatırlamaya değer buluyor, bazısıysa hayatına giren herkesin ismini hatırlarken
âşık olduğu kişinin ismini bir türlü anımsayamıyor. Yazar, bir yandan farklı farklı
kişilerin anılarına dair hikâyeler anlatırken, öte yandan onların yaşadıkları
Paulstadt adlı hayali kasabayı da resmediyor.
TOPRAĞIN KOKUSU
Yazar,
ölüm üzerinden yaşama dair bakış sunarken aşka, aileye, Tanrı’ya, yaşlılığa
dair fikirlerini aktarırken, didaktik bir ton benimsemiyor. Yazarın
dillendirmeyi seçtiği hikâyeler büyük değişimleri veya durumları barındırmıyor;
aksine hayatla ilgili küçük, ancak özel bir âna veya bir kişiye dair
ayrıntıları ve onun yarattığı duyguları içeriyor.
Seethaler,
her bölümde toprağın kokusunu vurgulayarak karakterlerin ölmüş olduğunu
hatırlatıyor; ancak bunu keskin bir şekilde dile getirmek yerine basit
vurgularla ve hep naif bir üslupla yapıyor. Karakterlerin geçmişine dair bir
bilgisi olmayan ve onu tanımak için sadece birkaç sayfaya sahip olan okur ne tamamen
karakterin yolculuğuna eşlik edebiliyor ne de onunla bütünleşebiliyor. Dinleyici
koltuğuna oturuyor ve onların hatırlamayı seçtikleri anlara ortak oluyor.
Bazıları hayatının aşkını, bazıları hayatının pişmanlığını anlatmayı tercih
ediyor. Geçmişi bir seçimle sınırlandırarak onu bir hikâyeyle aktarmak, okuru hayatın
özünü kavramak için düşünmesini sağlıyor.
HAYATIN
ÖZÜ!
Karakter
değişimine bağlı olarak kimi zaman muzipleşip kimi zaman karanlıklaşarak farklılaşan
ve her cümlede dinginliği hissedilen ton yazarın kaleminin gücünü göstermekte.
‘’İnsan
ölümü ilk kez düşündüğünde ölmeye başlar.’’ diyor Seethaler. İnsan ölüme dair
hiçbir şey bilmiyor; sadece ondan korkuyor, kaçıyor hatta hayatı boyunca bir
şeyler yaparak kendini ölümsüz kılmak için uğraş veriyor. Ölüm, yaşarken
düşünülen bir kavram, hayata anlam katmak veya korkup kenarda durmak için
insanı tercih yapmaya tetikleyen bir kavram.
Ve
Toprak, ölüm perdesinin arkasından yaşamı küçük ayrıntılarla renklendiren,
değerli kılan bir roman olarak okuru ana dair düşünmeye, ortak hislerde
buluşmaya, hayatın özünü kavramaya çağırıyor.
Toprak / Robert Seethaler / Çeviren: Regaip Minareci / Timaş Yayınları / 208 s. / 2020.