Hayalle gerçek arası bir ada; Elia (16.06.2021)
“Yılmaz Şener bir önceki romanı Kör Adım’da geçmişi anlatırken, Elia’da (İthaki Yayınları) gözünü geleceğe dikiyor. Elia Adasını, ada detaylarını, ada insanlarını iyi yansıttığı ve modern bir politika eleştirisi de sunduğu romanında evrensel bir dili ve temayı yakalamış görünüyor. Okurken; dünyanın başına tebelleş olmuş totaliter rejimlere, düşünce suçlularına, haksız/delilsiz/iddianamesiz yargılananlara bir de Elia’nın gözünden bakmanızı tavsiye ederim.”
İrem UzunhasanoğluYüzyıllarca yıllık geçmişi var ütopya kavramının. Başladığı düzlemde devam etmiyor üstelik, her yüzyıl değişerek, dönüşerek günümüze ulaşıyor. Bazen distopya oluyor bazen Atwood’un deyimiyle ustopya. Özetle “Cennetin cehenneme dönüşmesi,” diyebiliriz.
Bu kadar basit değil elbet. Ana hatlarıyla üç amacı var distopyanın: totaliter hükümeti eleştirmek, teknolojik/bilimsel gelişmeyi eleştirmek ya da iyilik/insanlık kaybolduğunda neye dönüştüğümüzü göstermek. Ütopya olumlu dinamiğini kaybettiğinde insanoğlunun nasıl da mahvolduğunu kanıtlamak.
Yılmaz Şener’in İthaki Yayınevi etiketiyle yayımlanan dördüncü romanı Elia ise bunların hem hepsi hem de hiçbiri. Bize sunduğu dünya hem illüzyon gibi geliyor hem de bir o kadar gerçek. Bizim gerçeğimiz.
Okur romanı okurken kendini bir apokalip dünya düzeninde, bir distopya öngörüsünün içinde bulurken aynı zamanda “biz zaten bunu yaşamıyor muyuz?” diye kendi toplumunu, düzenini sorguluyor. Okuyanları her an diken üzerinde bırakırken modern bir politika eleştirisi yapmayı da ihmal etmiyor.
Peki nedir Elia? Bir cennet tezahürü mü yoksa cehennem anlatısı mı? Bence her ikisi de.
Romanın baş kahramanı ve anlatıcısının Elia isimli adaya sığınmasıyla başlıyor roman. Sığınma demişken bir nevi eve dönüş zira kahramanımız ana karada yaşadığı zamanlarda da hep adayı düşlüyor. Adaya tekrar dönme umudunda yaşama sevincini buluyor.
Romanın bir adada geçtiğini görür görmez haliyle Huxley’nin Ada’sını, Bacon’ın Yeni Atlantis’ini, The Island isimli filmi anımsıyoruz. Oysa Elia hayal olamayacak kadar gerçekçi. Bildiğimiz tüm ada romanlarını ve filmlerini unutup okumakta fayda görüyorum.
Elia’yı bizzat adanın içinden, yerel birisi anlatıyor. Tarihçesinde sürgün bir general var Elia’nın. Sürgün generalin ailesi ve çevresinin adaya gelmesiyle ilk yerleşim başlıyor. General öldükten sonra da bir daha hiç kimse adadan ayrılmıyor. Zeytin yetiştiği için adaya Zeytince ismi verilse de özünü korumak istedikleri için Elia demeye devam ediyorlar.
Zeytince adanın gerçekçi yanıyken Elia hayali boyutunu temsil ediyor olabilir. Kimseciklerin uğramadığı, turistlerin bilmediği, plajlarının, turistik tesislerinin olmadığı Elia’ya bir gün iki yabancı geliyor ve hepimizin bildiği o meşhur söz “ya biri yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir,” vuku buluyor.
Bottan inen ve kimliği bilinmeyen bu iki yabancı ada insanlarını sorguya çekmeye başlıyor, “ne zamandır burada yaşıyorsunuz,” diyorlar örneğin. Turizm bakanlığından geldiklerini sansalar da öyle çıkmıyor.
Gerginlik ve kaygı hissi sarıyor tüm adayı. Buradan sonrasıysa şaşkınlıkla, zevkle, hayranlıkla okuyacağınız bir anlatıya dönüşüyor.
Yılmaz Şener, içinde bulunduğumuz politik durumumuzu, adaleti/adaletsizliği, yargıyı/yargısızlığı alegorik bir düzeye çekip orada yerinde eleştirilerde bulunuyor. Romanın temel izleği ifade, konuşma ve düşünce özgürlüğü üzerine kurulmuş.
Adada süregelen rejim değişiklikleri sonucu değişen ve dönüşen bir toplum; patriyarkal düzende susturulup eve kapatılmış kadınlar ve özgürlükleri elinden alınmış insanlar görüyoruz. Adada vuku bulan olaylara sesini çıkaran tek kişinin bir kadın olması gibi ufak detaylar anlatıyı farklı bir boyuta taşıyor.
Elia dünyanın herhangi bir köşesinde olabilir. Hikâye evrensel bir tema üzerine kurulduğu için ada da dünyanın temsiline dönüşüyor. İki yabancının korunaklı bir yere geldikten sonra orada yarattığı korku ve tedirginlik hali; huzuru kaçan insanlar, yükselen kaygı gibi evrensel temalar romanı yerel düzeyden kurtarıyor.
Yazar, mekânın hegemonyasından fazlasıyla yararlanmış. Romanın tamamına yayılmış olan çaresizlik izleği de mekanla uyum içerisinde. Bir mekân olarak ada sıkışmışlık, çaresizlik, itilmişlik, dışlanmışlık ve uzaklaşma hislerini tetiklerken aynı zamanda da özgürlük, kopukluk, başına buyruklu ve başkaldırı gibi hislerin oluşmasına da yol açabiliyor.
Metaforik düzeyde kuvvetli bir mekân olan ada sığınılan, saklanılan ve korunaklı bir yerken yazarın maharetiyle tekinsizliğin ve çaresizliğin kol gezdiği bir yere dönüşüyor.
Başkahramanın “ölmek için doğduğu yere döner insan,” dediği ve doğduğu yeri içinde taşıdığını iddia ettiği Elia adası romanın sonunda içine girip saklanılan bir yere mi yoksa uzaklaşılması gereken bir yere mi dönüşecek bunu okura bırakıyorum.
Yılmaz Şener dördüncü romanında farklı bir janr deneyerek kişisel edebiyat yolculuğunda bir kırılma yaratıyor. Bir önceki romanı Kör Adım’da geçmişi anlatırken, Elia’da gözünü geleceğe dikiyor. Adayı, ada detaylarını, ada insanlarını iyi yansıtan bu romanda evrensel bir dili, temayı ve konuyu yakalamış görünüyor.
Dünyanın başına tebelleş olmuş totaliter rejimlere, düşünce suçlularına, haksız/delilsiz/iddianamesiz yargılananlara bir de Elia’nın gözünden bakmanızı tavsiye ederim.
Yılmaz Şener / Elia / İthaki Yayınları / 160 s. / 2021.