‘Havalı’ lastikten restorana

Otomobil - kamyon gibi araçlar için lastik üreten dev bir firma, bu firmanın seçtiği başarılı restoranlar ve bu restoranlara akın edip kocaman tabakların ortasına süslü şekilde yerleştirilmiş birkaç gram otla ete servet ödeyen zenginler. Evet, Michelin ve onun yıldızlı restoranlarından bahsediyoruz.

Tayfun İşbilen

Kapitalizmin tarihindeki en başarılı pazarlama öykülerinden birisidir, birazdan anlatacağız. Ancak düşük gelirli Fransızların son vergi zamlarına tepki olarak başlattığı ‘sarı yelek’ isyanıyla bu öykü son haftalarda tepetaklak oldu: Lastikler isyancıların barikatlarında yandıkça, lüks Fransız restoranları müşterisiz kaldı. Bazı restoranlar, iki haftada 50 bin Avro’dan fazla zarar ettiklerini açıkladı. Fransız şeflerin spesiyalitelerine abone olan ABD’li, Çinli, Japon milyarder gurmelerin ortalık tam olarak sakinleşmeden tabak başı yapması zor görünüyor. Zarar daha da büyüyecek.

 

‘Anlaşılmak’ değil...
Yer Fransa olunca, konu hep gastronomi ve şaraba bağlanır, şaşırmamak lazım. Örneğin Fransız Bakan Darmanin de, ‘sarı yelek’ olaylarını lüks restoranlar üzerinden analiz etti: “Paris restoranlarında bir arkadaşıyla birlikte şarap hariç 200 Avro hesap ödeyenler, 950 Avro’yla geçinmeye çalışan insanlara akıl vermeyi bırakıp onları daha çok dinlemeli, anlamaya çalışmalı” dedi. Tabi bu yorumu hiç takdir toplamadı, çünkü 950 Avro’yla yaşamaya çalışanların derdi ‘anlaşılmak’ değil, o lüks restoranlarda yemek yiyebilecekleri bir gelire kavuşmak.

Zengin oyuncağı...
Neyse biz barikatları bırakıp lastikle restoranların o eski güzel günlerine dönelim. Asırlık bir başarı öyküsüdür. 1890 yılında Fransa’nın toprak yollarında at ve öküzlerin çektiği arabaların arasında 2 bin 500 civarında otomobil dolaşırdı. Saatte en fazla 25 km hızla giden, bisikletlilerin bile solladığı bu otomobiller birer ulaşım aracı olmaktan çok, zenginler için bir oyuncaktı. Otomobillerin daha hızlı gidememesinin nedeni motorları değil, tekerlekleriydi. Bu tekerlekler, çelik jantlar üzerine sıkı sıkıya sarılmış havasız lastiklerden ibaretti. Haliyle çok sarsıyordu. Hız artıkça, sarsıntının şiddeti de artıyor, araç dağılıyordu. İşte Michelin kardeşler bu sorunu çözmek için otomobillere bisikletlerdeki gibi havalı lastikler takmayı akıl etti. Yani araçlarda bugün kullanılan şambrelli lastikleri icat ettiler. Bu o kadar da kolay olmadı tabii.

Rehber kitaplar
Bazı yaratıcı fikirlerle teknik sorunları aşmaları gerekti. Michelinlerin havalı lastikleriyle otomobiller rahatlıkla 70 km sürate ulaşmaya başladı ve oyuncaklıktan kurtulup birer ulaşım aracına dönüştü. Artık otomobil sahipleri, araçlarıyla daha uzaklara gidiyordu. Hayli yaratıcı insanlar olan Michelin’lerin aklına bu sefer, müşterileri başka kentlere gidip daha çok gezsin ve lastikleri daha çabuk eskitsinler diye bedavaya turistik rehber kitaplar dağıtma fikri gelir. Bu kitaplarda yol haritaları, birçok kentteki restoranların, hotellerin isimleri adresleri yer alıyordu. Zamanla bu rehber kitaplar dünyanın birçok ülkesi için basılacak ve parayla satılmaya başlanacaktır. Artık restoranlarla ilgili değerlendirmeler kimliği gizli profesyonel Michelin müfettişleri tarafından yapılmaya başlandı. Her yıl yeniden basılan bu kitaplarda en başarılı restoranların yanına sayıları 1’le 3 arasında değişen rozet işaretleri konuldu. İşte bunlar ünlü Michelin yıldızlarıdır. Bir bakıma gastronomi dünyasının Oscarları sayılır. Ancak Oscar ödülü sahibinde kalırken bir sonraki yıl basılan kitapta Michelin yıldızını kaybetme riski hep vardır.
İntihar eden şefler
Yıldızını kaybetme korkusu yüzünden strese girip intihar eden şefler olmuştur. Ama ne olursa olsun dünyanın bütün iddialı restoranları ve şeflerinin rüyalarını Michelin yıldızları süsler. Tokyo’dan New York’a, Londra’dan San Sebastian’a hangi ülkede ve kentte olursa bir restoranın ‘Michelin yıldızı’ alması önemli bir olay kabul edilir, konu medyadan duyurulur. Türkiye’de Michelin yıldızlı restoran yok.
Michelin yıdızlı bir restoranda yemek bize Kopenhag’ta nasip oldu. Neyse ki restoranda bir Türk garson çalışıyordu da fazladan ekmek getirdi. Yoksa aç kalmıştık. Tabii biz gene de yemekleri çok beğendimizi söyledik. Garson, restoranın Michelin yıldızlı olduğunu hatırlatıp Kraliçe’nin de zaman zaman orada yemek yediğini söyleyince, ‘hangisi daha önemli diye sorduk, Michelin yıldızı mı, yoksa Kraliçe’nin orada yemek yemesi mi? Cevap ilginçti: ‘Kraliçe, Michelin yıldızından sonra gelmeye başladı’.