Hasan Ali Toptaş'tan 'Kuşlar Yasına Gider'
Hasan Ali Toptaş’ın yeni romanı “Kuşlar Yasına Gider”de, Abdallığın özünde olan ezilmişlerin yanında ve ona yardım eli uzatan ermiş ahlak, sadece müzikle değil, yaşamdaki haliyle yer alıyor ve romanda böyle bir kahraman anlatılıyor.
Asuman Kafaoğlu BükeBen nerede yaşıyormuşum da Seyit Çevik’in türkülerini hiç dinlememişim, kendimi çok ayıpladım. Hasan Ali Toptaş’ın yeni romanı “Kuşlar Yasına Gider” ile bütün hafta türküler dinleyerek geçirdim. Seyit Çevik’in teyze çocuğu olduğu Hacı Taşan’ı ve daha nicelerini, Kırşehir ve Ege türkülerinde dinledim. Anadolu’nun en güzel geleneklerinin başında gelen Abdallık, hayatını müziğe adamış yaşayan aşıkların sanatı ve ahlakını taşıyan onca isimle tanıştım.
Hasan Ali Toptaş’ın romanında, Abdallığın özünde olan ezilmişlerin yanında ve ona yardım eli uzatan ermiş ahlak, sadece müzikle değil, yaşamdaki haliyle yer alıyor; ve romanda böyle bir kahraman anlatılıyor: Aziz.
Aziz, anlatıcının babası. Karlı bir Ankara’ya, oğlunun yanına, bacağındaki protezi düzelttirmek ya da yenisiyle değiştirmek üzere geliyor Aziz. Uzun yol tır şoförlüğü yapan Aziz bir trafik kazasında bacağını kaybetmeden önce de, sonra da, yollara tutkun bir adam. Hareketli bedenine uyan bir protez bulamadığından ama en çok da dertlerini söylemekten, yakınmaktan hoşlanmadığı için, bu “ufak” (üzerinde çok durmak istemez gibidir) sağlık sorununu gidermek için gelir Ankara’ya. Protez için ölçümler, fizyoterapi seansları derken bir süre kalması gerekir oğlunun yanında, fakat sabırsız ruhu ve özellikle oğluna ve gelinine yük olmamak için tez canlı davranıp evine dönmek ister.
İNSAN SEVGİSİ
Aziz ilginç bir karakter. Bir seferinde evden, elden düşme bir minibüs almak için çıkıp, günlerce rüzgara vurulmuş yaprak gibi oradan oraya savrulur. Yollara düştükten günler sonra, hiçbir açıklama yapmadan eve döndüğünde anlıyoruz Aziz’in hep özlenen, beklenen baba olduğunu. “Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam, kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi ve gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü. Bu nedenle çocukluğumda annem, kardeşim ve ben hep yol gözlerdik.”
İşte bu romanı eşsiz kılan şey tam bu noktada görünüyor okura. Aziz, özgür ruhlu bir adam ama asıl ilginç olan, karısı ve çocukları bu özlemi dile getirdiklerinde, ne bir sitem ne de bir şikayet var. Çocuklar hasta olduğunda, karısı yalnız kaldığında, küçük oğlunu kendi başına toprağa verdiğinde, hep beklenmiş Aziz, hep özlenen olmuş, fakat onun özgür ruhuna saygı duyulmuş. Ona özgür alan bırakılmış. Şimdi yaşlı ve hasta günlerinde asla terk edişleri dile getirilmiyor. Aslında bu yol tutkusunun altında yatan kaçışı hissediyoruz ama asla siteme dönüşmüyor bu çevresinde. Bu da sevginin en yüce hali belki: sitemkar olmadan, beklentilerle boğmadan, talepkâr davranmadan sevmek.
Aziz’e ailesinin saygısı hastalığı sırasında da değişmiyor, onun isteklerini temel alıyorlar hep. Ameliyat olmak istemediğinde zorlamıyorlar, iradesine karşı gelmemek için çabalıyorlar. Dirençleri ancak sonlara doğru kırılmaya başlıyor, bunu da Aziz’in bir türlü kestirmediği erik ve asma dallarının kesilmesiyle simgeliyor Toptaş.
Yaşar Kemal’in romanlarında insanın özündeki en yüce ve en soylu duyguların anlatıldığını gördük hep. Hasan Ali Toptaş bu açıdan Yaşar Kemal’e benzetilebilir, onun kahramanları da insanın yüce duygularını gösteriyor bize: Mertlik, şefkat, gelişmiş bir acıma duygusu ve iyiliğe şükran duymak. Beni en çok etkileyen bu oluyor Toptaş’ın kahramanlarında. Yazarın kahramanlarına karşı sevgisini hissetmek ayrı bir tat veriyor.
KAPSÜL ÖYKÜ
Son zamanlarda okuduğum romanlarda özellikle kapsül öykü olarak adlandırılabilecek iç öykülere dikkat etmeye başladım. Yazarlar bazen romanın içine, romanın kurgusundan tamamen bağımsız okunabilecek öykü yerleştirirler; bu öykülerde romanın özüne dair anahtar bulduğumuzda bunu kapsül olarak algılayabiliriz.
Hasan Ali Toptaş da Kuşlar Yasına Gider’in içine böylesi bir kapsül öykü yerleştirmiş. Anlatıcı bir flashback anında, çocukluğunda yaşadığı bir anısını öyküleştiriyor romanın ortalarında bir yerde. Bu öyküde Aziz, yeğeni Necati’ye gelen bir mektubu ona ulaştırmak için çabalıyor. Gelen mektup Necati’nin deniz astsubay okulunu kazandığını bildiriyor ama okuma yazma bilmeyen anne-babası mektubun önemini geç kavradıkları için okul kaydına ancak bir gün kala Aziz durumu fark ediyor. Mektubu yeğenine vaktinde yetiştirmek için yanında oğluyla birlikte hurda minibüsüne atlayıp yola çıkıyor. Tek bildiği Necati’nin Çivril’de bir inşaatta çalıştığı. Elinde adres olmadığı için gece vakti gördükleri her inşaata seslenip Necati’yi arıyorlar, sonunda bulduklarında da yine onu otobüse yetiştirmek ve İstanbul’a yollamak gerektiği için hızla yola koyuluyorlar yine. Gecenin karanlığında başlarına gelen kaza bile durduramıyor onları. Necati’yi sağlam bir şekilde otobüse bindirip, cebine para koyup İstanbul’a gitmesini sağladıktan sonra, Aziz kaza yaptığı yere gidiyor.
“Zıpır Yokuşu’na tırmanmadan önce, içine daldığımız koyun sürüsünün bulunduğu yerde durduk tabii. Yere inerek birkaç defa var gücüyle, hey çobaaan, çobaaan, diye bağırdı babam. Yardım ister gibiydi sesi, yalvarır gibiydi ve hafifçe titriyordu. O böyle bağırınca, çok geçmeden elinde değnek, kara kuru, babam yaşlarında bir adam çıktı geldi karanlığın içinden.
Çoban sen misin, bir şeyin yok değil mi, diye sordu babam endişeyle.
Yok, dedi öteki.
On beş, yirmi dakika evvel kazayı yapan bendim, dedi babam; şükür sana bir şey olmamış.
Adam elindeki değneği yere dayamış, bakıyordu öylece.
Kaç koyun ezdik, dedi babam.
Dördü can verdi, dedi öteki; ikisi de yaralı, az ötede yatıyorlar, bacakları kırıldı.
Babam cüzdanını çıkarıp koyunların parasını verdi çobana.
Hakkını helal et, dedi verirken.
Çoban, elindeki değneği koltuğunun altına kıstırıp paraları saydı farların ışığında.
Hakkını helal et, dedi babam yeniden.
Helal olsun, dedi çoban; fakat sen parasını ödediğin o bacakları kırılan iki koyunu alıp götürebilirsin, eve varınca kesersiniz.
Yok, dedi babam; yaraları iyileşmeyecek kadar kötüyse onları sen kes, fakir fukaraya dağıt.”
Aziz için yollar sanki araç. İnsanlara yardım eli uzatmasını sağlayan bir araç. Herkesin eşyasını, acil mektubunu, hastasını, hayvanlarını, bir yerden diğerine taşıyor. Ankara’dan apar topar, kaçar gibi gitmek istemesinin nedeni de, kimsenin bir diğerine yardım etmediği, yolda kalan bir arabayı itmek için kimsenin durmadığı bu şehirde kendini yabancı hissetmesi. Romanın başında anlatılan bu ilgisizlik ile romanın sonlarındaki tüm komşuların ve ailenin bir araya gelip, tekerlekli sandalye için birlikte rampa yapıyor olması tam bir tezat taşıyor. Aziz’in görmek istediği insanlığın bu ikinci hali, bundan duygulandığını, can bulduğunu görüyoruz.
Bu bir yol romanı aynı zamanda ama Aziz’in değil, anlatıcının yolu. Her seferinde babasını merak ettiği için Ankara’dan yola çıkıp, Polatlı, Sivrihisar, Gömü, Afyon ve sonrasında Kızılcasöğüt’te Uşak yolundan ayrılıp güneye dönen ve kasabaya ulaşan rotayı defalarca gidip gelişi. Suat’ın Su – At’ının yolda onun peşine düşmesinin hikayesi.
Romanı okurken yazının başında dediğim gibi hep saz aşıklarını dinledim. Tam o günlerde bir saz aşığı geleneğinden gelirmiş gibi Bob Dylan’a ödül verilmesi de ayrıca hoş oldu. “Bu yol Pasin’e gider / Döner tersine gider / Şurda bir garip ölmüş de…”
Kuşlar Yasına Gider / Hasan Ali Toptaş / Everest Yayınları / 248 s.