‘Harcanan hep kadın bedeni’
Baskı altındaki kadınların hisleri üzerinden insanlığımızı anlatan filmler yapan, bu yüzden yaşadığı baskı ve tehditlere rağmen yılmayan yönetmen Deepa Mehta İstanbul’da.
Esin KüçüktepepınarMerak ettiklerinin peşine düşen, baskı altındaki kadınların hisleri üzerinden insanlığımızı anlatan filmler yapan, bu yüzden yaşadığı baskı ve tehditlere rağmen yılmayan şahane insan, yetenekli sinemacı Deepa Mehta İstanbul’da. Kanada’nın 150. yılı vesilesiyle ve THY sponsorluğuyla ünlü üçlemesi “Ateş”, “Toprak” ve “Su”nun da aralarında olduğu altı filmlik retrospektifi Başka Sinema, İstanbul Modern ve Kanada Ankara Büyükelçiliği işbirliğiyle karşımızda. Doğup büyüdüğü Hindistan ve yaşadığı Kanada arasında ayırım yapmıyor. Hintli üstat Satyajit Ray hayatını değiştirmiş. Yeni projesi “Mari ve Mahatma” ile Gandi’nin başka hayatlara verdiği ilhamı anlatacak. Fatih Akın’a hayran, Nuri Bilge Ceylan’a tapıyor, filmlerde duygusal bir bağ kuruyor.
- İlk gelişiniz değil mi İstanbul’a, nasıl buldunuz?
Geç oldu ama iyi ki gelebildim sonunda. Çok sevdim İstanbul’u, şahane, karmaşık ve eşsiz. Şu enerji inanılmaz, bir örneği daha yok. Demek ki şimdi gelmem gerekiyormuş, kısmet böyleymiş
- Kısmete inanır mısınız?
Ben sinik bir insanım. Yoga yapıyorum çünkü bana iyi geliyor ama gerisi benim adıma ikna edici değil. Felsefe okudum, insanların içindeki iyiliğe ve sevgiye inanıyorum ama gerisi tartışmalı. Benim için anahtar kelime ‘merak’.
- Babanız film dağıtımcısı ve sinema sahibiymiş, çocukluğunuz nasıldı, ‘Cinema Paradiso” gibi mi?
Aynen! Beş yaşından itibaren sürekli film izlediğimi, perdedeki dünyada olup bitenlerin beni büyülediğini, nasıl da ağlayıp güldüğümü hatırlıyorum. Çok şahane Hint filmleri izlediğimiz gibi Bollywood da izledik. Hollywood çok sonra geldi.
- Hangi noktada izleyici olmaktan çıkıp ‘ben yönetmen olmalıyım’ dediniz?
Anne babanızın mesleği size cazip gelmez, ben de ancak 20’li yaşlarımda benimsedim. Babamın mutluluğu her cuma günü aldığı gişe hasılatına bağlıydı, iyiyse evde bayram olurdu, yoksa asık suratlıydı. Ama hâlâ başkalarının filmlerine bir akademisyen veya sinemacı olarak değil izleyici olarak bakarım. Filmle duygusal bağ kurmak esastır.
- Kadının seçim özgürlüğüne dair “Ateş” ile tepki aldınız, baskılara direnmek ne kadar zordu?
Başlangıçta bir sorun yoktu, vizyonda iyi gidiyordu ve aniden provokatörlerin çıkışı bizi şaşırttı ama direndik. Ataerkil düzende, aynı evde yaşayan kocaman bir ailedeki kadınların sıkışıklığını anlatıyordum. Lezbiyen bir ilişki sadece bir parçasıydı öykünün. Kadının kendi bedeni üzerinde dahi bir hak iddia edememesini göstermek istemiştim. Kimseye tehlikeli gelecek bir şey yok. Kadını ezmek fikri ancak.
- Tehlikeli gelen, kadının özgür olabileceği düşüncesi değil mi?
Elbette süregiden savaşlara, mezhep çatışmalarına baktığımızda arada hep kadın bedeninin harcandığını görüyoruz. Aşırı köktendinci anlayışın kadını bu kadar baskıyla ezmesi insanlığa sığmıyor. Dinler daha iyi birer insan olmamız için var; inançlar diğerini sevmek, saygı duymak adına var olmalı. Gelgelelim politika işin içine girdiğinde sömürü ve baskı devreye giriyor.
- “Su”da, 1930’larda dul kalan çocuk yaşta bir kızın mecbur bırakıldığı muamele üzerinden ikiyüzlülüğü anlatıyor. 2000 yılında çekime başladığınızda setin köktendinciler tarafından basılması ve yakılması korkunçtu değil mi?
İnanılmazdı! Büyük olay çıktı ve yetkililer güvenlik adına seti kapattı. Hükümetimiz zaten köktendinci anlayışın sahibi olduğu için bizi koruyacağına filmi bitirdi. Aynı aşrı sağ hala iktidarda. Görünürde demokratik ve seküler bir ülkeyiz.
- İsyan etmişsinizdir. Dört yıl sonra nasıl başladınız?
Çok öfkeliydim dört yıl boyunca. Kızgınlığımın geçmesini bekledim ve bambaşka bir enerjiyle yola çıktım. Her işte bir hayır vardır. Daha iyi bir film yaptığımı düşünüyorum. Çocuk yaşta evlilikler yasalarla engellendi ama hâlâ pratikte ulaşılamayan durumlar, dul kadınların gönderildiği evler var maalesef.
- Ülkenizi Pakistan ve Hindistan olarak ayıran müthiş travmayı anlatan “Toprak”a tepki gelmemişti.
Emperyalizm dünyada büyük travmalar yarattı. İngilizler de işgal ettikleri her memleketi terk ederken bölerek tarumar ettiler. Bizi de Müslüman ve Hinduları zorla bölerek, yerlerimizden ederek gittiler, korkunç! Katliamlar ve bölünmelere baktığımızda kardeş kardeşi, komşu komşuyu neden katleter, birbirine düşman olur, inanılmaz! Emperyalizm dünyada hâlâ son hızıyla sürüyor.
‘Dincilerin çocukları harcamasına izin vermeyin’
- Türkiye’de de tartışmalara rağmen müftülerin nikâh kıyması yasallaştı.
Halbuki çocuklarımızı korumak zorundayız! Belediye memurları yetmiyor muydu! Kız çocuklarının aşırı dincilerin baskısıyla harcanmasına izin vermemeliyiz.