Haluk Levent ve postmodern iyilik...

Siyaset, sanat alanlarından veya sadece sosyal medyada ünlü olmuş rasgele birkaç kişi seçip bu isimleri iyi ve kötü olarak tanımlamanızı istesek oldukça tartışmalı bir oylama olurdu. Yine de büyük çoğunluğun “iyi” olduğunu kabul edeceği istisnai isimler çıkabilir. Haluk Levent bunlardan biri. Tam da Gönüllülük Günü olan 5 Aralık’a yaklaşmışken kendisinden bahsetmek gerek.

Deniz Ülkütekin

İyilik ve iyi olmak, herkes için çok basit görünen ama pek kimsenin olamadığı, kriterleri tartışılmaz görünen bir kavram. Oysa siyaset, sanat alanlarından veya sadece sosyal medyada ünlü olmuş rasgele birkaç kişi seçip bu isimleri iyi ve kötü olarak tanımlamanızı istesek oldukça tartışmalı bir oylama olurdu. Yine de büyük çoğunluğun “iyi” olduğunu kabul edeceği istisnai isimler çıkabilir. Haluk Levent bunlardan biri. Tam da Gönüllülük Günü olan 5 Aralık’a yaklaşırken kendisinden bahsetmek gerek. 

90’lı yıllarda, 70’lerin havasını yeniden estirerek tekrar çıkış yapmaya çalışan Anadolu Rock temsilcilerinden biri olarak ortaya çıkan Haluk Levent, patlayan, o kadar başarılı olamayan albümler, çek-senet usulsüzlüğü iddiaları, kısa süreli hapis hayatı, Guiness Rekoru denemesi ve magazin arşivlerinde rastlanan bir demeci, “artık ben de oyunu kuralına göre oynayacağım.” 2000’lerin başında Televole etiketiyle somutlaşan magazin dünyasında , belki geri planda kalmanın veya başka bir yoksunluğun üzerine söylenmiş, “kuralına göre oynama” sözü çok da sıra dışı değildi. Daha henüz o yıllarda “eskisi gibi değil” eleştirilerine hedef olan bir müzik ünlüsü olarak değişime ihtiyaç duyduğunu ve bu değişimin sırf sahneyi değil kendi kişiliğini de kapsayan köklü bir değişiklik olacağını ima etmiş olması ise oldukça sıra dışıydı. Ancak o söylediğinin aksine dönüşümünü rock dünyasındaki, fırlama, çapkın tiplemelerden birisi olarak tamamlamayacaktı. Bildiği yoldan gitmeye devam edecekti.

Başa dönersek, dünya üzerindeki semavi dinlerin birbiriyle ortaklaştığı kavramlardan biri olan “iyilik”, tarihsel süreçte kurumsal bir kimlik olarak karşımıza çıkıyor. Önceleri dini kurumlara haz olan, “ihtiyaç sahiplerine el uzatma” geleneği, zamanla aristokrasi sınıfı ile paylaşılan bir etkinliğe dönüştü. 17. ve 18. yüzyılda tabiri caizse, kilisenin, Avrupa sosyetesinin ve oligarşik krallıkların, saray eşrafınca üstlenilen “Tanrının elini garibanlara ulaştırma” misyonu, 20. yüzyılda yeni bir ortak daha kazandı. Ünlüler camiası!

Sosyal sorumluluk çalışmaları günümüzde toplumun gözü önünde olan hemen herkes için bir gereklilik. Tüm dünyada gündeme gelen popüler trend’ler üzerinden sosyal sorumluluk faaliyetleri yürütmek ya da en azından konu hakkında söz söylemek oldukça alışıldık bir durum. Yakın geçmişte mülteci konusunda sözlerini esirgemeyen ünlüler camiası, şimdilerde gündeme ge(tiri)len çevre konuları ile meşgul. İyiliğin kurumsal hali, uluslararası alanda kurumlar yoluyla politik bir anlam da kazanıyor. “İyiliğin karşısında kim durabilir!” Bu küresel argümanın karşısında kimse duramıyor. Geride kalan tüm ideolojileri yıkan bir ideoloji haline geldi, iyiler ve kötüler. Haluk Levent de birçoğumuz gibi bu ayrımın içinde yaşıyor. Amacım, henüz konser vermeye başladığı ilk yıllardan itibaren verdiği sayısız yardım konserinin samimiyet seviyesini sorgulamak değil. Öte yandan onun ve diğer göz önündeki karakterlerin toplumsal seviyede sağıltıcılık rolünü başarıyla üstlendiğinin de söylenmesi gerekiyor. Yardıma ihtiyacı olan birisine yardım etmek için yapılan bireysel eylem ile topluma yardımcı olmak için örgütlenen rafine cemiyetler arasında gözle göründüğünden çok daha fazla olan sınır ise sosyal medya aygıtının işlevsel konumunun “iyilik” amaçlarına hizmet etmesiyle yeterince bulanıklaşıyor.

SOSYAL MEDYADA İYİLİK

Ancak günün sonunda iyilere de kötülere de ihtiyacımız olması kaçınılması zor bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Sosyal medya da bu gerçekliğin en hızlı ve etkileşimli şekilde karşımıza çıktığı platform. Haluk Levent de kendi dönüşümünü büyük ölçüde bu platformda var etti. İyi bir amaç uğruna! “AHBAP” isimli oluşum ile sosyal medyada bir imece iletişim ağı oluşturan ve dara düşenlere yardım eli uzatan Haluk Levent’in samimiyetini sorgulamak bize düşmez. Hele Cem Yılmaz’ın gösterisinde söylediği gibi “büyük vurgun” tarzı bir yakıştırma yapmak haddimize bile değil. Öte yandan böylesi oluşumların topyekûn bir halkla ilişkiler makinesi olduğunu varsaysak bile gün sonunda yardım eli uzatılan birkaç kişinin derdine derman olunmuşsa kim ne diyebilir ki?

SOSYAL-PSİKOLOJİK ALTYAPI

Yine de iyilik ve kötülük arasındaki karşılıklı yansıtmanın sosyal-psikolojik altyapısı hakkında kafa yormak istersek söyleyeceğimiz birkaç söz olabilir. 2014’te hayata gözlerini yuman Afro-Amerikan yazar ve şair Maya Angelou’nun şu sözlerine bakalım: “Huzursuz tarihimiz boyunca, kötülüğün piramitvari kulelerini, çoğu zaman iyilik adına inşa ettik.” Helenistik mimarinin en önemli başarılarından birinin tapınak ve anıtsal yapıları, sağlamlığı yanında güzel bir biçimde yıkılarak çağlar sonrasına kalmayı başarabilecek şekilde inşa etmekten geçtiği söylenir. Ancak tüm o yıkıntılar içinde günümüze kadar anlamını koruyan çok azı kalmıştır. Tıpkı bugünden geleceğe ilelebet payidar kalacak anıtların ve değişmezlerin bir elin parmaklarından fazla olmayacağı gibi. Size sorsak, iyiliğin çağları aşan bir doğrulukla insanların ortak hafızasına aktarılacağını söylersiniz. Oysa bugün arkeoloji müzelerinde, zamanın ruhuna iyiliğin elçisi olarak işlenmiş kaç Tanrı ve Tanrıça heykelinin uzuvlarının bir kısmı kesilmiş heykelleri olduğunu görseniz şaşırırsınız. Ne yazık ki günümüze kadar ulaşamayan, mahalledeki fakir fukaranın veresiye defterini sessiz sedasız kapatan isimsiz kahramanlar bir yana, iyilik böyle bir şey işte...