Halkın onurlu ozanı
Halk ozanı Gani Cansever, sanat hayatının 50’nci yılını uzun seneler uzak kaldığı ülkesinde kutladı. Daha lise yıllarında hapse girip işkence gördüğünü söyleyen müzisyen, başından geçenleri ve yaşadıklarını sözünü sakınmadan anlattı.
ORHUN ATMIŞ Halk ozanı Gani Cansever, 2018 yılında sanat hayatının 50’nci yılını kutladı. Kutlama programları, yaşamını sürdürdüğü Almanya’dan doğduğu topraklar olan Diyarbakır’a, oradan Mersin’e, İzmir’e ve son olarak da İstanbul’a kadar uzandı. Kürtçe “arkadaş” anlamına gelen “Heval” adıyla da tanınan Cansever ile İstanbul’da bir araya geldik. Halk müziğinde büyük izler bırakmış ozandan ortaokul yıllarından itibaren elinden düşürmediği sazının, yaşadığı zorlukların ve yetiştirdiği öğrencilerden oluşan korosunun hikâyesini dinledik.
Gani Cansever, 1968 yılında Diyarbakır’da “giderlerini karşılayabilmek amacıyla” saz çalıp türkü söylemeye başladığını söylüyor. Son derece yoksul bir ailede yetiştiğini belirten Cansever, “Bir yandan şiir okuyorum, ozanları takip ediyorum. Kendim de Alevi kökenli olduğum için ailede de konuşuluyor. Ozanlar Alevi toplumunda çok yaygın olarak dinlenen, okunan, kulak verilen kesimlerdir. Bu macera böyle sürdü gitti” diye konuşuyor.
Hapiste işkence
Cansever, 1972 yılında daha henüz lise son sınıfta okurken hapse girip işkence görmüş. O olayı şöyle anlatıyor: “TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği), ‘Öğretmen kıyımına hayır’ diye Türkiye çapında eylemler yapıyordu. Solcu öğretmenler işlerinden atılıyordu, aynı şimdiki gibi. Ben de onların eylemlerinden birinde şarkı söylemiştim. Köroğlu’nun bir koçaklaması var, biz solcular şarkının sözlerini değiştirmiştik; ‘Hey hey işçiler, köylüler hey hey’ diye söylüyorduk. Öğretmenlerin arasından bir kişi, bu türkü Türkiye’yi yıkmaya yöneliktir diye rapor vermiş. Onun üzerine beni tutukladılar Diyarbakır’da, lise sondaydım. İşkence gördüm. Solcu olup da hapisanede işkence görmeyen yoktu o zamanlar.”
‘Solculara ölüm tehdidi’
Daha sonra 1974’te Gazi Eğitim Enstitüsü müzik bölümününü kazanmış Cansever. O yılların karmaşık politik ortamını ise hiç unutmadığını vurgulayarak, şöyle konuşuyor: “Milliyetçi Cephe diye bir şey kuruldu; Demirel, Türkeş falan bir araya gelmişlerdi. Hiç unutmam; Alparslan Türkeş denen adam, devletin radyosundan sık sık şu cümleyi kurabiliyordu: ‘Gençlerimiz, baba yadigârı silahlarla polisimize yardım edecek.’ Tamamen sol tandanslı insanlara ölüm tehdidi vardı. Ankara Bahçelievler’de Türkiye İşçi Partili 7 genç öldürüldü, hiç yoktan. Sırf, adam o çağrıyı yaptığı için...”
“Rezalet bir dönemdi” diye nitelediği o yıllarda sivil ve polislerin işbirliği halinde okulları işgal ettiğini söyleyen Cansever, “Ciddi bir biçimde ölümle tehdit edildim, silah dayandı. O gül gibi güzelim okulu ikinci sınıfta bırakıp Diyarbakır’a döndüm” şeklinde içindeki ukdesini dile getiriyor.
Gani Cansever’in Diyarbakır’a dönmesine 1973-77 yılları arasında Diyarbakır Belediye Başkanı olan Okay Kalfagil önayak olmuş. Önceden tanıdığı Kalfagil’in “Seni Ankara’da öldürecekler, orada durma” diyerek kendisini uyardığını söyleyen Heval, türküleri çok sevdiğini dile getirdiği başkan aracılığıyla bir yıl kadar Diyarbakır Belediyesi’nde çalışmış.
Almanya’ya davet...
Halk ozanı, daha sonra Almanya’daki dostlarından davet almış; “Özgürlük Yolu hareketinden oradaki festivallere katılmam için davet geldi, gittim. Arkasından da 1980 Darbesi oldu. Artık dönsem direkt hapse girecektim. Belki öldürülecek, zulüm görecektim. Orada festivaller gurbetin de verdiği etkiyle daha sık yapılıyor; konserlere, gecelere katılmaktan nefes alamıyordum.” Almanya’da yoğun geçen sanat hayatını ve kurduğu Bremen Dayanışma Korosu’unu ise “Türküler üzerinden bizim güzel kültürümüzü insanlar unutmasın, katkı sağlayayım diye düşündüm. Bizim insanlarımızın istikrarı zayıftır. Sevgiyle, bazen evlerine gidip alıyordum insanları, yirmi yıl dayandılar, 2000 yılına kadar. O koro dağılınca aynı yıl yenisini kurdum. İkincisinin adı da Bremen Dostluk Korosu... Bugün de çalışmalarına devam ediyor. Ben Avrupalılara çok özenmiştim; 500 yıl devam eden dernekleri var, nesilden nesile, aynı binada” şeklinde tanımlıyor.
Bu noktada “Dostluk Korosu” ismini ve Ruhi Su bağlantısını sorduk. Şöyle anlatıyor Cansever: “Ben daha Diyarbakır’dayken, lise dönemlerimden itibaren Ruhi Su’yu tanıyordum, dinliyordum, onunla ilgili ne yazılıyorsa arşivliyordum, onun çizgisini biliyordum. Opera eğitimi almış bir insanın türkülere kattığı boyutu o yaşımda fark etmiştim. Bunun üzerine düşünüyordum. Bremen Dostluk Korosu’nun ismi de Ruhi Su Dostlar Korosu’ndan geliyor. Koroyla birlikte Ruhi Su, Nâzım Hikmet, Anadolu ozanları hatta Alman ozanları anmak için geceler düzenliyoruz.”
‘Ataol benim candan dostum’
Ataol Behramoğlu’nun “Yunus Gibi” şiirini besteleyen Gani Cansever, şairle dostluğunu şöyle anlatıyor: “Ataol Behramoğlu, benim çok önem verdiğim, candan dostumdur. Arkadaşlığımız nereden baksan 30-35 yıla dayanıyor. Ataol da Kenan Evren faşizmi yüzünden yurtdışına çıkmak zorunda kalmıştı. Ben de o sırada zaten yurtdışındaydım, orada buluştuk, görüştük. Almanya ve çevresindeki bütün ülkelerde çok güzel çalışmalar yaptık. Başlığı da Ataol koymuştu: ‘Şiir ile Türkü Akşamları...’ İki şair, iki müzisyendik; Ataol Behramoğlu, Yaşar Miraç, Hüseyin Kiraz ve ben... Çok keyifli oluyordu. Bir sürü insan bizim katkımızla şiire yaklaştı, türkülere farklı bakmaya başladı. O yüzden Ataol’la benim dostluğum hep baki kalacaktır, buna inanıyorum. Ayrıca Ataol ile birlikte Ferudun Akoğlu ve Servet Demir’in sanatta 50. yılımın İstanbul ayağına büyük katkıları oldu. Daha önce Mersin, Diyarbakır ve İzmir’de etkinlikler yapmıştık. Çok güzel etkinlikler oldu.”
|
‘Biat etmek onursuzluktur’
Gani Cansever, büyük sıkıntılar yaşadığı gençlik dönemleriyle günümüzün karşılaştırmasını da yapıyor. Cansever, “Milliyetçi Cephe iktidarlarıyla bu dönem arasında çok fark yok. Bunlarınki daha tutucu, daha bağnaz, daha geri, ilkel ve din konusunu akıl almaz bir şekilde dejenere eden bir bakış açısına sahip...
Sanatın kendisi muhalif bir etkinliktir. Sanatçı ise o muhalif etkinliği boyutlandıran, genişletip sunan insandır. Dolayısıyla sanatçının kendisi de muhaliftir. Her sanatçının politik görüşü vardır. Kendi düşüncesindeki insanlar iktidar olsa ona da muhaliftir, eğer gerçek sanatçıysa. Ona da muhalefet yapması lazım. Sanat sınırsızdır. Sanatçı, ömrünün sonuna kadar her şeyin daha güzel olması, daha iyi, daha insancıl olması için muhalefet döngüsü içindedir ve olmalıdır. Benim sanata bakış açım böyle.
En kötü şey, hayatın neresinde olsun biat etmektir. Biat etmek onursuz bir şeydir. Tamam birbirimizi sevelim, saygı duyalım, gereken değeri verelim, ama birbirimize teslim olmayalım, çünkü iki ayrı insanız, kendi ayaklarımız üzerinde durmalıyız” diye konuşuyor.