Hafıza, doğa ve coğrafya...
Aldığı ödüllerle dikkat çeken ‘Meteorlar’ filminin yönetmeni Gürcan Keltek ile filme dair konuştuk. Keltek “Bizi çevreleyen coğrafya ve tarih, oradaki geleceğimizi etkiliyor” diyor.
Emrah KolukısaGürcan Keltek yıllardır sinemanın içinde olan ama enerjisini ve birikimini hep farklı alanlara kanalize eden biriydi. Reklam çekti, klip yönetti, önemli isimlerle ikinci yönetmen olarak çalıştı, kısa filmlere imza attı... Bu süre içinde kafasında hep fikirler, senaryolar, projeler dolandı; bunlar zamanla olgunlaştı ve yavaşça netleşti... Orta metrajlı ilk filmi “Koloni” Kıbrıs’ta yaşanan trajedinin izlerini süren, benzerlerine sinemamızda az rastlanan bir belgeseldi. Ardından “Meteorlar” geldi. Bu kez Güneydoğu’ya çevirmişti odağını Keltek ve doğanın mistik bir eylemle insanoğluna işaret ettiklerini gösteriyordu. Locarno Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan ve oradan toplam üç ödül alan filmle ilgili Gürcan Keltek ile bir söyleşi yaptık.
- “Meteorlar”ın yapım süreciyle başlayalım. Bu filmi yapma fikri nasıl gelişti ve toplam ne kadarlık bir sürede bitti?
2015 yazında insanların anonim hesaplardan, aplikasyonlardan yaptıkları internet yayınlarını izlemeye başladım. O yıl çok fazla şey olup bitiyordu ve internet yayını çok sık kullanılmaya başlandı. Haber kaynaklarına olan güven kaybedilmişti ve herkes birbirinin haber kaynağı olmuştu. Bu korsan yayınların çoğu gece başlıyor, bir saatlik tek bir çekimden oluşuyordu, düşük kalitede videolardı. Filmin fikri de buradan çıktı: Birinin çantasında ya da bilgisayarında bulunmuş kayıp kasetler. Birbirinden bağımsız anların ve olayların içinden geçen ama kendi epizodik dili içinde art arda dizilmiş video parçacıkları. Düşük kalite videolardan oluşan bir nevi günlük. Kurgucu arkadaşım Fazilet Onat’la yaptığımız montaj iki yıl sürdü. Elimizdeki malzemeye de birinin özel günlükleriymiş gibi bir mahremiyetle yaklaştık. Bu kurguda uygulayacağımız birçok kuralı ortadan kaldırdı, bizi özgürleştirdi.
Hem belgesel hem kurmaca
- Oyuncu Ebru Ojen’in rol aldığı bazı sahneler var filmde. Bu da akıllara filmin belgesel olup olmadığı sorusunu getiriyor. Nasıl tanımlamalıyız filmi, belgesel mi, kurmaca mı, yoksa ikisinin iç içe geçtiği bir tür mü?
Her iki türün iç içe geçtiği bir film evet. Şimdi bakınca sanırım öyle ama yapım aşamasında bu konu üstüne çok düşünmedim. Belgesel sinema siz onun tanımını yapmaya çalıştıkça genişliyor. Bu benim için de bir deneme ve öğrenme süreci. Sinemayı türler üzerinden sınıflandırmamaya gayret ediyorum. Gerçeği gösterirken de kamerayı koyacağım yere bir kurmaca mizansen duygusuyla yaklaşıyorum. O nedenle oyuncu arkadaşım Ebru Ojen’in yer aldığı sahneleri montaj sırasında çektim, bütün diyalogları da birlikte yazdık. Ebru’nun şahane ilk romanı ‘Aşı’dan da cut-up’lar kullandık. Bütün bu süreçler çalışma yöntemi olarak kurmacaya en çok yaklaştığımız zamanlardı.
- Buluntu görüntülerle kendi yaptığınız çekimlerinizi nasıl harmanladınız?
Nemrut ve dağları yıllar önce çekmiştim. Av sekansının bir kısmını da. Buluntu resimleri pek çok kaynaktan kullandık. Özellikle bağımsız habercilerin malzemeleri ve yabancı haber ajansları. Meteorların sadece ülkemizden değil sınır dışından da çekilmiş resimleri ve güvenlik kamerası görüntüleri de vardı. Bazı resimler tamamen anonimdi. Bütün bunlar kurgu aşamasında malzememiz oldu. Sonra tekrar çekime döndük Ebru Ojen’le, bölgede ve kendisiyle daha sonradan yaptığımız çekimler oldu. Buluntu materyaller ile kendi çektiğim malzemelerimizi bir düşük kalite video estetiğinde bir araya getirdik.
- Film Güneydoğu bölgesini anlatıyor ama politik bir tarafgirlik yok filmde. Bu bilinçli bir tercih olmalı değil mi?
Evet ve hayır. Evet; çünkü yapmak istediğiniz herhangi bir film siyasete dokunsun ya da dokunmasın bu kararın doğasıyla ilintili olarak politiktir. Aynı zamanda da hayır; çünkü film bizim kollektif hafızamızla, doğayla ve yaşadığımız coğrafya ile olan ilişkimizle ilgili. ‘Meteorlar’a başlamadan hemen önce Guy Debord’un 50’lerde psikocoğrafya üzerine yazdıklarını okuyordum, Situasyonist’lerin tekstlerinde de bu var, bizi çevreleyen coğrafyanın ve tarihinin davranışlarımızı, o coğrafyadaki geleceğimizi nasıl etkilediği. Bugün yaşanan çatışmanın ve güncel politikaların işlerliğini kaybetmesinin kökenlerinde de bu var, ben böyle düşünüyorum. Film bütün bu elementleri bir seri kozmik ve doğa olayıyla ilişkilendiriyor. Güneydoğu birçok başka filmin konusu olabilecek, olmaya da devam edecek bir yer. Tek bir filmin her şeyi ve bütün ruhunu kapsaması olanaksız. Ben kendimi yeterli gördüğüm bir alanın içinde bir film yaptım, güncel politikalar üzerine büyük sözler söylememeye de gayret ettim. Bir önceki filmim ‘Koloni’yi de Kıbrıs’ta tampon bölgede çekmiştik, benzer bir aidiyet dengesini orada da kurmaya çalışmıştık.
- İlk filminiz “Koloni” de yine belgesel bir yapımdı. Kurmaca bir film çekmek de var mı aklınızda?
Var. Birkaç senedir hem senaryo hem de finans anlamında geliştirmeye çalıştığım bir film var, adı ‘Horde’.
En büyük mutluluk izleyiciye ulaşmak
- Locarno’da çok beğenildiğini biliyoruz filmin. İki de ödül aldı, -hatta sonradan gelen Cinelab ödülüyle üç ödül- bunu bekliyor muydunuz?
Filmi bir kesim insanın seveceğini biliyorduk ama hayır, tahmin etmiyorduk. İzlenmesi zor, monokrom, grenli ve siyah beyaz olmasından dolayı belli bir mesafe ile karşılaşacağını düşünüyorduk. Locarno Festivali’nin karakteri ve seçkisinin bunda payı var elbette, böyle filmlere kucak açan bir yer. Bütün bunlar görece şeyler tabii. Önemli olan şey filmi seyirciyle buluşturduk, benim için en büyük mutluluk bu.