Hadi gel buluşalım Zeki eski köprünün altında

Zeki (Ateş), vefatının ikinci yılında, şanına yakışır bir geceyle anıldı. Tabiiki kült mekanı Kemancı'nın kardeşi Roxy'de. Hayattayken şahane insanlar biriktirmiş, orası kesin. Gittikten sonra onları bir araya getirmek de yine ona nasip oldu.

Ebru Çapa

13 Nisan akşamı, Sıraselviler’de Roxy’ye doğru yürürken, uzuuun zamandır görmediğim bir manzarayla karşılaşıp afallıyorum. Ara sokaktaki Roxy’nin kapısından caddeye uzanmış, oradan kıvrılıp, hani iki sıksa Taksim’e ulaşacak bir kuyruk, hakikaten en son ne zaman görmüştüm?

Sokağa girince hayretim katlanıyor. Roxy’nin önü, öyle böyle değil. Gençliğimi gömdüğüm Beyoğlu’nun gece hayatından tanıdığım dostlar, ahbaplık ettiğim tanışlar, nice geceler muhabbet koyup kimilerinin ne iş yaptığını, hatta bazılarının ismini bile bilmediğim, pek çoğunu bin yıldır görmediğim kim varsa, yüzünde güller açmış, gruplar hâlinde muhabbet ediyor. 

İçeride sigara içilmiyor malum; hem saat de daha 20:00, millet henüz içeri girmemiştir düşüncesiyle kapıdan ayağımı atar atmaz, ezberim iyiden iyiye dağılıyor. E zaten içerisi de duvardan duvara, silme dolu!

Girer girmez vestiyerin orada Roxy’nin sahiplerinden Cem’le (Selcen) karşılaşıyoruz. Hukukumuz eskidir; Roxy’nin henüz açılmadığı yıllara uzanan bir arkadaşlığımız, 93’te, dükkanın açılma safhasında, al sen de bir ucundan işe yara diye elime tutuşturdukları fırçayla mekanın duvarlarına badana darbesi vurmuşluğum var. 20 yılı aşkındır, böylesi kalabalık hâlini az gördüm, öyle söyleyeyim.

“Sorma” diyor, “Ne beklediğimizi üç aşağı beş yukarı tahmin ediyoruz sanıyorduk, en ufak bir fikrimiz yokmuş meğer."

İki yıl önce, 12 Nisan’ı, 13’üne bağlayan gece, son albümünün lansman konserindeyken Kemancı Zeki’nin (Ateş) vefat haberini alıp, içinden dağılan Aylin Aslım’ın, bundan bir ay önce, Zeki Abisinin ardında bıraktığı eşi Enise ve oğlu Ata Ateş’e maddi destek sağlamak amacıyla bir konser düzenlenmesi fikri aklına düştüğünde, tıpkı aradığı müzisyen arkadaşları gibi, ikiletmeden, seve seve, büyük bir mutlulukla dükkanı açmaya karar verdiklerini söylüyor Cem.

Beyoğlu’nun, itin kopuğun cirit attığı, eğlence hayatı hesabına pavyondan başka mekanın bulunmadığı zamanlarından, gece ve kültür hayatının ana arteri hâline geldiği dönüşüm dönemine katkısı devasa, kardeş dükkanlar neticede.

Kemancı’nın tarihi elbette daha eski. 92’de, eski Galata Köprüsü yanmasaydı (Pek çoklarının inandığı üzre, cayır cayır yakılmasaydı),  1986 yılında, rocker gençlerin ellerinde Led Zeppelin kasediyle gelip, “Abi şunu çalsana” diye diye belletmeleriyle, izbe bir kahvehaneden fıçıların üzerine yerleştirilmiş tepsilerde bira servis eden “tuhaf” bir yere dönüşen eski Kemancı, altı yıl boyunca balıkçısından üniversitelisine, şairinden ressamına, muhabbetten öte ortak noktaları olmayabilen, o güzel köprüaltı çocuklarının sığınağı olarak kalır, Beyoğlu’na hiç taşınmazdı belki.

Köprü yanınca, hemen her duyanın manyakça bulduğu bir kafaya uyup, Sıraselviler’de bir apartmanın girişindeki pavyonun biri, rock bara dönüştürüldü.

Bugün, piyasanın “olmuş” ne kadar ismi varsa, çıraklık dönemini orda yaşadı, orda serpilip isim oldu, yıldız oldu.

Teoman’ı henüz Indians, Şebnem Ferah ve Özlem Tekin’i Volvox üyeleriyken dinlediğimiz, parlamalarını sağlayan kendi şarkılarını ilk kez, rock cover’ları arasında çaldıklarında duyduğumuz bir tarihten söz ediyoruz.

Müzikten yana, muhabbetten yana, tadından yenmez zamanlardan...

Dün gibi hatrımda, Kemancı'ya dadanmaya başlayalı epey olmuş, o gece birlikte olduğumuz bir arkadaşımız, dinleyicilerin arasından sahneye laf atıp şakalaşan, incecik, dal gibi adamı gösterip, “Bu abi galiba burada yaşıyor, daha gelip de görmediğim tek sefer yok” demişti. “Oğlum, o Zeki zaten, buranın sahibi” dediğimizde niyeyse, çok şaşırmıştı: “E en çok o eğleniyor?”

13 Nisan gecesinin kalabalığı, o zamanların şahitleriyle dolu. Yad edilen şeyler çok ve ortak. İsa’nın Son Yemeği tablosunun rock müzisyenlerinden mürekkep resmedildiği o tablo... (İsa, Jimmy Hendrix elbet.) Barın üzerindeki “Drugs don’t work. Ziggy Stardust is dead” yazısı…. Ya da kokusu mesela: Duvarlara sinmiş müzisyen teri kokusu, bira kokusu, hatta koridor boyunca rayihası burnunun direğini kıran tuvaletlerin kokusu. Aylin Aslım, sahnenin de ceset koktuğunu söylüyor gülerek: “Yatır var burda kesin diyordum ben.”

Herkesin kullandığı tabiri kullanıyor o da. “Evimiz gibiydi” diyor: “Hakkını ödeyemem Zeki Abinin. Bir gece bile paramızı almadan çıktığımız olmadı oradan. Az verirdi ama her zaman verirdi, mutlaka verirdi.”

 

 

Onar dakika herkes sahnedeydi

 

Zeytin’in performansı sırasında Kurban’ın eski gitaristi Umut Gökçen’in eşlik ettiğini, Murat İlkan ve Ogün Sanlısoy’un uzun aradan sonra ilk kez Pentagram’la birlikte sahne aldığını, hatta, Cins, Cherokee, Corn Flakes gibi grupların 10 yılı aşkın zamandır ilk kez performans sergilediğini, Gür Akad’ın Whisky ile birlikte çaldığını, hani “reunion” gecesiyse, tekrar bir araya gelme hâlinin böylesine hakkının verildiğini de ekleyelim.

DJ kabinindeki Üst Kemancı’nın emektar DJ’i Serdar ve Punk Levent, nam-ı diğer Nikki, sahne performansı aralarında, Welcome to the Jungle’dan, Final Countdown’a, eskileri döndürüyorlar. Sahneye çıkanlarda, bıraksanız, bütün gece döktürür gibi bir eda var ama sırada bekleyen gani, herkes iki parça icra edip, yerini peşi sıra gelen arkadaşına bırakıp, muhabbetin arasına karışıyor.

Serdar Öztop, sahne aldığı sırada, geceyi “Kemancı’nın pilav gününe hoşgeldiniz” diyerek özetliyor.

Seyyal Taner; “Canım Zeki, hayattayken de bizi bir araya getirdi, gittikten sonra da bizi bir araya getirmeyi başardı. Hepimiz onun sevgisiyle buradayız” diyerek, göğe doğru sevgi dolu bir öpücük gönderiyor.

Koray Candemir, Kargo’yu üne kavuşturan Yüzleşme’yi söylerken, seyircinin “A hey hey hey!” bölümüne ilk etapta eşlik etmeyişi karşısında, “Ne o ya, arada jenerasyon mu değişti yoksa?” diye sorarak gülüyor. “Bana sahne için ilk makyaj yapan adamdır” diyerek, dalgacı bir özlemle anıyor Zeki Ateş’i. O sırada dibimde duran Aylin Aslım, “O yine iyiymiş, biz tuvalette tek ayak üstünde kendi kendimize makyaj yapardık” deyip bir kahkaha patlatıyor bunu duyunca.

Tekilasını kafaya dikip ara ara sahneye çıkan İzzet Öz, gecenin mana ve öneminden dem vururken, “Bir daha böylesi görülür mü bilinmez” diyor.

Üç haftalık hazırlıkla, muazzam bir başarı bu. Aylin Aslım, zaman kısıtlı olunca, Deniz Kızı gibi kimi gruplara ulaşamadığını, Acil Servis gibi kimi grupların sağlık sebebiyle katılamadığını söylüyor: “Az zamanda bu kadarı geldi elimizden, inşallah kırılan gücenen olmaz.”

BİR DAHA BÖYLESİ GÖRÜLÜR MÜ? 

Ogün Sanlısoy gibi kimi sanatçıların sahnedeyken dile getirdiği bir temenni bu: “Bunu daha sık yapmalıyız.” Bu konuda görüşler muhtelif. Tadında kalsa, boku çıkmasa güzel olur diyenler, illa birilerini kaybettikten sonra akılların başa gelmesine hayıflananlar var.

Gecenin sonunda, saat 03:00 civarı, sahneye çıkıp mikrofonu eline alan Enise Ateş, kalabalığın gözlerini dolduran bir konuşma yapıyor. Roxy ve Aylin Aslım’a teşekkür ederek başladığı sözlerini, oğlu Ata ile düşünüp taşındıklarını, neticede hayatlarını idame ettirdiklerini, Zeki’nin de böyle isteyeceğini bildikleri için gecenin gelirini kanserli çocuklara bağışlamaya karar verdiklerini söyleyerek bağlıyor.

 

20 YIL ÖNCENİN ŞAHİTLERİ 

 

Kalabalığa bakıyorum. Genç bir kalabalıkla birlikte kaynaşmış, salınan, 20 küsur yıl öncenin yakın şahitlerine…

Kimisi göbek salmış, pek çoğu zamanında beline uzanan saçlarını kestirmiş, bazıları tümden dökmüş adamlar, gözünün kenarında gülücüklü ömrünün kırışıklıklarını liyakat madalyası gibi taşıyan, nicesi yarın erkenden kalkıp çocuğunu okula yollayacak kadınlar… Tıpkı bıraktığın gibi Slayer tişörtüyle, dövmeleriyle, zincirleriyle orada olanlar da var elbet… Benim de boyam gelmiş, pantolonum dar geliyor, ne gam… Herkes zıpkın gibi görünüyor gözüme. Zaman muttasıl akıyor tabii; ruhlara bir şey olmasın.

Kılığına kıyafetine, saçına başına, dövmelerine piercing’lerine bakıp da “Amanın Satanist!” dehşetiyle, öcü görmüş triplerine girenlerin niyeyse, bir türlü idrak edemediği bir gerçekliktir: Şahsen o manzarada yer almış, kalbi kötü, tek bir insan tanımadım ben. Düşünüyorum, belleğimi zorluyorum; vallahi yok.

Bu aralar siyaseten sık dillenen bir mevzu ya hani: “Eyvah! 90’lar mı hortluyor ne? ”90’lar hortlayacaksa, bu şekilde hortlasın be.

Zeki Ateş, gittiği yerden kendisini yad eden o güzelim kalabalığı görmüştür inşallah; çok içimden dilerim. Anısı, o gecenin geliriyle deva görecek çocuklarla da yaşasın, ruhu şad olsun. Bir dostun o gece dediği gibi: “Hayır, ağlamıyorum, gözüme bir şey kaçtı.”  

 

 

KÖPRÜ ALTININ  GÜZEL  ÇOCUĞU

Zeki Ateş, Genel Koordinatörlüğünü Coşkun Aral’ın üstlendiği belgesel Köprüaltı Sokağı: Kemancı’da; “Şu anda yaşayan bir köprü altı çocuğuyum ve bununla hep övündüm, hiçbir zaman da gocunmadım” diyordu: “Burada geçen beş-altı senem, inanılmazdı, herhalde iki-üç üniversite okusaydım, bu altı sene içinde köprüde öğrendiklerimi, bu köprüde yaşadıklarımı, köprüde tanıştığım insanları, hayatımın bir döneminde görmek gibi bir şansım olmazdı. Zaten köprü yandıktan sonra o insanların bir eşine daha denk gelmedim.”

 

Gecede, sahne alanları sırasıyla saymak, o kalabalığın nasıl bir hevesle orada bulunduğunu açıklamaya yeterli gelecektir. 

Volkan Başaran, Cins, Tibet Ağırtan, Barlas Erinç, Seyyal Taner, Serdar Öztop, Demir Demirkan, Koray Candemir, Aslı Gökyokuş ve Mary Jane, Mor ve Ötesi, Aylin Aslım ve Zeytin, Corn Flakes, Batu Mutlugil, Whisky, Indians, Teoman, Josephine, Şebnem Ferah, Cherokee, Pentagram, Ogün Sanlısoy…

 

Aylin Aslım

“Evimiz gibiydi. Hakkını ödeyemem Zeki Abinin. Bir gece bile paramızı almadan çıktığımız olmadı ordan. Az verirdi ama her zaman verirdi, mutlaka verirdi.”