‘Hadi, bir kez daha barış diye haykıralım’
Kıbrıslı Rumlar ve Türkler, önceki akşam “kimsesiz bir arazi”de, Zülfü Livaneli ve Maria Faranduri konserinde buluştular. Livaneli, “yaman bir çelişki”den söz ediyordu; “Biz yıllardır ‘Kıbrıs’a barış gelsin’ derken, kendi ülkemizde gencecik çocuklar toprağa düşüyor. Hadi, hep birlikte buradan dünyaya bir kez daha ‘barış’ diye haykıralım..”
Nebil ÖzgentürkGörülmeye değer, muhteşem bir tabloydu...
Kıbrıs’ta, “Güney”i ve “Kuzey”i ayıran “ara bölge”de ilk kez bir konser veriliyordu“ ‘74 Barış Harekâtı”ndan bu yana!... Konserden öte, birlikte yaşama provasıydı sanki... Yıllar boyu birbirini boğazlamış, birbirini kesmiş ve dünyaya “Kıbrıs meselesi” sunmaktan yorgun düşmüş Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, siyasetten ve müzakerelerden öte muhteşem bir gerekçeyle, “barış” için yan yana geliyordu.. Hem de romantik manada değil, dokunarak, hissederek, yanyana durarak ve yoğun biçimde birarada yaşamayı arzulayarak....
Binlerce barışsever, binlerce müziksever, binlerce şiirsever ve tabii ki binlerce Zülfü Livaneli-Maria Faranduri hayranı “Barış ve Yeniden Birleşme” diye haykırıyordu o gece...
18 Eylül 2015 akşamı, benim kişisel tarihimin artık çook çook önemli tanıklıklarından birini yaşadığım bir akşam olarak gelip geçecek.. Abartmıyorum inanın, 70’lerde, Kıbrıs’tan gazete manşetlerine akan kanlı kuyulu fotoğrafları bir okur olarak irkilerek hatırlayan ben, bitmez tükenmez “müzakere haberleri”ni ya da “hakaret dalaşı”nı şaşkınlıkla takip eden ben, 80’lerde ve 90’larda bir gazeteci olarak da Atina’dan, Lefkoşa’ya, Girne’den Pile’ye dostluk yazılarını umutla yazmaya çalışan ben, ilk kez bu “mesele”de vahayı görüyordum çünkü...
Daha önce benzerine rastlamadığım için önemsiyorum!... Ve bu gecenin milyonlar tarafından görülmesini, duyulmasını çoook isterim... Hele ki bugünlerde canı çoook sıkılan, umudu törpülenen, yüreği dağlanan, alevin ve acının içinden geçen Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının... BİZ’im!
Hüznün sınırında
KKTC’yi ve Güney’i ayıran bir bölge vardır Lefkoşa’de.. Savaştan önce, Ledra Palas adıyla bilinen bir otel, üç beş müstakil bina ve Çetinkaya Futbol Sahası’nın olduğu, ancak savaş sonrasında BM Barış Gücü elemanlarının kontrolünde kalan bir ara bölge! Kimsesiz, yapayalnız, tek bir âdemoğlunun ailecek yaşamadığı, öksüz ve yetim sınır bölgesi... Güya tarafsız bölge!..
Aylar önceydi; sevgili dostum, can ağabeyim Zülfü Livaneli’den,işte bu “ara bölge”de Faranduri’yle ortak bir konser vereceğini işitince kendi kendime talip oldum gitmeye! “Geliyorum, ara bölgeden bildirmek istiyorum” dedim...
Dedim ya ilk kez olacaktı böylesi konser, böylesi barış şenliği... Ki dostluk ve barış konserlerinin en çok yakıştığı, arandığı ve bin yıldır adeta bir barış elçisi gibi Yunanistan, Kıbrıs ve Türkiye’de düşüncelerini ve bestelerini sahnelerde sunan (kendisi de UNESCO iyi niyet elçisidir) Livaneli için de heyecan vericiydi.. Her iki toplumdan sendikacılar (siyasetçiler değil) birleşip “Barış ve Yeniden Birleşme İçin İki Toplumlu Büyük Konser” adını verdikleri bu geceyi düşünmüştü... Ve tabii ki önce Zülfü Livaneli’ye, ardından Maria Faranduri’ye başvurmuşlar, “olur”u alınca da son hızla hazırlıklara girişmişlerdi... Kardeşçe, coşkuyla barış içinde sürmüştü komite toplantıları.. Ne bir eksik ne bir fazla... Rumca da konuşulacaktı, Türkçe de, Yunan şairi Riutsos’un dizeleri de sunulacaktı, Nazım’dan dizeler de... Türk sendika lideri de açacaktı konuşmayı, Rum sendika lideri de... Zülfü Livaneli de olacaktı Türkiye’den Maria Faranduri de gelecekti Yunanistan’dan. Rum müzisyenler de Türk müzisyenler de enstrümanların arasında maharetlerini gösterecekti... Hatta KKTC’li tiyatrocu da olacaktı sunumda, Güney’den sunucu da.. Her şey eşitlik temelindeydi yani.. Hayal edilen ülke gibi!!!
Ve Türkiye’nin toz dumanı, şehidi, kanı, canı, acısı arasında 18 Eylül Lefkoşa akşamına gelindi.. “Barış Şenliği”nin başlamasına çeyrek kala uçaktan indim ve ayağımın tozuyla “ara bölge”ye vardım ben de... Kuzey’den öbek öbek çoluk çocuk KKTC gümrüğünden geçip metruk harabe yapıların arasından yürüyerek sahaya varıyordu; ben de aralarından... Aaa bir de ne göreyim.. 100 metre mesafe ötede Kıbrıs Rum gümrüğü ve Güney’den de öbek öbek çoluk çocuk sahaya geliyor.. Coşkuyla, neşeyle heyecanla..
Ve bir saat sonra.. 20.30 yani... Beş bini aşkın bir kalabalık birikmiş durumda Çetinkaya futbol sahasında..
40 yıl önce top koşturulan, uçurtma uçurulan, Rumca ve Türkçenin harman olduğu ve sonra, (74 itibarıyla) 40 yıl boyunca her şeyin kesintiye uğradığı, sadece in ve cinin top oynadığı(!) Çetinkaya futbol sahasında Kıbrıslı Türkler ve Rumlar iç içe... Kuşaktan kuşağa yaştan hem de... Güle oynaya..
Bir zamanlar birbirine yan gözle bakan, boğazlayan da var; onların çocukları torunları da... Ve tabii ki her iki toplumdan gençlik örgütleri de.. Konuşma yapmayıp salt konser izleyen siyasetçi de.. Devlet Başkanı Mustafa Akıncı da Rum milletvekilleri de..
(Bu arada konserden üç beş saat önce KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve Zülfü Livaneli biraraya geliyor... Livaneli o görüşmede bir temennisini iletiyor.. “Bak Başkan,” diyor... (“Cumhurbaşkanları gelir geçer ama bu sorunu çözen tarihe geçer..”)
Neyse, başladı şenlik... Rum ve Türk tiyatrocuların açılış sunumlarıyla.. Rum ve Türk sendikacıların “barış dileyen” konuşmalarıyla.. Güney’den bir solistle, Kuzey’den adı umut olan bir genç kadın yorumcuyla.. Yunan ve Türk dilinde şiirlerle.. Veeeee..
Türk ve Rum müzisyenler yerini alır.. Livaneli- Faranduri gelir.. Muhteşem bir coşku..
Zülfü Livaneli’nin bestesi, Yaşar Kemal’in sözleri, Livaneli-Faranduri düetiyle başlar şarkılar.. .. “Merhaba”yla yani.. Dünyanın ucunda efil efil bir gül açılır sahiden.. Ardından “Güneş topla benim için..” diye devam eder..
Sonra bin yıllık dost, Teodorokis’in samimi ve içten barış dileği mesajı okunur, ardından bestesi gelir, Faranduri söyler bir başına... “Çoğalacağız...”
Sahiden o “kimsesiz” ara bölgede çoğalınmıştır..
Faranduri, Teodorokis’in insanı ve barışı anlatan bestelerini söylemeye devam ederken... Türkler de Rumlar da coşar.. Yeniden Livaneli’nin bin yıla kalacak besteleri başlar..
Muhteşem ötesi bir tablo oluşmuştur Çetinkaya Futbol Sahası’nda..
“Duvarları yıkın” diye başlar bir şarkı.. Bir başkası “Sus söyleme, elimde kalan bir avuç hüzün ve keder” diye biter. Bir başka şarkıda, “Bu şehrin üstünü duman sis almış” sözleri gelip geçerken hüzün gelip geçer, “Ayın şavkı vurur sazım üstüne” diye gelip geçen türküde coşku ağır basar.. Ve “özgürlük”te zirve yapar.
45 yıldır insana ve barışa dair şarkılarla hayatımıza girmiş, ağır gelip geçen hayatlarımıza nefes aldırmış ve ezbere bildiğimiz şarkılar yani.. Livaneli şarkıları...
Sahnede iki dilde şarkılar söylenirken.. Sahnede iki dilde gözyaşı dökülürken.. Sahnede iki dilde şiirler akarken.. Sahnede enstrümanlar dahi iki dilde çınlarken.. Her kesimden her iki toplumdan seyirci iki dilde coşup ağlar...
Sonra.. Şairin dediği gibi iyilik güzellik hayalinden öte bir şey değildir..
Rumlar, gecenin bir yarısı Güney’e geçerler tek tek gümrükten..
Türkler, sınırın öte yanına Kuzey’e doğru girerler sınırdan..
70’lerden bu yana dünyanın neresinde olursa olsun konserin hemen ardından bir muhabbet sofrasında yorgunluk yudumlayan Livaneli ve Faranduri ilk kez buluşamazlar!
Vedalaşırlar sahneden, Livaneli Kuzey’e oteline, Faranduri Güney’deki oteline geçer...
Derler ki mevzuat gereğidir! Faranduri, geçemez gümrükten!